Edebiyat, duygu ve düşüncelerimizi anlatabildiğimiz en güçlü ve en etkili araçlardan biridir. İçinde, bazen yaşanmışlıkları bazen de hayalleri barındırır. Bu açıdan özellikle sosyal tarihle uğraşanlar için çok önemlidir, edebiyat. Nitekim doğal afetler gibi sosyal hayatı etkileyen olaylar, halkta bıraktığı derin izler nedeniyle edebiyata önemli malzeme sağlarken edebî eserler de, bu izleri yansıtması açısından sosyal tarihle uğraşanlara ve sosyal olayların insanlar üzerindeki etkilerini araştıranlara önemli veriler sunar. Doğrusu bu verilerin çoğu subjektiftir; ancak yine de bunlar bir yönüyle gerçekleri yansıtırlar. Dolayısıyla edebî eserlere tarihî gerçeklik olarak değil, insanların hissiyatına tercüman olan araçlar olarak bakmak daha doğru bir yaklaşımdır.
Pek çok afet sonrasında olduğu gibi, İstanbul’u etkileyen depremlerin ardından da bazı edebî eserler kaleme alınmıştır. Osmanlı döneminde destan ve şiirlere konu olan depremler -tespit edebildiğimiz kadarıyla- 1766 ve 1894 tarihli olanlardır. Bunlardan 1766 depremi hakkında Ermeni asıllı halk şairi Minas Ceryanoğlu ile Bedros ya da Petro adlı Kütahyalı bir Ermeni doktorun yazdığı -ikisi Ermenice olmak üzere- toplam beş destan vardır.1 1894 depremi de, biri deprem olduğu yıllarda Fatih Askerî Rüşdiyesi’nde öğrenci olan Halid Efendi’ye ait, diğeri anonim olan iki destana; Tevfik Fikret’in oğlu Haluk’a hitaben yazdığı bir şiire2 ve Şair Eşref’in deprem sonrasında yaşananları hicvettiği bir kıtaya konu olmuştur. İstanbul’u etkileyen son büyük deprem 1999 depremi hakkında da çok sayıda şiir kaleme alınmıştır.3 Ancak bunlar özel olarak İstanbul’dan bahsetmezler.
Deprem destanlarında ve şiirlerinde ilk dikkat çeken husus, deprem anında ve sonrasında yaşananlara ilişkindir. Bazılarında depremin günü ve saatine dair bilgilerin olduğu bu eserlerde depremin insanlarda neden olduğu şaşkınlık ve panik hâli ile sonrasında yaşanan acılar anlatılmaya çalışılır. 1766 depremini coşkun bir dille anlatan Minas Ceryanoğlu, bu durumu “herkesin yalın ayak ve başı açık sokaklara döküldüğü”, “birçok insanın aklını kaybettiği” ve “divane olduğu” sözleriyle ifade eder. Ermenice yazdığı ikinci destanda da herkesin birlikte oturup ağladığını ve başlarına toprak atarak kayıplarına hayıflandıklarını söyler. Bedros ise, Ermeni takvimine göre 1215 senesi Mayıs ayının 11. günü meydana gelen 22 Mayıs 1766 depreminde yaşananları ve çekilen acıyı,
İnsan ah-u zârla düştü figâne
Analar, evlatlar gelmez kaleme
Çığrışır Hakka “sen kerem eyle”
Bakındım ol demde o yalılara
Nice şaşıp birden daldı kayıkla
Deryaya mı kaçsın, yoksam karaya
Nice insan zay oldu ah-zâr ile
Nice hayvan zay oldu, döndü kemane
Zemine geçiyorduk olan saatte
Ölüler türabe girmeden çürüdü öyle
Nice yerli, nice garip zay oldu böyle
İnsan gamla doldu, döndü bir yane
Nice evler, kemerler zay oldu gene
Nice insan zay oldu, olan berzahe
Merhametlim bahş etti çevirdi bize
İnsan dayanmaz figan çok şahre şahre
Şu cevahir yüzük taşı şirin şehre
Gül misali soldu, döküldü yere
sözleriyle anlatır. Benzer bir tablo Halid Efendi’nin Hareket-i Arz Destanı adlı 1894 depremini anlatan destanında çizilir. Depremin günü ve saatinin yer aldığı bu destanda deprem sonrasında yaşananların detaylarını bulmak mümkündür. Toplam 21 kıtadan oluşan destanın üçte biri bu sırada yaşanan korku ve panik anları ile çekilen acıları anlatır:
Fatih Rüşdiyesi’nde ders okurduk
Hareket başladı cümlemiz durduk
Şiddeti arttırdı hepimiz korktuk
Allah diye bağrışdık ulu Yezdâne
Zabitler der ki: -Bu ne felaket
Var mı bizim için cây-ı selâmet
Olur ise ancak Mevlâ’dan hidâyet
Cümlenin halleri demiştim yamâne
Kurtulduk mektepten çok şükür ettik
Kimsede hal kalmadı cümlemiz bittik
Peder maderimizi görmeye gittik
Hazır olduk ol emr ü fermâne
Kimisi bıraktı hep kitaplarını
Kurtarmak için hep canlarını
Koştular görmeye hep hanelerini
Hepsinin gözyaşları oldu revâne
Teneffüshane baştanbaşa yıkıldı
Şakirdân zabit sokaklara döküldü
Çok şükür Tanrıya hepsi kurtuldu
Koç kurban kesildi Rabb ü Sübhâne
Görün Çırçırlılar yangına geldi
Pervane misali ateşe daldı
Kurtardı çok yerleri kurbanlar aldı
Çok şükür ettiler emrü’l-sübhâne
Sandıklar gelmişti karşı taraftan
Kurtardı çok yerleri Bâri Yaradan
Lutfûndan gösterdi gayret insane
Yine 1894 depremini anlatan anonim destanda ise, Salih adlı bir öğrencinin ağzından yaşanan trajedi gözler önüne serilir. Okulun yemekhanesinde kitap okuduğu sırada depreme maruz kalan on beş yaşındaki Salih, dışarı çıkarken üzerine düşen taş parçaları sonucu ağır yaralanır ve arkadaşlarının bağırış çağırışları içinde hastaneye kaldırılır ancak kurtarılamaz. Destanda daha sonra Salih’in naşının hamama götürülmesi, bir gece orada kalışı, gasledilişi ve defni gayet acıklı bir biçimde anlatılır.
Depremle ilgili destanlarda dikkat çeken bir başka husus, depremin meydana geliş nedenine ilişkindir. Bu yönüyle destanlar, insanların böyle bir doğa olayını nasıl yorumladıklarını anlamamızda önemli bir araç olarak karşımıza çıkar. Nitekim 1766 depremini konu alan destanlar, depremin bir doğa olayı olarak algılanmaktan çok, ilahi bir uyarı ve Allah’ın gazabı şeklinde telakki edildiğini ortaya koyar. Minas Ceryanoğlu, 1766 Mayıs’ında vuku bulan ilk sarsıntılardan sonra yazdığı destanında, depremin insanların günahları nedeniyle meydana geldiğini belirtir. Helal ile haramın birbirine karıştığını, insanların küfre düşerek zinanın arttığını, yetmiş iki milletin yolundan şaştığını söyler ve İstanbul’un bütün bu günahlar nedeniyle Tanrı’nın gazabına uğradığını ifade eder. Onunla hemen hemen aynı görüşleri paylaşan Bedros ise düşüncesini başka ifadelerle dile getirir:
Kimi ilme güvenmiş, kimi hünere
Kimi malına güvenmiş, bakmaz Hüdâ’ya
Ne ki gelse Hak’tan dinlemez gine
Ne âkil ne cahil bakmaz kitaba
Dinsiz, imansız çok, gelmez hisaba
Acep ölmez mi, girmez mi türaba
Kimden geldi bu hışm, kim verdi bize
Günahkârlığımız Hak bildirdi bize
Biz unutmayalım, kalsın fikirde
Ne ki versen kullarına azdır gene
Yarattığın kullara kerem eyle
Diz çöküp yüz sürelim yerlere
Söz konusu destanlarda ortak bir başka nokta da, günahlardan arınmak ve bu gazaptan kurtulmak için tövbe edilmesi gerektiğidir. Bedros, bu düşüncesini tövbe nakaratıyla ifade eder:
Deyelim töbe, töbe, töbe…
Merhametlim Hak hazara bin töbe
Gören ve görmeyenler gelsinler töbe
Döneminin hiciv ustası olan Şair Eşref’in 1894 depreminde yaşananlardan ders almayanlara bir uyarı niteliğindeki tek kıtalık şiiri de yukarıda yazılanlarla benzer duyguları dile getirir:
Telâki mevkii olmuştu her gün zenperestâna
Ne şıllıklarla şıklar oynatırdı göz ile kaşı;
Zelâzilden yıkıldı sanma, indi kubbeler hâke,
Hudayî bir külah giydi bugün Kalpakçılarbaşı!
Depreme dair kaleme alınan edebî eserlerde konu edilen bir başka husus ise, yıkılan ve hasar gören yerler ile buralarda yaşanan can pazarıdır. 1766 depremini anlatan Bedros, destanında, surların yıkıldığını, çok sayıda cami, minare, imaret, han ve hamamın çöktüğünü ifade eder. Aynı depremden bahseden Ceryanoğlu ise, hasar gören yapılardan bahsetmez; ancak Ermenice yazdığı destanlardan birinde çok sayıda insanın kaybolduğunu, taş yığınları arasında yaralıların iniltilerinin ve bazen de çığlıklarının işitildiğini söyler. Ceryanoğlu’nun bu destan haricinde yazdığı yine Ermenice olan destan ile Türkçe kaleme aldığı bir başka destanında da Vezir Hanı’nın enkazı altında kalarak hayatını kaybeden Ermeni hatiplerden Kevork’un trajik ölümü anlatılır. Deprem sonrasında yaşanan can pazarından ve hasar gören yerlerden bahseden bir başka isim de Halid Efendi’dir. 1894 depreminde ortaya çıkan tabloyu anlatmaya çalışan Halid Efendi, Kapalıçarşı enkazından çıkarılan cesetlerin meydanlara serildiğini, Fatih civarında bir yangın çıktığını ve tulumbacıların “pervane misali ateşe dalarak” bu yangını söndürdüklerini anlatır. Ayrıca Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii minaresiyle Fatih Camii aleminin yıkıldığını, kışla, karakol gibi binaların duvarlarının çatladığını, İstanbul surlarının, çok sayıda hamamın ve Kapalıçarşı başta olmak üzere birçok hanın hasar gördüğünü oldukça yalın bir üslupla dile getirir.
XIX. yüzyılın son büyük depremi olan 1894 depremi ve deprem sonrasında yaşananlara Tevfik Fikret’in yaklaşımı ise bir başka açıdandır. O, Zelzele adlı şiirini esasen döneminin siyasi yapısını anlatmak için kaleme alır. Ancak bu siyasi tabloyu depremle özdeşleştirerek tasvir eder. Şairin kullandığı figürler depremin yarattığı figürlerdir. Burada sinirli ve hummalı bir hastaya benzettiği yeryüzünün aniden sarsılarak âdeta çırpındığını; bu çırpınışların yeryüzünde ne varsa yıktığını; depremin insanları keder ve karamsarlığa sürüklediğini anlatır. Tevfik Fikret’in siyasi tabloyu anlatmak için böyle bir tercih yapmasında 1894 depreminin kendisinde bıraktığı etkinin rolü büyük olmalıdır. Nitekim bu depremden sonra meydana gelen 1895 veya 1899 Aydın depreminden sonra yazdığı düşünülen Aydın Felâketzedegânı İçin4 ve 1898 Balıkesir depreminden sonra kaleme aldığı Verin Zavallılara5 adlı şiirleri Zelzele’den farklıdır. Zira söz konusu şiirler, depremzedelere yardım çağrısı niteliğindedir ve bu şiirler İstanbul halkının yardımlaşma duygusunu harekete geçirmek amacıyla yazılmıştır. Oysa Zelzele’de geçmişte deprem nedeniyle yaşanan acılar anlatılarak bütün bu olanlardan ders alınması istenir.
DİPNOTLAR
1 Kevork Pamukciyan, İstanbul Yazıları, İstanbul 2002, s. 65-74.
2 Sema Küçükalioğlu Özkılıç, “1894 Depremi’nin İstanbul Üzerindeki Etkileri (Deprem Sonrası İmar Faaliyetleri)”, doktora tezi, Marmara Üniversitesi, 2011, s. 268-278; Sadri Sema, Eski İstanbul Hatıraları, haz. Ali Şükrü Çoruk, İstanbul 2002, s. 177.
3 www.antoloji.com/1999-depremi-2-siiri/; www.antoloji.com/Marmara-depremi-5-siiri/ (31.03.2013); http://img.antoloji.com/İ/sair/pdf/7/hasan_sancak_49227_62635.pdf/ (31.03.2013).
4 Meral Demiryürek, “Tevfik Fikret’in Bilinmeyen Bir Şiiri”, İlmî Araştırmalar Dergisi, 2003, sy. 15, s. 167-172.
5 Nesimî Yazıcı, Ocak 1898 Balıkesir Depremi ve Sonrası, Ankara 2003, s. 62.