İstanbul, uzun tarihi boyunca siyasi açıdan merkezî özelliğini koruyan nadir dünya şehirlerinden biridir. Bir şehir devleti olarak başlayan tarihî macerası, onun zaman içerisinde doğrudan bir payitaht hâlinde yeni baştan şekillendirilmesi sonucu devamlılık arz eden bir sürece dönüşmüş, İstanbul başkentliğini yaptığı imparatorlukların üç kıtaya yayılan emperyal siyasetlerinin ve dünya görüşlerinin ana uygulayıcı merkezi hâline gelmiştir. Bu anlamda İstanbul’un siyaset ve yönetim merkezi olma özelliği benzeri başka hiçbir şehirle mukayese edilemeyecek ölçüde belirginleşmiştir. İstanbul, kadim dünyanın ana merkezleri düşünüldüğünde, bir ölçüde modern dönemin ilk ayak izlerini teşkil ettiği açık olan Roma merkezli imparatorluğun üç kıtaya yayılan siyasi gücünü temsil eden payitahtı ile karşılaştırılabilecek bir siyasi güce sahip olarak hemen her çağda dikkatlerin üzerinde toplandığı büyük bir metropol olmuştur. Şehir devletinin merkezi olmaktan çıktığı ve Roma İmparatorluğu’nun önce ikinci merkezi sonra da ana merkezi özelliği kazandığı dönemler, hiç şüphe yok ki İstanbul’un bizatihi siyasi yapısını belirleyen gelişmelerin yaşandığı zaman dilimlerini oluşturmuştur. Küçük Byzantion kentinin zamanla siyasetin ana mihveri hâline gelişinde, ilk Hıristiyan imparatorluğunun ihtişamlı başkenti yapılışı belki de en önemli gelişme olarak öne çıkmıştır. Böylece aslında Roma geleneklerinden beslenen ama zamanla kültürel açıdan Ortodoksluğun da tesiriyle Helenist ögelerin ağır basacağı bir kente dönüşen İstanbul, kurucusunun adıyla “Konstantin’in şehri/Konstantinopolis” iken halkın bu siyasi ve yönetim merkezi olma özelliğine vurgu yaparak ifade ettiği “şehre/istin-poli” diye anılmaya başlanacaktır. Zira halkın nazarında “şehir” sadece ve sadece İstanbul için kullanılır olmuştur, çünkü burası imparatorluğun başkentidir, kozmopolit yapıya sahiptir, en gelişmiş kurumlar, devasa binalar, büyük mabetler burada yer alır, burası dinî temsil yeridir ve hepsinden mühimi bir siyasi güç merkezidir. Böyle bir özelliğe ait hangi yerleşim birimi gerçek anlamda bir “şehir” olabilir? Bu ayrıcalık sadece ve sadece imparatorluğun muhteşem payitahtına aittir, onun için burası “şehir”dir.
Doğu Roma/Bizans mirasını payitaht ve siyasi yönetim merkezi olma özelliği kapsamında devralan Osmanlı Türkleri için de durum değişmemiştir. Onlar burayı hem “Kostantiniye” hem de halk dilinde yaygınlaşan, hatta Müslüman Arap dünyasında da daha X. asırdan itibaren kullanılan “İstanbul” diye anmışlardır. İstanbul’un ismi kadar siyasi gücünde de bir değişim olmamıştır ve siyasi kuvvetinin özellikleri Osmanlı döneminde daha vurgulu hâle getirilmiştir, ama bu defa şehir, farklı bir dinin temsilcilerinin geliştirdiği onlara has bir emperyal zihniyeti yansıtmaya başlamıştır. Vaktiyle siyasi gücünün doruk noktası, Doğu dünyasına doğru daha zayıf bir vasıf gösterirken İstanbul için şimdi yeni sahiplerinin elinde Afrika, Arap Yarımadası, Batı Asya ve Karadeniz steplerine, hatta denizaşırı ülkelere kadar yayılan bir siyasi nüfuz alanı ortaya çıkmış ve İstanbul, bütün bu geniş coğrafi sahanın tek siyasi merkezi olarak büyük bir önem kazanmıştır. Osmanlı İstanbul’u bu anlamda bin yılı aşkın Doğu Roma/Bizans dönemindeki hâlinden çok daha güçlü bir kimlikle, 1453’ten itibaren Osmanlı siyasi kudretinin tek temsilcisi olarak sivrilmiştir.
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte payitahtlığını kaybetmesine ve bir süre sessizliğe terk edilmesine karşın, XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeniden bir kıpırdanış sürecine girerek, resmen olmasa da fiilen mensubu bulunduğu ülkenin en önemli merkezi olduğunu hatırlatmış, büyük projeler, organizasyonlar ve muhtelif hamlelerle dünyanın sayılı metropolleri arasında yerini almıştır.
İstanbul’un tarihî zaman dilimleri içerisinde geçirdiği siyasi gelişmelerle idari merkez olma hususiyetlerini inceleyen bu bölümde, tam da belirtilen bu konuları ortaya koyacak ana dönüşüm noktaları ele alınmıştır. Buradaki amacımız bu büyük imparatorluk payitahtının “başından geçen” siyasi hadiseleri, yönetim özelliklerini, siyasete bağlı diplomasiyi, hukuk düzenini ve tabii siyasi güç gösterisi ve bir ölçüde meşruiyet aracı olarak da törenleri hayli çeşitlendirilmiş ilgili konu başlıklarıyla anlatarak, bu kentin uzun tarihini ilmî ölçülere sadık kalarak hatırlatmak ve bilgilendirici bir kesit sunmaktır. Bu maksatla bölümümüz altı ana başlık altında toplanmıştır. Siyasi olayların konu edildiği ilk bahiste kronolojik çerçeveye riayet ederek kentin ilk ortaya çıkışından itibaren karşı karşıya kaldığı siyasi hadiseler ele alınmıştır. İstanbul’un Türkler tarafından fethinden önceki tarihî olaylar iki ana makalede özetlenirken kentin siyasi durumunu derinden etkileyen belli başlı olaylar içinde öne çıkan Üsküdar Savaşı ile Nika Ayaklanması birer çerçeve yazı olarak sunulmuş, Bizans tarihi içindeki yaklaşık elli yıllık bir kesintiyi ifade eden Latin dönemi ise müstakil bir yazıya konu olmuştur. Tarihi 8.500 yıl öncesine gittiği artık kesinleşen suriçi İstanbul’unu esas alan bu yazılar, dinamik bir tarihî arka planı anlamak bakımından son derece önemlidir. Burada dikkati çeken hususlardan birisi de Byzantion kent devletinin oluşumu ve siyasi ağırlığının durumudur. Doğu Roma İmparatorluğu’nun teşkiliyle oluşan Konstantinopolis imajı, Byzantion’u tamamen gölgesinde bırakmış, ama ilginç şekilde bu ad ileride Bizans şeklinde Doğu Roma’yı kasteden bir terminolojiye inkılap etmiştir. Bizans kullanılışının da tarihî ve siyasi bir zemini olduğunu gözden uzak tutmamak lazımdır. İstanbul’u aldıktan sonra Fatih Sultan Mehmed’i “Roma imparatoru” değil de “Bzantii imperatoris/Bizans imparatoru” olarak tanımlayan çağdaş kayıtların varlığı bu anlamda ilginçtir. Bir bakıma bu tür kayıtlar, ustalıklı bir şekilde Bizans ile Roma’yı birbirinden ayırıp Fatih Sultan Mehmed’i kendine has bir kent devletinden -Roma mirası dışında- büyüyen bir imparatorluğun sahibi olduğunu ima etmeye çalışıyordu. Bizans kavramı siyasi anlam itibarıyla daha çok Helenistik unsurlarla bezenmiş görünüyordu, ama bazı araştırmacılar bunun yerine Doğu Roma İmparatorluğunu tercih etmeye başladılar. İşte en azından yaşanan bu sürecin siyasi alt yapısını bu bölümden anlamak mümkün olmaktadır.
Siyasi olaylar bahsinin asıl ağırlığının Osmanlı hâkimiyeti ve sonrasındaki döneme verilmesi anlayışla karşılanmalıdır. Zira bugünkü İstanbul’u oluşturan temel özelliklerin esaslı ölçüde 1453’ten sonraki dört yüz yıl içinde husule gelmiş olduğuna şüphe yoktur. Bu Osmanlı geçmişini siyasi olaylar çerçevesinde ele almak sadece kentin o dönemdeki fiziki ve sosyal unsurlarını değil zamanımıza yönelik vurguları da fark etmek açılarından son derece önemli gözükmektedir. Esasen yakın tarihe yaklaştıkça bu ehemmiyet zamanımızı daha da ilgilendirecek tarzda giderek artmaktadır. Osmanlı dönemi İstanbul’undaki siyasi gelişmeler ele alınırken öncelikle kentin tarihinden ana kesitler sunmak gerekti. Bu anlamda siyasi olayların klasik dönemlerden itibaren Osmanlı Devleti’nin son asrına kadar konu bütünlüğü içinde kronolojiye sadık kalınarak anlatılması elzemdi. Bu bakımdan 1453’ten 1826’ya kadar olan kısım Osmanlı klasik dönemini genel anlamda ihtiva ettiği için böyle bir ayırımla Osmanlı İstanbul’unun ilk makalesi kaleme alındı, onu payitaht olarak yaşadığı son yüzyıldaki olaylar zinciri izledi. Şüphesiz ki kentler devletler gibi kesintiye uğrayan bir siyasi geçmişten çok süreklilik gösteren yapı arz ederler. Siyasi rejim değişiklikleri kentleri fiziki açıdan şüphesiz etkileyebilir, sosyal yapı üzerinde de köklü bir farklılaşmaya yol açabilir, fakat yerleşim ve coğrafya açısından bir sabite söz konusudur. Bununla beraber İstanbul’un Osmanlı geçmişi, Cumhuriyet döneminde aynı süreçleri çok radikal şekilde yaşamadı. Zamanımızın İstanbul’unun, kökleri ana hatlarıyla Osmanlı ve biraz daha zayıf şekilde Doğu Roma/Bizans mirasına dayanmaktadır. Bundan dolayı Osmanlı geçmişinin Cumhuriyet yıllarının siyasi olaylarıyla eklemlenmesi kaçınılmaz bir gereklilik olarak görülmüştür. Kronolojik anlatımlar dışında bunları bütünleyen iki yazıdan ilki siyasi anlamı büyük olan isyanları, diğeri ise bu tür gelişmeler karşısında İstanbul halkının tavırlarını konu almıştır. Zira gelişen olayların sadece idareyi ilgilendiren bir yanı yoktur ve ayrıca bunlar sadece askerin karıştığı, idarecilerin ön planda olduğu vukuatlar da değildir; aynı zamanda temelde halka dayalı yahut halkı derinden etkileyen olaylar silsilesidir. Böyle bakıldığında payitahtta yaşayan halkın durumu özel bir yazıya konu olacak derecede öne çıkar. Nihayet bu kısım İstanbul tarihinin spesifik dönüm noktaları olan büyük hadiselerin çerçeve yazılarıyla süslenmiş bulunmaktadır.
Siyasi olaylar kısmı için İstanbul’un kuşatma ve fethi konusu hiç şüphe yok ki ayrıca değerlendirilmesi gereken bir önemi haizdir. Bu düşünceyle siyaset kısmının özel bir parçası olarak “kuşatmalar ve fetih” başlığı altında, şehrin geçirdiği muhasaralar tarihî süreç içinde ayrıca incelenmiştir. İstanbul uzun tarihi boyunca pek çok kavmin ilgisini çekmiş, buna bağlı olarak bu efsunlu, farklı ve zengin şehre yönelik ihtiraslar giderek daha da artmıştır. İstanbul’un bir ölçüde dinî vurgularla bezeli kehanetlere konu olması, ilk Hristiyan başkent oluşunun ve o zamana kadarki en büyük Hristiyan mabedinin inşasının da etkisiyle kutsi bir hava kazanması, giderek ona ayırt edici bir vasıf sağlamıştır. O kadar ki şehir kötü kehanetlerin başlıca konusunu teşkil etmiş, üstelik bunlar bu büyük şehri dinî atıflarla kutsal bir hava vererek arzulayanlar tarafından da paylaşılmıştır. İslamiyet’in ortaya çıkışıyla kutsi bir hedef olarak gösterilmeye başlanan ve bilahare fetih hadislerine konu olan “Kostantiniye”, daha sonraki Müslüman devletlerin hükümdarlarınca ulaşılması gereken bir nevi “Kızılelma”ya dönüşmüştür. Fakat ilginç şekilde Müslüman Arapların kenti kuşatma altına almaya başladıkları asırlardan itibaren de buranın “meşum bir yer olduğu ve fethi hâlinde kıyametin kapılarının aralanacağı” düşüncesi “melhame” hadisleri literatürüyle desteklenen bir anlayışın gelişmesine yardımcı olmuştur. Tam da bu noktada İstanbul’un tarih boyunca geçirdiği kuşatmalar ve sonunda fethi geniş şekilde anlatılırken ayrıca söz konusu düşüncelerin nasıl yeşerdiğini ve İstanbul algısı üzerinde ne şekilde bir rol oynadığını konu alan bir makale de buraya eklenmiştir. Bunu fethi farklı bir zaviyeden anlatan ve hadiseye tanıklık ettiği sanılan bir tarihçi ve eseriyle ilgili çerçeve yazı izlemiştir. Yine İstanbul’un nasıl alındığıyla (barış yoluyla mı yoksa savaşla mı?) ilgili hayli ateşli tartışmalara değinen bir başka çerçeve yazısını da burada bulmak mümkündür. Bu bölümde İstanbul’un fethine geniş ve ayrıntılı şekilde yer verilme gerekçesi ise fethin İstanbul’un uzun tarihinde yeni bir dönemi, yani Osmanlı asırlarını başlatmasıdır.
İstanbul’da cereyan eden siyasi olaylar, aynı zamanda diplomatik ilişki ağının güçlü bir şekilde ikamesine zemin hazırlamış görünmektedir. Payitaht olma hususiyeti her dönem kentin ana görünüşünü etkilediği için buradaki diplomatik gelişmelere, elçilerin ziyaretlerine ve intibalarına özel bir yer vermek gerekmiştir. Bizans İstanbul’una gelen elçilerin kent hakkındaki çoğu şaşkınlıkla dolu ihtişamı yansıtan anlatımları kentin bir payitaht olarak çevre ülkelerde nasıl bir etkiye sahip bulunduğunu anlamayı kolaylaştıracaktır. Osmanlı hâkimiyeti döneminde de büyük bir imparatorluk merkezi olmanın getirdiği siyasi ilişki ağları itibarıyla buranın bir diplomasi merkezi olması âdeta tam anlamıyla taayyün etmiştir. Mevzu ile ilgili yazılar payitahtın bu özelliklerini ortaya koymaktadır. Bu kısımda ayrıca İstanbul’un herkesin arzu ettiği bir şehir olmasının yanında emperyal bir merkez olarak her yerin kendisine tâbi olması gereken bir başkent hüviyetine dahi değinilmiştir. Ayrıca Cumhuriyet döneminde diplomasideki konumunu da ayrı bir yazıda ele alınarak bu alanda da şehrin tarihî sürekliliği ortaya konulmak istenmiştir.
Siyaset ve diplomasi ile ilgili makaleleri, payitahtın bir yönetim merkezi olarak nasıl bir ayrıcalık ve özellik kazanmış olduğu sualini cevaplayan yazılar takip etmiştir. Hâliyle bu kısımdaki yazılar yine kronolojik bir çerçevede sıralanmıştır. Bizans İmparatorluğu dönemindeki yönetim merkezi olma hususiyeti yanında Osmanlı döneminde payitahtın ne şekilde idare edildiği veya buranın koca bir imparatorluğu nasıl yönettiği konusu, siyasetin ayrılmaz bir parçası olarak yönetim kısmında yer bulmuştur. Devasa bir imparatorluğu idare eden kıtaların buluşma noktasındaki payitaht, Osmanlı döneminde Bizans İmparatorluğu sırasındaki durumuna nispetle, hayli yüksek bir ilgi odağı hâline gelmiş, idari düzenlemeler çok geniş toprakları ilgilendiren bir yönelime hitap etmiştir. Üstelik burası bir dönemden itibaren de bütün Müslümanların kabul edeceği “hilafet” merkezi konumu kazanacaktır. İstanbul’un hilafet merkezi olmasının anlamı, hiç şüphesiz bütün İslam dünyasının ana siyasi odağı olarak görünmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Bu yanı özellikle Kanunî döneminden itibaren giderek daha kuvvetli vurgularla belirmiş gözükür. Bununla ilgili yazıda hilafet merkezi olmasının aşamaları, dinî ve felsefi anlamı ele alınmıştır.
Siyaset yönetimin en önemli konularından birisi de şüphesiz hukuktur ve İstanbul tarihi içerisinde hukuki bir merkez olarak da öne çıkmaktadır. Şehir, Roma dönemi Konstantinopolis’i hukuk sisteminde önemli bir yere sahip Roma hukukunun ve dinî hukuk açısından bunların temessülü itibarıyla yapılan çalışmaların ve uygulamaların da ana mekânını oluşturmuştur. Bu özelliği onun Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olduğunda bu defa daha farklı bir şekilde hukukun tatbik ve tedvininde, örfi hukuk sisteminin oluşturulup yazılı hâle getirilmesinde, ana merkez olmasının da rolüyle, daha da öne çıkmıştır. Cumhuriyet dönemindeki hukuki eğitim ve yapılanma konusu da ihmal edilmeyerek şehrin hukuk tarihi ve hukuk tarihindeki rolüne dikkat çekilmiştir. Bütün bu konular iki ana makalede ele alınmış, ayrıca özel olarak Divan-ı hümayunun bir “yüksek mahkeme” gibi imparatorluğun her yöresinden gelen dava ve şikâyetlerin dinlenerek sonuca bağlandığı bir yer olduğu bilindiği için buranın bir çerçeve yazı hâlinde tanıtılması da gerekmiştir. Bunu bir başka çerçeve yazı olan İstanbul’daki mahkeme kararlarının kaydedildiği böylece önemli bir hukuki tatbikatı sosyal, ekonomik, siyasi birçok yönden anlamayı sağlayacak olan şer’iye sicilleri ve bu sicillerden seçmelerle oluşan 40 ciltlik yayının tanıtımı izlemiştir.
Osmanlı dönemindeki İstanbul’un kent idaresinin de incelenmesi zaruri olmuştur. Çarşı, pazar idaresi ve bunu sağlayan birimler, güvenlik meselesi, modern çağlara girilirken husule gelen değişimlerden kentin idari anlamda nasıl yeni bir düzenlemeye tâbi tutulduğu gibi pek çok konu bu bölümde yer bulmuştur. Uzun Osmanlı asırları boyunca klasik dönem anlayışındaki derin bir kırılmayı ifade eden Tanzimat Devri’ndeki Batılı tarzda modern idari uygulamalar, bugünkü kentin bu anlamdaki yönetimi açısından son derece önemli bir temel atmıştır. Bu bakımdan bu kısım hem idare eden hem de idare edilen bir payitahtı ele almaktadır. Cumhuriyet döneminde belediye ve vilayet kapsamında şehrin yönetimi ve idari yapılanmasındaki gelişmeler de ihmal edilmemiştir. Ana yazılar yanında bu kısımda, idare eden kentteki idare alanları yahut resmî mekânlar birer çerçeve yazıya konu olmuştur. Bizans dönemindeki idare mekânlarını Osmanlı hâkimiyeti kurulduktan sonrakiler izlemiş, “dünyayı yöneten bir mekân olarak” Topkapı Sarayı, modern çağın simgeleri Dolmabahçe ve Yıldız sarayları çerçeve yazısı olarak bu kısımda yer almıştır. Bu kısma idarecilerin eklenmemesi bir eksiklik olacağından valiler ve belediye başkanları listesine de yer verilmiştir. Bu bölümün son iki yazısı ise şehrin idari yapısıyla ilgilidir. Osmanlı İstanbul’unun yönetiminde Nahiye ve Mahalle yapılanması esas alınmış olup, özelikle XIX. yüzyılın ortalarına kadar şehir yönetiminin en önemli birimleri olup görevlileriyle, sözlü ve yazılı kurallarıyla köklü bir şehir yönetim anlayışını yansıtmaktadır. Fetih’ten Cumhuriyet’e İstanbul’un nahiye ve mahallelerini konu alan yazıda bu iki idari birimin yapısı, sayısal gelişimi ve yönetimi ele alınmaktadır. Cumhuriyet dönemin idari yapılanması ise ilçelerin idari tarihçesini, yönetimini ve nüfus yapısını konu alan İstanbul’un İlçeleri yazısında incelenmektedir.
İstanbul’un siyasi ve yönetim özelliğini kavuşturan seçimler, aslında sadece kentin değil kozmopolitleşen/metropolleşen bu devasa şehrin bütün Türkiye’de taşıdığı siyasi renkleri ortaya koyması bakımından önemli görülmüş ve Osmanlı döneminden 2014’e kadarki seçim tarihi ele alınmıştır.
Siyaset ve Yönetim Bölümü’nün son kısmı ise siyasi imajla yakından ilgili resmî törenlerin tafsilidir. Payitaht olan kentler aynı zamanda resmî seremonilerin özel bir önem verilerek gerçekleştirildiği yerlerdir. İmparatorluklar, hanedan ve devletin bütün ihtişamını bu tür törenler vasıtasıyla kamuoyuna gösterirler, bu aynı zamanda yönetici zümre için bir nevi meşruiyet aracı gibi de mütalaa edilir. Roma gibi Konstantinopolis de bu ihtişamın sergilendiği ender şehirlerarasında yer alır. Bunlar içinde hiç şüphe yok ki dinî törenler özel bir önem kazanır. İlk Hristiyan bir payitaht olarak Doğu Hristiyanlığına has geleneklerin yaşatıldığı bir kent olan İstanbul’un bu yönü burada bir yazıya konu edilmiştir. Osmanlı dönemi için de dinî törenler kadar hanedanın kendisini gösterdiği merasimlerin zikredilmemesi önemli bir eksiklik olarak görüldüğünden, padişahların tahta çıkışları ve kılıç kuşanmaları ile Osmanlı padişahının görünürlülüğü, padişah ve halk ilişkileri açısından önemli olan Cuma selamlığıyla alakalı birer yazı yanında genel olarak Osmanlı dönemindeki törenleri ele alan bir başka ana yazıya burada yer verilmiştir.
Sonuç itibarıyla Antik Çağ’dan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi’nin en önemli yönlerinden birini teşkil edecek olan Siyaset ve Yönetim bölümü, İstanbul’un daha çok bir idare merkezi olarak bütün imparatorluk sathında oynadığı rolle mütenasip bir çerçevede planlanmış bulunmaktadır. Böyle bakıldığında siyasi olaylar ve idari özellikler ile ele alınan başkent hem Bizans hem de Osmanlı İmparatorluğu için neredeyse bütün bir “imparatorluk tarihini” sırtlamış bir özellik arz eder. Yani başkent aynı zamanda her iki imparatorluğu siyasi, idari açıdan temsil eder, neredeyse onların ana mihverini, omurgasını oluşturur. Böylece bir bakıma her iki imparatorluğu anlamak için payitahtı her yönden incelemek hususi bir önem kazanır. Özellikle konu siyaset ve idare olunca imparatorluk sathı âdeta tek bir merkezle bütünleşmiş bir görünüm sergiler. Bu kısımda yer alan yazılar söz konusu manzarayı görebilmek ve daha iyi anlayabilmek için tematik bir zemin sunma amacı taşımaktadır.