Baudelaire, “İnsan gülerek ısırır.” der. Mizah yazarı ve okuru ise, ısırmaya teşnedir; dahası, bu özelliğiyle her yönetimi tedirgin edecek kadar tehlikelidir. Daha ilk mizah dergimiz olan Diyojen’den (1869) başlayarak bu yırtıcılığın bizde de dişlerini göstermeye çalıştığı hissedilir. Ali Râşid’in Terakkî’si ve 22. sayısından sonraki adıyla Letâif-i Âsâr’ı (1870), Hayâl (1873), Tiyatro (1874), Latîfe (1874), Kahkaha (1875), Çaylak (1876) gibi ilk örnekler, siyaset üzerinden mizah yapmakta zorlandıkları için, daha ziyade İstanbul’un insan skalasını ve uzayıp giden dert listesini dillerine dolarlar. Buna rağmen, bunların büyük bir kısmı uzun ömürlü olamayacaktır. Sultan II. Abülhamid’in iktidarı ise, mizah basınının varlık gösteremediği uzun ve somurtkan bir devre olur çünkü mizahın vurucu gücüne karşı tetikte durmak gerektiği çabuk anlaşılmış ve bu yoldaki her teşebbüs engellenmiştir. Nitekim Meşrutiyet’ten sonraki serbestî içinde çıkarılan Kalem, Cem, Gıdık, Hande, Karagöz gibi mizah dergilerinin neredeyse tamamının siyasi mizaha yöneldiği ve önemli etkilerinin olduğu görülünce, bu gücün yapabilecekleri de daha iyi anlaşılır.
İstanbullu okur, siyasi mizah yapılmasından memnun ise de her gün içinde yaşadığı şehir sıkıntılarının ve gündelik meselelerinin elindeki dergide gülünç bir karşılığı olduğunu görmekten ayrıca haz alır. Osmanlı mizah dergilerinin üstünkörü bir elden geçirilmesi dahi gösterecektir ki tarih boyunca bu büyük şehrin problemleri hiç azalmamış, hatta hiç değişmemiştir. Dolayısıyla, gülünecek olan da zamanla pek değişim göstermemiştir. Mesela, dönüp dolaşıp nükseden kolera salgınları bunlardan en önemlisidir. Diyojen yazıyor:1
Cânım, kolera İstanbul’a Bursa’dan geldi. Şimdi tuhafı İstanbul’dan gidenlere Bursa’da karantina çektiriyorlarmış. Öyle ya, bu bâbda doğrusu hakları var. Şimdi verdikleri hedâyâyı tutsunlar da geri mi alsınlar ya, oldukça nâmusları vardır ve İstanbullu da o kadar ahmak değil ya, aldığı şeyi geri versinler.
Mevsim yaza dönüp de İstanbul’un dereleri kurumaya başladı mı, susuzluk baş gösterir. Letâif-i Âsâr, Taksim’deki su dağıtım şebekesinin yenilenmesi haberini şöyle veriyor:2
Müjde
Ey sekene-i bilâd-ı selâse, dîdeler rûşen! Artık kış günleri kömür kılletinden, yaz mevsimleri su nedretinden kurtulduk. Bakınız şimden sonra bu sözler olabilecek midir? Biz bu Frenklerin kadrini bilemiyoruz da dâimâ riâyette kusûr ediyoruz. Bereket versin herifler de öyle ufak tefek istiskalden aldırmıyorlar da ilişik etmiyorlar, yoksa...
Bak yine eksik olmasınlar, dâimâ bizim işlerimizi düşünüyorlar da neler bulup çıkarıyorlar. İşte bu kerre de bir yeni su tulumbası îcâd etmişler, hem de öyle ateşe mateşe de hâcet yoğimiş. Âdetâ saat gibi kurulup işletilecekmiş. Artık ne kömüre hâcet var, ne de adama...
Haniya geçen sene, daha evvelki senelerde Kâğıthâne Deresi’nden tulumbalar vasıtasıyle su alınıp Taksim’e naklolunacağı gazeteler vasıtasıyle birçok ilân olunup da aslı çıkmamış idi; işte bu kerre yine gazeteler neşriyâta başladılar. Lâkin, bu kerre olan ihbârât öyle sudan zannolunmasın. Âdetâ bir esas üzre bina olunmuş ve hem de zannım der-dest-i icrâ olup îcâbına bakılması kuvve-i karîbeye gelmiş gibidir. Çünki bu su maddesi Beyoğlu ahâlîsi nezdinde be-gayet ehemmiyet kaldırır ve su götürür bir maddedir.
Beyoğlu sekenesinin ekserîsi zengin ve tüccâr adamlar olduğundan, dâimâ Göztepe ve Kanlıkavak suyu içerler. Taksim suyunu da âdetâ ebniyelerinin çamurlarında isti‘mâl ederler. Şimdi bakalım Kâğıthâne Deresi’nden gelecek suyu da ne işlerine kullanacaklardır? İhtimâl ki, bu suyu da akşamüzeri Taksim önünde itilip kakılıp bin türlü belâ ile yüzsuyu dökerek bir avuç suya mazhar olamayıp me’yûsen avdet eden ve iyi suyu yalnız rüyâsında gören birtakım bîçâregâna taksim edeceklerdir.
Çaylak’taki bir karikatürde de sakaların umursamazlığı ve suların pisliği ele alınıyor.3 Çeşmeden su içen efendi, saka ile konuşuyor:
–Of... Bu su fena kokuyor.
Saka: –Efendi, bu evveli böyle değildi. Otuz-kırk gündür içine bir kedi düştü de böyle oldu.
–Ey, burada buna bakacak kimse yok mudur? Bu herkesin midesini fesada verir! Fena şey...
Yaz mevsimlerinde İstanbul’un yaşadığı sıkıntılar sadece bunlardan ibaret değildir. Sokağa çıkanları iki büyük dert bekler; taş döşeli yollarda bile baş edilemeyen toz ve güneşin harareti hissedildikçe daha da kesifleşen kötü kokular... 1874’te Tiyatro’da çıkan bir karikatür,4 Üsküdar’daki omnibüs yolunu çalı süpürgesiyle temizlemeye çalışan belediye işçileri tozu dumana kattığında boğulacak hâle gelen yayaların şikâyetlerini duyuruyor:
–Nerdesin arkadaş?
–Boğul. . duk. . be!
–Can kurtaran yok mu?
Latîfe’nin bastığı bir karikatürde ise,5 ağzını burnunu mendille kapamış üç kişi var. Altında, “İşte nezâfet böyle olur! Kasımpaşa Deresi taaffününden başka türlü gitmek kabil değil vesselâm.” yazıyor. Dertlerin değişmediğine örnek, bundan otuz altı sene sonrasına ait...6 Kapalıçarşı’nın Nuruosmaniye avlusu önündeki pis kokudan rahatsız olanlar ağızlarını, burunlarını mendille kapatmışlar. Karagöz’le Hacivat konuşuyorlar:
–Kâr etmez, çok kazanmak isteyen burada mendil satsın.
–Aman Karagöz, biraz hızlı yürü, burnumun direği kırıldı.
–Senin burnun kırılacağına asıl burunları kırılması lâzım gelenler bu ufûnet limanına dümen kırıp da halkın çektiğini görseler olmaz mı?
Mevsim değişip de yağışlar başladı mı, bu sefer de İstanbul’un çamur belası başlar. Mehmed Âkif’in deyişiyle, elindeki bastonla iskandil etmeden yol almak mümkün olmadığı için, mizah dergileri de İstanbullu okuruna değişik yollar tavsiye eder. 1875’te Hayâl, sırıklar üzerinde ilerlemeye çalışanları gösterir.7 Otuz beş yıl sonra, Kalem Mecmuası da İstanbul’un en modern yeri olan Cadde-i Kebir’de, hem de Tokatlıyan’ın önünde bile “Beyoğlu Caddesi’nden çamurlara batmadan geçmek için yegâne çare” olarak, bir hamalın küfesinde dolaşmayı tavsiye edecektir.8
İstanbul’un mevsime göre değişmeyen, hatta hiç değişmeyen meselelerine gelince... Galiba, bütün zamanların en sık anılan sıkıntısı Şirket-i Hayriye vapurlarıdır. Vapur sayısı azdır; olanlar çok kalabalıktır ve bunların da ağır aheste seferleri acele işi olanları bezdirmektedir. Zakaria Beykozlıyan’ın Latîfe Mecmuası’nın 12 Ağustos 1874 tarihli ilk sayısında, Üsküdar’a giden 13 numaralı vapurun hıncahınç dolu olduğunu anlatan bir karikatürün altyazısı:
–Aman efendim! Ne bu hâl? Acep bir kazaya mı uğradınız?
–Hayır birader! Üsküdar vapurundan çıktım. Hele bin şükür bir yerim sakatlanmadı!
Dergi bu meselenin peşini bırakmamaya kararlı olmalı ki 3. sayısında da aynı konuya döner. Bir başka karikatürde, ip üzerinde dengede durmaya çalışana arkadaşı soruyor:
–Baksana yahu! Canbazlığa mı başladın?
–Hayır efendim! Şirket vapurlarına girip çıkmayı tâlim ediyorum!
Otuz altı sene sonra, Hande’de “Haliç idâre-i cedîdesinin terakkıyât nümûnelerinden” olarak bir başka karikatür...9 Yemiş İskelesi’nden vapura binmeye çalışanların hâl-i pürmelali... Bugünün sabah ve akşam vapurlarını hatırlayınca, aradan geçen bir buçuk asra yakın sürede pek bir şeylerin değişmediği ve tarihin hakikaten tekerrür edip durduğu daha iyi anlaşılıyor.
Bir başka mesele, o daracık sokaklar... Bugün bile, sokağına itfaiye arabası giremediği için yanan İstanbul evleri haber olmayı sürdürürken, geçmişte bunun ne büyük bir sıkıntı olduğunu tahmin etmek zor değildir. Mehmed Tevfîk’ın Çaylak’ta bastırdığı bir karikatür,10 İstanbul sokaklarının darlığına dairdir. Daracık sokaktan geçmeye çalışan yarım dünya bir adama pencereden seslenen semt sakini, Etyemez’in et yiyemediği için incecik kalan insanları hakkında bir kelime oyunu yaparak “Efendi, burası Etyemez Mahallesi’dir. Bu sokak şişman adamlar için yapılmamıştır.” der. Yıllar yıllar sonra, meşhur karikatürist Cemil Cem, kendi adını verdiği mecmuasında aynı konuya daha modern bir bakışla döner ve yeni türedi otomobillerle o daracık sokaklarda dolaşmaya çalışanlara “Kel başa şimşir tarak” atasözünü hatırlatır.11
Sokaklar kadar, kaldırımlar da bir felakettir. 1909’da Şehremaneti İstanbul’u güzelleştirmeye karar verdiğinde, Mösyö Bouvard adında bir şehircilik uzmanı davet edilir. Salâh Cimcoz’un Kalem’inde çıkan bir karikatürde,12 misafir uzman, bozuk yollarda yürüyemediği için yere düşmüştür ve “İnşallah ilk işim kaldırımların tamirini tavsiye olsun.” diye söylenmektedir. Aynı şekilde, tarih boyunca derdi bitmeyen Galata Köprüsü de mizah basınına sıkça malzeme olur. Satıcıları, balıkçıları, biletçisi bir yana, köprünün ahşap olması sebebiyle yarattığı trajikomik manzaralar da karikatürlere yansır. Köprünün Şehremaneti tarafından yine tamir ettirileceği haberi üzerine çizilmiş bir karikatürde,13 köprünün eski ve oynak tahta döşemesinde dengesini sağlayamayıp denize düşen biri, “Düştüğüme yüreğim yanmaz, pantolonun dizi yırtıldı diye karı ile kavga var.” diyor.
Sokakların çamurdan, tozdan ve bozulmuş Arnavut kaldırımlarından başka problemleri de vardır. Söz gelimi, bin alayişle sokaklara dikilen gaz lambalarının yandığını kimseler görmediğinden, atalardan kalma gece fenersiz sokağa çıkma yasağı sürmektedir. Bir karikatürde lamba direğine tırmanmış çocukla gece bekçisinin muhaveresi:14
Bekçi: –Hani fenerin?
Çocuk: –İşte, görmüyor musun!
Bekçi: –Ayol o yanmıyor!
Çocuk: –Elbet bir gün olur yanar.
Aynı dergideki bir başka karikatürde de Çaylak, lambaya yuva yapan kuşa seslenir:15 “Biraderler, işte size bundan güzel yuva olmaz. Siz gazetecilerin sözlerine bakmayın, zira onlar her vakit yanacak diye yazarlar. Korkmayın sakın, yerinizi yadırgamayın, bir şey olmaz.”
Karanlık sokaklar uğursuzlara ve uğrulara kaldığında; hırsızlık, yol kesme, çete kurma fiilleri de artar. Mahalleleri paylaşmış namlı külhaniler türer. Eski bir karikatürde,16 iki baldırı çıplağın sokakta kıstırdıkları birini öldürmeye davrandıkları görülüyor:
–Aman aman hemşehriler, biraz durun.
–Ey ne yapalım, sen de başka yoldan geçeydin.
Otuz beş yıl sonrasından kalma bir karikatürde de durum pek farklı değildir.17 Yol kesen ile kurbanı arasında şu konuşma geçer:
–Efendim, rica ederim, yolda bir polise rastgeldiniz mi?
–Hayır!
–Öyle ise, uçlan mangizleri bakalım.
–!!!!
Yukarıdaki örnekler, İstanbul’u anlamanın en iyi yolunun mizah yayınlarını takip etmek olduğunu gösteriyor. Gündelik hayat, eğlenceler, yokluklar, âdetler... Sözün gelişi, İstanbul’un ağırbaşlı beyefendilerinin Silivri’de gizlice eğlendiklerini mizahçılar olmasa, başka nereden öğrenebiliriz?18 Üsküdar’ın meşhur delisi Torbalı Hüseyin’i kime sorabilirdik?19 Abartılı hotoz modasının yadırgandığını hangi kaynak yazar?20 Beyoğlu’nda yolların tesviyesi esnasında kapı girişlerinin çok yukarıda kalması sebebiyle binalara girmekte çekilen müşkülatı mizah dergilerinden başka, hangi şehir tarihinde okuyabiliriz?21 Tramvaylardan ağır aksak gidişine ait şikâyetler için Şehremaneti arşivinden eliniz boş çıkmışsanız, mizah dergilerinden başka nereye bakabilirsiniz ki?22 İstanbullunun ferdî ve sosyal tarihi mizah dergilerindedir.
DİPNOTLAR
1 Diyojen, nr. 57, 10 Ekim 1871.
2 Letâif-i Âsâr, nr. 96, 29 Nisan 1872.
3 Çaylak, nr. 25, 21 Temmuz 1876.
4 Tiyatro, nr. 5, 16 Nisan 1874.
5 Latîfe, nr. 27, 4 Mayıs 1875.
6 Karagöz, nr. 181, 6 Nisan 1910
7 Hayâl, nr. 134, 16 Ocak 1875.
8 Kalem Mecmuası, nr. 112, 9 Şubat 1911.
9 Hande, nr. 3, 18 Nisan 1910.
10 Çaylak, nr. 2, 5 Şubat 1876.
11 Cem, nr. 21, 1 Nisan 1911.
12 Kalem, nr. 37, 25 Mayıs 1909.
13 Kalem, nr. 53, 16 Eylül 1909.
14 Çaylak, nr. 14, 18 Mart 1876.
15 Çaylak, nr. 35, 13 Ağustos 1876.
16 Latîfe, nr. 34, 1 Temmuz 1875.
17 Kalem, nr. 45, 23 Temmuz 1909.
18 Latîfe, nr. 15, 13 Ekim 1874.
19 Çaylak, nr. 18, 1 Nisan 1876.
20 Kahkaha, nr. 11, 8 Mayıs 1876.
21 Hayâl, nr. 230, 18 Aralık 1875.
22 Kalem, nr. 47, 5 Ağustos 1909.