GİRİŞ
Bu çalışmada Cumhuriyet dönemi İstanbul’unda eğitimin tarihî gelişimi olabildiğince öz ve bir o kadar da kapsamlı olarak ortaya konmaya çalışılacaktır. Fakat hemen ifade edelim ki bu hiç de kolay bir iş değildir. Zira üç imparatorluğa başkentlik yapan İstanbul, Cumhuriyet dönemine, bunların, bilhassa altı yüz yıllık Osmanlı medeniyetinin mirasçısı olarak girmiştir. Bu mirasın en önemli unsurlarından biri, Cumhuriyet’i kuran nesli yetiştiren modern eğitim kurumlarıdır. Söz konusu miras, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Türk eğitim sisteminin omurgasını teşkil etmiştir. Ünlü şehir tarihçisi Osman Ergin, Atatürk devri sonunda (1938) İstanbul okulları üzerine kaleme aldığı beş ciltlik eserini bazı ilavelerle Türk Maarif Tarihi adıyla neşretme gerekçesini izah ederken kullandığı “Daha düne kadar Türkiye maarif demekle İstanbul maarifi kastedilmez miydi? Bugün de hemen hemen böyle değil midir?” cümleleriyle bu gerçeği dile getirmişti. Aşağıda daha geniş olarak anlatılacağı gibi, eldeki istatistiki bulgular bu tespiti desteklemektedir.
Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti’nin tevarüs ettiği Osmanlı eğitim mirasının önemli bir bölümü İstanbul’daydı. Kentin ülke eğitim sistemindeki başat rolü, orta ve yükseköğretim kademelerinde daha bariz hâle geliyordu. Nitekim 1923-1924 öğretim yılında Türkiye’deki özel ve resmî liselerin yarıdan fazlası, üniversite ve yüksekokulların ise tamamı bu ildeydi. Fakat hemen belirtelim ki İstanbul’un eğitim sistemindeki seçkin konumu, sahip olduğu eğitim kurumlarının sayısı kadar, onların niteliği ile ilgiliydi; çünkü ülkenin farklı kademelerdeki en iyi okulları da buradaydı. Kısaca tarihî gerçekler Osman Ergin’i doğruluyordu: XX. yüzyılın ilk çeyreğinde İstanbul, Türkiye eğitim sistemini anlatan mükemmel bir örneklem oluşturuyordu; bu nedenle de onun eğitim tarihini yazmak, ülkeninkini yazmak kadar güçtü.
Peki, bugün (2013) durum nedir? Bunu en iyi, 14.000.000’a yaklaşan nüfusuyla dünyanın sayılı metropollerinden biri hâline gelen İstanbul’a ait eğitim istatistiklerini inceleyerek açıklayabiliriz. Nitekim 2011-2012 öğretim yılına ait şu bulgular kentin Türkiye eğitim sistemindeki yeri ve önemini ortaya koymak için açıklayıcı ipuçları sunmaktadır: Ülkedeki 168 üniversiteden 44’ü İstanbul’da bulunmakta; okul öncesi eğitimde her 100 öğrenciden 11’i, ilköğretimde her 100 öğrenciden 17’si, ortaöğretimde her 100 öğrenciden 18’i bu ilde okumakta; örgün eğitimde her yedi öğretmenden biri burada görev yapmaktadır. Bu rakamlar da gösteriyor ki İstanbul, eğitimde Türkiye’nin ağırlık merkezidir ve bugün de ülkenin eğitim sistemini betimlemek üzere yapılacak bir araştırma için üzerinde çalışılan evreni temsil kabiliyeti yüksek bir örneklem teşkil etmektedir.
Burada Cumhuriyet döneminde İstanbul’da eğitim, tarihî bağlamı ve sistem bütünlüğü içinde ele alınmıştır.
EĞİTİM YÖNETİMİ: İSTANBUL MAARİF EMİNLİĞİ’NDEN İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ’NE
Bir il ve/veya kent olarak İstanbul’da eğitimin dünü, bugünü ve yarınını doğru olarak yorumlayabilmek için onu sistem bütünlüğü içinde ele almak gerekir. Zira eğitim sistemleri farklı seviyelerdeki alt sistemlerin bileşiminden meydana gelen, fakat kendisi de bir üst sisteme bağlı olan sosyal yapılardır. Canlı bir organizma gibi çevresiyle etkileşim ve alışveriş içinde oldukları için de “açık sosyal sistem” olarak nitelenirler. Bir ara sistem olarak il eğitim örgütünün bağlı olduğu üst sistem (nezaret/vekâlet/bakanlık vs.) ile arasındaki görev, yetki ve sorumluluk paylaşım biçimi, bir bütün olarak millî eğitim sisteminin idari karakterini gösterir. Türkiye Cumhuriyeti gibi üniter devletlerde yönetim erki büyük ölçüde merkezde toplanırken, federal devletlerde bazı yetkiler yerel yönetimlere bırakılmaktadır. Oysa 1924 Anayasası [Teşkilât-ı Esasiye Kanunu] ile kuvvetler birliğine dayalı bir meclis hükûmeti kuran Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinin 1926 yılında yürürlüğe giren Maarif Teşkilatına Dair Kanun’un amir hükümleri uyarınca siyasi hayattaki otokratikleşme yöneliminin aksine, daha liberal ve yerinden yönetimci bir eğitim sistemi kurması, yukarıda sözü edilen iki temayülle çelişmektedir. Çelişkiyi daha da çarpıcı hâle getiren başka olgular da vardır. Bunlardan biri, Cumhuriyet’in eğitim sistemini liberal felsefenin XX. yüzyıldaki en önemli temsilcilerinden olan John Dewey’in görüşlerine göre kurulmasıdır.
Felsefi ve siyasi temelleri bir yana Dewey’in Türk eğitim reformlarına kılavuz olacak görüşleri dönemin Maarif vekilleri tarafından olabildiğince hayata geçirilmiştir. Bunlardan biri; Türkiye’nin birkaç ilin bir araya getirilmesiyle oluşturulan Maarif mıntıkalarına ayrılması; diğeri de bu bölgelerde eğitim işlerini yürütmek üzere birer Maarif Eminliği kurulmasıdır.
İstanbul Maarif Eminliği esasen Maarif mıntıkaları ile birlikte kurulmuştur. 1926’da yürürlüğe giren Maarif Teşkilâtına Dair Kanun’a göre İstanbul Maarif Eminliği’ne bağlı iller; Kocaeli, Bursa, Bolu, Zonguldak idi. Maarif eminleri mıntıkalarındaki öğretmen, müfettiş ve memurların atanması, denetimi, ödüllendirilmesi ve cezalandırılması hususlarında yetkili ve sorumlu kılınmıştı. Bölgedeki ortaöğretim kurumlarını da denetleyebiliyorlardı. Cumhuriyet dönemi rejiminin eğitim sahasında en radikal reformları gerçekleştirdiği yıllarda İstanbul Maarif Eminliği, idaresi altındaki illerde yerel bir bakanlık gibi faaliyet göstermiştir. Bu bağlamda Harf Devrimi’nin hazırlık çalışmalarının ve sonrasındaki Alfabe kursları, Millet Mektepleri A ve B kurslarının yürütülmesinde başrol oynamıştı.
Merkeziyetçiliği devletin bölünmezliğinin güvencesi olarak gören Cumhuriyet dönemi rejimi, Maarif eminlikleri vasıtasıyla adem-i merkeziyetçi bir yönetim tecrübesi edinmiştir. Bakanlık merkez örgütü ile yerel idareler arasında bir ara birim olarak görev yapan Maarif eminlikleri; ülke genelinde de oldukça başarılı olmuştur. Ancak bazı mahzurları görüldüğünden 1931’de kaldırılmıştır.
Bundan sonra Türk eğitim sistemi, bugüne kadar devam eden merkeziyetçi bir döneme girmiştir. Bu sistemde illerdeki eğitim örgütleri Millî Eğitim müdürlüklerinin çatısı altında faaliyet göstermektedir. İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğü, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı okul, öğretmen ve öğrencilerin yaklaşık 1/5’ine tasarruf ederek, sistemin en önemli taşra teşkilatını oluşturmaktadır.
ÖRGÜN EĞİTİM
1973 yılında yürürlüğe giren 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’na göre yapılandırılmış olan Türkiye Cumhuriyeti millî eğitim sistemi; “örgün eğitim” ve “yaygın eğitim” olmak üzere iki ana bölüme ayrılmıştır. Örgün eğitim; belirli yaş grubundaki ve aynı seviyedeki bireylere, amaca göre hazırlanmış programlarla, okul çatısı altında düzenli olarak yapılan eğitimdir. Okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim kurumlarını kapsamaktadır.
2012 yılında Türkiye nüfusunun %18’inin yaşadığı bir il/kent olarak İstanbul, daha önce de vurgulandığı gibi, ülke örgün eğitiminin önemli bir bölümüne ev sahipliği yapmaktadır. Aşağıda öğretim kademeleri bazında örgün eğitimin tarihî gelişimi ve bugünü ana hatlarıyla ele alınmaktadır.
Okul Öncesi Eğitim
Günümüz Türkiye’sinde okul öncesi eğitim; isteğe bağlı olarak zorunlu ilköğretim çağına gelmemiş, 3-5 yaş grubundaki çocukların eğitimini kapsar. Okul öncesi eğitim kurumları bağımsız anaokulları olarak kurulabildikleri gibi, gerekli görülen yerlerde ilköğretim okullarına bağlı ana sınıfları hâlinde veya ilgili diğer öğretim kurumlarına bağlı uygulama sınıfları olarak da açılmaktadır.
Türkiye’de okul öncesi eğitim, XX. yüzyılın başında İstanbul’da doğmuştur. Özellikle II. Meşrutiyet Dönemi’nde çalışan kadın sayısının artmasına paralel olarak okul öncesi eğitim kurumlarına talep artmış, bu da Maarif Nezareti’ni yeterli sayı ve nitelikte anaokulu öğretmeni yetiştirmek için tedbir almaya sevk etmişti. Bunun sonunda 1914 yılında İstanbul’daki Darülmuallimat-ı Âliye’ye bağlı bir Ana Muallim Mektebi açılmıştı. Fakat dört yıl süren harbin devletin çöküşüyle sonlanması, okul öncesi eğitimdeki büyümeyi durma noktasına getirmiş; mezunları istihdam edilemeyen okul ise kapatılmıştı (1918). Mütareke Dönemi’nin sosyal buhran ve mali darlık yıllarında vaktiyle açılan okulların bir kısmı da kapanmıştı. Bu nedenle Osmanlı’dan geriye cılız bir kurumsal miras, fakat hayati öneme sahip bir tecrübe kalmıştı.
Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923-1924 öğretim yılında Türkiye’de 38 ilde özel/resmî toplam 80 anaokulu vardı ve bu kurumlarda 5.880 öğrenci öğrenim görüyordu. Bu okulların önemli bir kısmı yabancı ve azınlık okulların da dâhil olduğu özel okullardı. İstanbul’da yalnız 8 resmî anaokulu bulunmakta idi. Bu okulların Filiz sınıfında 209, Gonca sınıfında 338, Gül sınıfında da 194 öğrenci vardı. Toplam öğrenci sayısı 741 idi. Bu öğrencilerden 32’si üç, 154’ü dört, 237’si beş, 187’si altı, 131’i de yedi yaşındaydı. İstanbul’daki anaokullarına giden öğrenci velilerinden 27’si tüccar, 243’ü esnaf ve sanatkâr, 298’i memur, 14’ü ruhani şeyh, 92’si amele/rençber, 7’si eşraf ve servet sahibiydi. 60 çocuğun velisi de başka mesleklerle iştigal ediyordu. Bu veriler Cumhuriyet kurulduğu sırada çocuğuna okul öncesi eğitim aldıra(bile)nlerin büyük bir kısmının (%72,9) memur, esnaf ve sanatkârlardan oluştuğunu göstermektedir. Bunların o zamanın düzenli ve/veya yeterli geliri olan kesimleri olduğu dikkat çekmektedir.
Cumhuriyet’in 10’uncu yılının kutlandığı 1933-1934 öğretim yılında İstanbul’daki resmî anaokulu sayısı 13’e çıkmıştı. Bu okullar, Cağaloğlu Yeni Nesil İlk Anaokulu, Boğaziçi Anaokulu, Okullar Güneşi Ortaokulu Ana Kısmı, Feyziati Lisesi Ana Kısmı, Hayriye Lisesi Ana Kısmı, Fevziye Lisesi Ana Kısmı, Işık Lisesi Ana Kısmı, Şişli Terakki Lisesi Ana Kısmı, Aksaray Anaokulu, Gedikpaşa Yavrular Yurdu, Kadıköy Alaaddin Ana Kucağı, Üsküdar Çocuk Yuvası idi. Bu okullarda hemen hemen sadece bir öğretmen görev yapıyordu.
1933-1934 öğretim yılında İstanbul’daki özel okulların sayısı resmî okullarınkinden daha fazla idi. (i) Özel Türk anaokulu, (ii) özel yabancı anaokulu ve (iii) özel azınlık anaokulu olmak üzere üçe ayrılan bu okulların sayısı 22 idi. Böylece İstanbul’daki toplam anaokulları sayısı 35’e ulaşıyordu.
1930’ların ikinci yarısında Türkiye bütün enerji ve kaynaklarını ilköğretimde okullaşma oranını yükseltmek için harcadı. İlköğretimde okullaşma oranı %20 civarında iken okul öncesi eğitime kaynak ayırmanın gerçekçi olmadığı düşünüldü. 1937-1938 öğretim yılında okul öncesi eğitime ayrılan bütçe ilköğretimi geliştirme çalışmaları için kullanıldı. Bu uygulamanın son aşaması, resmî ana sınıfları ve anaokullarının kapanması oldu. Cumhuriyet’in ilanı sırasında 80 olan ülkedeki resmî/özel toplam anaokulu sayısı 1937-1938 öğretim yılı sonunda 47’ye indi; başlangıçtaki sayı ancak 1964-1965 öğretim yılında geçilebildi. 1970’li yıllarda devlet mevcut ilkokul/ilköğretim okullarında ana sınıfları açarak okul öncesi eğitimi geliştirme politikası izlemeye başladı. Özel sektör de bağımsız anaokulları açarak, bu büyüme politikasına destek verdi. Bu eşzamanlı çalışmaların sonunda İstanbul ilindeki okul öncesi eğitim kurum, öğretmen ve öğrenci sayısında kayda değer artış meydana geldi. Nitekim 1995-1996 öğretim yılında okul sayısı 558’e, öğrenci sayısı 21.006’ya ve öğretmen sayısı da 1.201’e yükseldi. Ne var ki bu yükselme, doğum ve göç nedeniyle hızlı bir nüfus artışı yaşayan İstanbul’da okul öncesi çağ nüfusu okullaşma oranının %4,5’te kalmasına engel olamadı.
Okul öncesi eğitim, özellikle 2000’li yıllardan sonra devlet tarafından üzerinde ısrarla durulan ve çok yatırım yapılan eğitim alanlarından biri olmuştur. Çalışan sayısı 150’yi geçen işletmelere ve işyerlerine kreş açma şartı getirilmiştir. Anaokullarının kuruluş ve işletilmesine yönelik pek çok kolaylaştırıcı düzenleme hukuki altyapılar meydana getirilmiştir. Devletin bu alana yaptığı ciddi katkılar sonrasında okul öncesi eğitim son on yılda İstanbul’da belirgin biçimde nicel olarak artmıştır.
Okul öncesi eğitim, ana sınıfı ve anaokulu olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. 2012 yılında İstanbul’da resmî anaokulu sayısı 85, özel anaokulu sayısı da 762’dir. Anaokullarında toplam 3.371 öğretmen görev yapmaktadır. İstanbul’da 1.355 resmî ana sınıfı, 133 tane de özel ana sınıfı bulunmaktadır. Anaokullarında derslik başına 13, şube başına 14, öğretmen başına da 11 öğrenci düşmektedir.
İstanbul’daki ana sınıflarında ise, 3.078 derslik, 4.376 şube bulunmaktadır. Bu okullarda toplamda 86.300 öğrenci eğitim görürken, 4.014 öğretmen görev yapmaktadır. Bu ana sınıflarında derslik başına 28, şube başına 20, öğretmen başına ise 21 öğrenci düşmektedir.
Ana sınıfı ve anaokulu birlikte düşünüldüğünde, İstanbul’da toplamda 11.399 öğretmen görev yapmaktadır. Derslik başına 21, şube başına 17, öğretmen başına da 16 okul öncesi öğrenci düşmektedir. Bu dağılım okul düzeyi bakımında ideal bir rakam olarak kabul edilebilir. Bu durum, İstanbul’un okul öncesi eğitimde çağın gerektirdiği okullaşma ve en azından nicel ortalamayı yakaladığını göstermektedir.
Yukarıda verilen Cumhuriyet’in ilk yıllarına ait rakamlar ile Tablo 1’de verilen 2011-2012 yılına ait veriler karşılaştırıldığında, son yıllarda ivme kazanan büyümenin neticesinde İstanbul’da okul öncesi eğitim alanında da önemli gelişme kaydedildiği söylenebilir. Bu gelişmede özel okul yatırımcılarının çok büyük katkısı olduğu görülmektedir. Şöyle ki devlet ilköğretim okullarına eklediği sınıflarla ana sınıfı sayısının artmasında başrol oynamıştır. Nitekim sözü edilen tarihte İstanbul’daki 1.488 ana sınıfının %91,1’i resmî iken, 3-5 yaş gruplarına ait 847 anaokullarından yalnız %10’u resmîdir.
Tablo 1- 2011-2012 öğretim yılında İstanbul’da okul öncesi eğitimin durumuna ilişkin sayısal göstergeler |
|||||
Okul Türü |
Okul |
Derslik |
Şube |
Öğrenci |
Öğretmen |
Anaokulu (Resmî) |
85 |
3.047 |
4.670 |
93.494 |
4.085 |
Anaokulu (Özel) |
762 |
2.676 |
2.319 |
28.222 |
3.300 |
Anaokulu Toplamı |
847 |
2.645 |
2.613 |
35.416 |
7.385 |
Ana sınıfı (Resmî) |
1.355 |
2.656 |
4.044 |
81.480 |
3.517 |
Ana sınıfı (Özel) |
133 |
422 |
332 |
4.820 |
497 |
Ana sınıfı Toplamı |
1.488 |
3.078 |
4.376 |
86.300 |
4.014 |
Okul Öncesi Toplamı |
847 |
5.723 |
6.989 |
121.716 |
11.399 |
Fakat kaydedilen gelişmeye rağmen geçtiğimiz öğretim yılında İstanbul okul öncesi eğitimde arzu edilen okullaşma oranına sahip değildir. Okullaşma oranının düşük olmasında, %90’ı özel sektöre ait anaokullarının yıllık ücretlerinin alt ve alt/orta gelir gruplarına mensup ana-babaların ödeyemeyeceği kadar yüksek olmasıdır.
İlköğretim
1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu [METK] diğer eğitim kademeleri gibi ilköğretimi de tanımlamıştır. Kanuna göre Türkiye eğitim sisteminde ilköğretim, 6-13 yaşlarındaki çocukların eğitim ve öğretimini kapsamaktadır. Kız ve erkek bütün yurttaşlar için zorunludur ve devlet okullarında parasızdır. İlköğretimin amacı; öğrencilerin iyi birer insan ve vatandaş olabilmesi için, gerekli temel bilgi, beceri, davranış ve alışkanlık kazanmasını, millî ahlak anlayışına uygun olarak yetişmesini, ilgi, istidat ve kabiliyetleri yönünden hayata ve bir üst öğrenime hazırlanmasını sağlamaktır.
İlköğretimin temel vatandaşlık eğitimi olarak tüm çağ nüfusu için zorunlu hâle getirilmesi, Batı’da ulus devletlerin bekalarını güvence altına almak için ortak duygu ve düşünceler etrafında birleşen nesiller yetiştirme ihtiyacı duymaları ile ortaya çıkmıştı. Ayrıca Avrupa’da XVIII. yüzyılda yaşanan Aydınlanma Çağı’nda temel eğitimin bir insan hakkı olduğu düşüncesinin yerleşmesi ve Sanayi Devrimi’nin ortak bilgi, beceri ve tutum/değer sahibi iş gücü temini için kitle eğitimini dayatması da bu süreçte etkili olmuştu. Türkiye’de Osmanlı’nın son yüzyılı zorunlu temel eğitim düşüncesinin yerleşmesi, kanuni bir zemine kavuşturulması ve hayata geçirilmesi çabalarına sahne olmuştu.
Tanzimat’tan itibaren ilköğretimi modernleştirme ve yaygınlaştırma yolunda büyük gayretler gösterilmişse de Osmanlı’dan Cumhuriyet’e %9 civarında bir okuryazar bir nüfus, ilköğretimde %20 civarında bir okullaşma kalmıştı. Bu miras Cumhuriyet Türkiye’sini çözmek için on yıllarca mücadele etmek zorunda kalacağı iki sorunla karşı karşıya bırakmıştı: ümmiliği ortadan kaldırma ve ilköğretim çağ nüfusunu okullaştırma. Bu sorunlar yaklaşık yarım yüzyıldır Osmanlı aydınları ve Rus Çarlığı tebaası Türk münevverleri tarafından tartışıla gelen alfabe meselesini yeniden gündeme getirecekti.
Yazı Devrimi ve Millet Mektepleri
Tanzimat’tan beri okuryazar oranını artırmak için düşünülen çarelerden biri Arap alfabesini Türkçeye uyarlamak veya yeni bir yazı kabul etmekti. Gazi Mustafa Kemal [Atatürk] bu sorunu araştırmak üzere İstanbul’da bir komisyon kurdu; kendisinin de kimi zaman bizzat katıldığı çalışmaların sonunda “Latin esaslı yeni Türk alfabesi”ne geçme kararı alındı. Gazi, bu kararı 8 Ağustos 1928 tarihinde İstanbul Sarayburnu’nda halka açıkladı. Zamanın başvekili İsmet İnönü’nün de ifade ettiği gibi, bir medeniyet değiştirme projesi olan Harf Devrimi, her düzeyde toplum kitlelerinin -zaten mahdut olan- okuma yazma seviyesini sıfıra indirdi. Okuma yazma oranının yükseltilebilmesi için çok farklı yollar denendi. Bunların başında hem yeni Türk harflerini öğretmek hem de temel vatandaşlık eğitimi vermek için açılan Millet Mektepleri gelmektedir. Mustafa Kemal, bu kuruluşun çalışmalarını İstanbul’da başlattı. Başöğretmen unvanıyla ilk dersi Dolmabahçe Sarayı’nda bizzat kendisi verdi. Devrim, şehirde çarpıcı görüntülere sahne oldu: Kısa zamanda bütün tabelalar değiştirildi; gazeteler önce kısmen birkaç ay sonra da tamamen yeni harflerle çıkmaya başladı. Ümmisi, eğitimlisi hemen herkes Millet Mekteplerine kaydoldu. Bu okulların faaliyetleri il valisinin yetki ve sorumluluğunda yürütülüyordu. Türk Ocakları ile daha sonra onların yerini alacak halkevleri ve halkodaları da bu çalışmaları desteklemişti. Fakat okuryazar oranının Harf İnkılabı öncesindeki seviyesine çıkması birkaç yıl almıştı.
Tek Parti Dönemi ve Geçiş Yılları
Türkiye Cumhuriyet’i 1923’te ilan edildikten sonra 22 yıl -kısa süreli denemeler hariç- tek partili sistemde CHP tarafından yönetilmiştir. Bu yıllarda CHP, bir ulus devlet olarak tasarlanan yeni Türk Devleti’nin bekasını ve milletin refahını gerçekleştirebilmek için, belirlediği ilkeler doğrultusunda bir dizi inkılap ve reform gerçekleştirmiştir. Genel olarak eğitim, bu süreçte bazen değişimin öznesi, bazen de nesnesi olmuştur.
1923-1950 yıllarında ilköğretimde nicel gelişme
1923-1924 öğretim yılında Türkiye’de toplam 5.010 ilköğretim okulu bulunuyordu; bunların 4.894’ü ilkokul, 116’sı -1973 yılına kadar resmen ortaöğretim kademesinde yer alan- ortaokuldu. Bu okullarda 351.835 öğrenci öğrenim görüyor; 11.292 öğretmen görev yapıyordu. Aynı tarihte İstanbul’daki ilköğretim okul, öğretmen ve öğrenci durumu, Cumhuriyet’in eğitimde devasa bir sorunla karşı karşıya olduğunu anlatır nitelikteydi.
Tablo 2- 1923-1924 öğretim yılında İstanbul’da ilköğretime ilişkin sayısal göstergeler |
|||
Okul türü |
Okul |
Öğrenci |
Öğretmen |
1 sınıflı ilköğretim okulu |
22 |
|
|
2 sınıflı ilköğretim okulu |
47 |
|
|
3 sınıflı ilköğretim okulu |
38 |
|
|
4 sınıflı ilköğretim okulu |
18 |
|
|
5 sınıflı ilköğretim okulu |
22 |
|
|
6 sınıflı ilköğretim okulu |
75 |
|
|
İlköğretim okulu toplam |
222 |
24.820 |
1.136 |
Kız Ortaokulu |
5 |
|
|
Erkek Ortaokulu |
6 |
|
|
Ortaokul toplamı |
11 |
1.588 |
84 |
İlköğretim genel toplam |
233 |
26.408 |
1.220 |
Tablo 2’de görüldüğü gibi, 1923-1924 öğretim yılında İstanbul’da farklı sınıf seviyelerine sahip okullar bulunmaktadır: Bir sınıflı 22, iki sınıflı 47, üç sınıflı 38, dört sınıflı 18, beş sınıflı 22, altı sınıflı 75 olmak üzere toplam 222 ilköğretim okulu vardı. Altı sınıflı ilköğretim okulları 1913 Tedrisat-ı İbtidaiyye Kanun-ı Muvakkati ile ibtidaî ve rüşdiyelerin birleştirilmesiyle teşkil edilmiş mekteb-i ibtidaîlerin devamıydı. Muhtemelen az sınıflı okullar öğrenci sayısı az, küçük yerleşimlerde, bilhassa -1927 nüfus sayımı verilerine göre- il nüfusunun %12,6’sının yaşadığı köylerde idi. Cumhuriyet’in ilan edildiği günlerde İstanbul’da bir ilköğretim okulu binası, beş ilköğretim okulu da öğretmeni olmadığı için kapalı durumdaydı. Bu arada ildeki ilköğretim okullarının yaklaşık %21,2 (n: 47)’si yalnız kızlara mahsustu. Aynı yıl İstanbul’da 6’sı erkek, 5’i kız olmak üzere toplam 11 ortaokul faaliyet gösteriyordu.
1923-1924 öğretim yılında ilköğretim okullarında 15.643’ü erkek, 9.177’si kız olmak üzere toplam 24.820 öğrenci vardı. Ortaokullarda ise 1.588 öğrenci öğrenim görüyordu. Tahmin edilebileceği gibi, İstanbul okullarında öğrenim gören kız öğrencilerin toplam öğrenci sayısına oranı (%36,9) ülke ortalamasından (%18,4) iki kat daha fazlaydı. Bu sonuç Tanzimat’tan beri kızların eğitim seviyelerini yükseltmek için yapılan çalışmaların sosyal, kültürel ve psikolojik yansımalarının eseriydi. Zira her alanda olduğu gibi kültür/zihniyet değişmeleri önce onu harekete geçiren odaktan çevreye doğru sirayet ediyordu; nitekim Müslüman kızların eğitim seviyesi de merkezden çevreye doğru artıyordu. İstanbul’daki bu uygun çevre, Mütareke Dönemi’nde İnâs Darülfünunu öğrencilerinin eylemiyle Batı’nın çoğu ülkesinden önce yükseköğretimde karma eğitime geçilmesine zemin hazırlayacaktı.
1923-1924 öğretim yılında İstanbul’da toplam 2.975 öğretmen görev yapmaktaydı. Bunların 1.136’sı ilköğretim okulu, 84’ü ortaokul öğretmeniydi. İlköğretim öğretmenlerinin kayda değer bir kısmı bayanlardan meydana geliyordu. Mesela, vilayetteki yatılı ilkokullarda ve darüleytamlarda görev yapan 79 öğretmenin 32’si (%40,5), ortaokullarda görevli 84 öğretmenin 45’i (%53,5) bayandı. Bu öğretmen cinsiyet dağılımı, Türkiye’de modernleşmenin hem sonucu hem de sebepleri arasında yer almıştı.
1933-1934 eğitim-öğretim dönemine gelindiğinde İstanbul merkez ilköğretim okullarında 524 erkek 946 kız, özel ilköğretim okullarında 441 erkek, 817 kız olmak üzere toplam 2.708 öğretmen görev yapmaktadır. Aynı tarihte, İstanbul’un köylerinde 391 öğretmen vardır. Aradan yaklaşık on iki yıl geçtikten sonra ise, [1945-1946 döneminde] İstanbul merkezdeki resmî ve özel ilköğretim okullarında 607 erkek, 1.654 kız, toplamda 2.261 öğretmen görev yapmaktadır. Aynı tarihte İstanbul’un köylerinde 439 öğretmen bulunmaktadır. Merkez ve köylerde görev yapan toplam öğretmen sayısı 2.700’dür. Bu rakamlar öğretmen sayısında on iki sene öncesine göre gerilemeyi göstermektedir.
Bu dönemde öğretmen kaynakları da çok farklı idi. Örneğin, 1933’te İstanbul merkezde görev yapan öğretmenlerin 37’si yüksekokul mezunu, 99’u lise mezunu, 1.045’i ilköğretmen okulu mezunu, 98’si orta dereceli meslek yüksekokulu mezunu, 123’ü de ilkokul mezunudur.
1940’ta İstanbul’da ilk defa yatılı ilköğretim okulları da açılmıştır. Bunlar: Büyükçekmece Yatılı Okulu, Beykoz Bozhane Köy Yatılı Okulu, Şile Teke Köyü Yatılı Okulu, Şile Kurallı Köy Yatılı Okulu’dur. 1938’deki eğitim istatistiğine göre İstanbul’un nüfusu henüz 1.000.000’a ulaşmış değildir. 884.222 kişinin yaşadığı ilde 477 resmî ilkokul vardır. Bu okullarda toplam 73.256 öğrenci eğitim alırken, 1.859 öğretmen de görev yapmaktadır. Bu tarihte İstanbul’un 11 merkez, 6 tane de çevre ilçesi vardır (Tablo 3) ve bazı köylerinde okul, bazılarında da öğretmenin olmadığı bilinmektedir.
Tablo 3- 1938 yılında İstanbul’un ilçelerinde ilköğretimin durumuna ilişkin sayısal göstergeler |
||||
İlçeler |
Nüfus |
Okul |
Öğrenci |
Öğretmen |
Eminönü |
100.923 |
18 |
6.294 |
153 |
Fatih |
150.504 |
37 |
15.789 |
366 |
Eyüp |
26.269 |
22 |
3.164 |
83 |
Beyoğlu |
232.170 |
29 |
10.496 |
258 |
Beşiktaş |
54.761 |
17 |
5.576 |
144 |
Sarıyer |
24.266 |
17 |
1.975 |
63 |
Beykoz |
21.197 |
13 |
2.718 |
77 |
Üsküdar |
57.071 |
28 |
4.846 |
157 |
Kadıköy |
57.542 |
20 |
5.285 |
138 |
Adalar |
16.814 |
4 |
412 |
16 |
Bakırköy |
28.377 |
21 |
2.501 |
67 |
Şile |
15.101 |
42 |
2.893 |
64 |
Kartal |
17.379 |
85 |
1.917 |
57 |
Yalova |
16.840 |
30 |
1.991 |
44 |
Silivri |
22.790 |
25 |
2.898 |
64 |
Çatalca |
42.218 |
69 |
4.501 |
108 |
Toplam |
884.222 |
477 |
73.256 |
1.859 |
İstanbul’daki ilköğretim rakamlarında 1950’lere kadar radikal bir değişimin olmadığı görülür. Zira bu dönemde uluslararası düzeyde ciddi siyasal ve sosyal gelişmeler söz konusudur. Nüfus henüz hızla artışa geçmemiştir. Daha da önemlisi İstanbul’da kültürel ve kentsel dokuyu altüst eden göç akını da henüz başlamamıştır.
Öğretim Birliği ve Laikleşme
Cumhuriyet’in ilanından sonra eğitim alanında bir dizi inkılap yapıldı ve bütün bu inkılapların öncelikle başladığı yer İstanbul oldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen eğitim inkılaplarının en önemli amaçlarından biri, laik bir eğitim sistemi kurmaktı. Bu nedenle Fransa’da III. Cumhuriyet’in izlediği yoldan gidilerek din dersleri ve/veya dinî temalar okul programlarından çıkarıldı. Köy okulları 1939 yılına kadar bu uygulamanın dışında tutuldu; tabii olarak bu sırada İstanbul belediyesi sınırları içindeki okullarda din eğitimi verilmezken, sınırların 3-5 km ötesindeki köylerde devam ediyordu.
Laikleştirme ve ulus devlet politikaları kapsamında gerçekleştirilen icraatlardan biri de Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na göre Darü’l-Hilafe medreselerinin ibtidaî kısmı lağvedilerek İmam Hatip Mektebi adıyla açılan okulların kısa bir süre sonra kapatılmasıydı. 1924-1925 öğretim yılında İstanbul İmam Hatip Mektebi’nde İbtidaî Hariç kısmında 269, İbtidaî Dâhil kısmında ise 119 öğrenci olmak üzere toplamda 383 ibtidaî imam hatip öğrencisi eğitim görmeye başlamıştı. Ancak aşağıda değinileceği gibi bu okul 1931 yılında kapatılmıştı.
Metropolleşme Süreci: Nicelik-Nitelik İkileminde Gelişme
1950 yılı Türkiye için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. XX. yüzyılın ikinci yarısında nüfusu 13 kat artan İstanbul, dünyanın en önemli metropollerinden biri hâline gelmiştir. Sosyal ve kültürel değişme, sanayileşme, kentleşme gibi alanlarda çok büyük nicel gelişmeler sağlanmıştır. Fakat bu hızlı gelişme ilköğretimde kaliteyi erozyona uğratan birçok sorunu da beraberinde getirmiştir.
1950-2012 yıllarında İstanbul’da ilköğretimin nicel gelişimi
1950’de DP’nin iktidara gelmesiyle başlayan yeni dönemde yaşanan sanayileşmenin sosyal yaşamdaki en önemli yansıması olan göç, ilköğretimi şekillendiren en önemli faktör olmuştur. Nitekim Tablo 4’te görüldüğü gibi, bu dönemde göçün tetiklediği hızlı nüfus artışının sonucu olarak ilköğretime devam eden öğrenci sayısı, okul ve öğretmen sayısına göre daha fazla artmış; bu da öğretmen başına düşen öğrenci sayısının artmasına, sınıfların giderek daha kalabalıklaşmasına yol açmıştır. Mesela birinci göç dalgasının yaşandığı, Fikirtepe, Kuştepe, Zeytinburnu gibi semtlerde birinci nesil gecekondu türü yerleşim alanlarının doğup dışa doğru yayıldığı 1950-1970 arası dönemde İstanbul’da okul sayısı 1,4 kat artarken, öğretmen sayısı 4,3 kat, öğrenci sayısı ise 7,6 kat artmıştır. Buna göre öğrenci sayısındaki artış, okul sayısındaki artıştan 5,4 kat, öğretmen sayısındaki artıştan 1,7 kat daha fazla olmuştur. Bu orantısız büyüme İstanbul’da kronikleşen bir derslik sayısı açığına, o kadar olmasa da öğretmen sayısı yetersizliğine yol açmıştır.
XX. yüzyılın son otuz yılına ait sayısal verilere bakıldığında artış oranlarının değiştiği, fakat sürecin genel karakterini koruduğu görülmektedir. Zira 1970-2000 yıllarında İstanbul’daki okul sayısı 2,3 kat artarken, öğretmen sayısı 5,0 kat, öğrenci sayısı ise 4,8 kat artmıştır (Tablo 4). Bu yıllarda öğretmen ve öğrenci sayıları birbirlerine yakın oranlarda seyrederken okul sayısı daha yavaş artmıştır. Bu bulgulara bakarak İstanbul’da ilköğretimde yaşanan hızlı/kontrolsüz demografik büyümeden kaynaklanan -aşağıda daha geniş olarak değinilecek- sorunlarının XXI. yüzyıla girerken de devam ettiği söylenebilir.
Tablo 4- DP İktidarından bugüne İstanbul’da ilköğretimin gelişimine ilişkin sayısal göstergeler |
|||
Öğretim Yılı |
Okul |
Öğretmen |
Öğrenci |
1949-1950 |
475 |
1.841 |
42.735 |
1969-1970 |
662 |
7.878 |
327.271 |
1991-1992 |
1.125* |
22.112 |
847.869 |
539** |
4.839 |
379.183 |
|
2000-2001 |
1.500 |
39.597 |
1.569.196 |
2011-2012 |
1.437 |
57.071 |
1.647.095 |
*İlkokul
**Ortaokul
2011 - 2012 öğretim yılına ait göstergeler
2011-2012 öğretim yılına ait verilere bakıldığında öğrenci sayısındaki artışın durma noktasına geldiği, buna karşılık öğretmen sayısında %44 oranında bir artış kaydedildiği görülmektedir. Bu rakamlara göre, son altmış yıldır ilk kez, il genelinde okul/derslik, öğretmen ve öğrenci sayılarındaki hareketlerin niteliği artıracak şekilde geliştiği söylenebilir (Tablo 4, 5).
Tablo 5’e bakıldığında İstanbul’da 1.437 resmî ilköğretim okulu bulunduğu, bunlardan 1383’ünün ilköğretim okulu, 1’inin ise yatılı ilköğretim bölge okulu (YİBO) olduğu görülmektedir. Toplam resmî ilköğretim okulları öğrenci sayısı 1.647.095’tir. İstanbul MEM tarafından yayınlanan rakamlara göre özel Türk okullarının tüm özel okullar toplamına oranı %81,7’ye ulaşmıştır. Ayrıca 2009-2010 öğretim yılı itibarıyla ülke genelinde %98,2 olan okullaşma oranı, İstanbul için %99,7 olarak gerçekleşmiştir.
1950 - 2012 Yıllarında İstanbul’da ilköğretimin nitel gelişimi
Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle başlayan yeni dönemde hızla büyüyen İstanbul’da ilköğretim alanında sayısal büyüme büyük bir hızla devam ederken, nitelikle ilgili hem olumlu hem de olumsuz bazı gelişmeler yaşanmıştır.
i) Çağ nüfusunu okullaştırmada altyapı sorunu ve eğitimin niteliği
Kurulduğu günden itibaren Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerinin eğitim politikalarına yön veren hedeflerden biri temel eğitim çağ nüfusunun bütünüyle okullaştırılmasıdır. Türkiye genelinde çağ nüfusu ile altyapı arasındaki orantısız gelişme iki sorun doğurmuştur: okul/derslik yetersizliği ve öğretmen açığı. İstanbul bu iki sorundan ilkini 1950’li yıllardan beri her zaman, ikincisini ise kimi zaman yaşamıştır.
Tablo 6’da 2011-2012 öğretim yılı itibarıyla İstanbul’daki ilköğretim okulları, okul, derslik, şube ve öğretmen başına düşen öğrenci sayısı bakımından Türkiye ortalamasına göre daha kötü durumdaydı. Türkiye geneline göre İstanbul’daki sınıflarda 14 fazla öğrenci öğrenim görüyor; öğretmen başına 6 öğrenci daha fazla düşüyordu.
Tablo 6- İlköğretimde okul, şube, öğretmen ve derslik başına düşen öğrenci sayısı bakımından üç büyük il ve Türkiye’ye ilişkin göstergeler |
||||
|
Birim başına düşen öğrenci sayısı |
|||
|
Okul |
Şube |
Öğretmen |
Derslik |
Türkiye |
323 |
25 |
20 |
30 |
İstanbul |
1.021 |
32 |
26 |
44 |
Ankara |
581 |
27 |
18 |
26 |
İzmir |
441 |
25 |
17 |
30 |
2011-2012 öğretim yılı verilerine göre, İstanbul’daki ilköğretim okullarında derslik başına 44 öğrenci düşmektedir. Günümüzde uluslararası kabul gören ideal sınıf mevcudu 24 olduğuna göre İstanbul’daki ilköğretim okulları dersliklerinde 20 öğrenci fazlası vardır. Keza İstanbul ilköğretim okulu derslikleri Türkiye ortalamasına göre de daha kalabalıktır. Zira ilköğretimde ülke genelinde derslik başına düşen öğrenci sayısı 30’dur. İstanbul ülkenin üç büyük ili içinde de bu açıdan en olumsuz şartlara sahip olanıdır. Dikkat çekici olan nokta, İstanbul’da derslik başına Türkiye ortalamasına göre 14 öğrenci fazla düşerken, Ankara ve İzmir’e ait ortalama derslik mevcutlarının bu ortalamanın altında kalmasıdır.
Özet olarak söylemek gerekirse, İstanbul XXI. yüzyılın ilk on senesini geride bıraktığında, kentteki ilköğretim okullarının önemli bir kısmında derslikler, pek çok il merkezindekilere göre daha kalabalıktı. Elbette bu durum eğitimin kalitesini artırmak için alınan bütün diğer tedbirleri etkisiz bırakıyordu.
ii) Fırsat ve imkân eşitliği açısından okullar arasındaki farkların artması
İstanbul ilköğretim okulları arasında çağ nüfusunun altyapıya göre fazla olmasının sebep olduğu sorunlardan biri, il içerisindeki okullar arasında da niteliği etkileyen unsurların özellikleri bakımından da önemli farklar vardır. Bu farklar, resmî okullar ile özel okullar ve göç alma ve/veya nüfus artışı yönünden farklı süreçler yaşayan ilçeler arasında çok fazladır. Tablo 6’da görüldüğü gibi resmî ilköğretim okullarında derslik ve öğretmen başına düşen öğrenci sayısı özel okullardan 3,2 kat daha fazladır. Bu fark resmî okulların bulunduğu ilçenin özelliklerine göre de değişmektedir.
Nitekim göç ve/veya doğum nedeniyle hızlı nüfus artışı yaşayan ilçelerle nüfus artışı durağanlaşan ilçeler arasında da birim başına düşen öğrenci sayısı bakımından büyük farklar vardır. Nitekim il ortalaması 49 olduğu hâlde derslik başına düşen öğrenci sayısı Esenler’de 79’u bulmakta; Bağcılar, Gaziosmanpaşa ve Bayrampaşa’da 60’ı geçmektedir. Bahçelievler, Eyüp, Küçükçekmece ve Zeytinburnu’nda da bir sınıfta 50 civarında öğrenci öğrenim görmektedir. Derslik başına düşen öğrenci sayısı olarak belirlenen ideal miktarın 2 katından daha fazla öğrenci bulunan bu kalabalık dersliklerde nitelikli bir eğitimin pek mümkün ol(a)mayacağı açıktır.
Ancak bu konuda durum on- on beş yıl öncesine kadar daha vahimdi. XXI. yüzyıl arifesinde İstanbul her yıl 400.000 civarında nüfus artışı yaşıyordu. Çağ nüfusunun okullaştırılabilmesi için her yıl en az 2.000 dersliğe ihtiyaç vardı. Bu yıllarda Ömer Balıbey İl Millî Eğitim müdürü olarak başarılı bağış kampanyaları yürütmüştür. Okul ve derslik yapımı, kimi zaman hız kesse dahi bugüne kadar devam etmiş; fakat sorun bütünüyle çözülememiştir.
Bu arada Millî Eğitim Bakanlığı 1999 Marmara depreminden sonra İstanbul’a yaptığı yatırımların önemli bir bölümünü, mevcut okul binalarını depreme karşı güçlendirilmesi ve çok kötü durumda olanları da yıkıp yeniden yapılması şeklinde olmuştur. Bu nedenle mekânsal meselelerin çözümü 2010’lu yıllara kadar sarkmıştır.
Günümüzde bütün gelişmiş memleketlerde olduğu gibi Türkiye’de de herhangi bir eğitim kademesindeki bütün okulların başarı sıralaması objektif ulusal sınavların sonuçlarına göre yapılmaktadır. Türkiye’de bu amaçla Seviye Belirleme Sınavı [SBS] yapılmaktaydı. Yukarıda sözü edilen olumsuz faktörler nedeniyle İstanbul, SBS’ye giren tüm katılımcılarının aldığı puanların ortalamasına göre yapılan sıralamada ilk sıralarda değildi. Oysa okullar arasında yapılacak bir sıralamada ilk 100 okul arasına girenlerin çoğu bu kentten çıkacaktır. Bu durum, İstanbul’daki okullar arası kalite farkının fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) 2013-2014 eğitim-öğretim yılından itibaren Ortaöğretime geçişte Seviye Belirleme Sınavı’nın (SBS) yerine getirilen Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sistemi ile merkezî sınavlar yapmaya başladı. Bakanlık TOGEM sistemi ile öğrenci, okul ve öğretmen ilişkisinin güçlendirileceğini, müfredatın ülke çapında eşzamanlı gideceğini, öğrenciler için daha stressiz olacağını ve okul dışı eğitim kurumlarına yönelme ihtiyacının azalacağını ileri sürmektedir.
1950 - 2012 yıllarında okul sistemindeki yapısal gelişmeler
Türk milli eğitim sisteminin ilk ve orta öğretim sisteminde program ve kademelenme bakımlarından sürekli değişimler meydana gelmiştir. Cumhuriyet’in başlarından yakın zamanlara kadar ilk ve orta öğretimin kademelenmesi, 5+3+3 iken, 1997 sonrasında 8+3 ya da 8+3+4 şekline getirilmiştir. 2012 yılında ise 4+4+4 sitemine geçilmiştir. Bu süreçte okul türlerinde de sürekli değişimler olmuş, bir dönem ilkokul olan bina, zaman içinde orta ya da lise ya da tam tersi olmuştur. Dolayısıyla İstanbul’daki ilk ve orta öğretime ilişkin verilen rakamları dönemine göre düşünmek ve değerlendirmek gerekir.
28 Şubat dönemi olarak bilinen 1997’deki bazı değişimler sırasında İmam Hatip okullarının orta kısımları kapatılmıştır. 2012 yılında ilk ve orta öğretimin yeniden kademelenmesi sırasında İman Hatip okullarının orta kısmı yeniden açılmıştır. Bu yeni süreçte İstanbul’da 5’i Anadolu İmam Hatip Lisesi olmak üzere, 39 İmam Hatip Lisesi eğitime başlamıştır. Bu okullarda toplam, 46.280 öğrenci eğitim alırken, 1.973 tane öğretmen de görev yapmaktadır.
Ortaöğretim
Günümüz Türk eğitim sisteminde ortaöğretim; ilköğretime dayalı, en az dört yıllık genel, mesleki ve teknik öğretim kurumlarının tümünü kapsayan bir öğretim kademesidir. Fakat hemen belirtelim ki Cumhuriyet dönemi boyunca ortaöğretim kuruluş, amaç ve görevler yönünden bazı önemli değişikliklere uğramıştır. Bunların en önemlisi, Fransız eğitim sistemi model alınarak yapılandırılan Osmanlı eğitim sisteminde ortaöğretimin birinci kademesini oluşturan rüşdiyelerin muadili olarak Cumhuriyet’in ilanından sonra kurulan ortaokulların, 1973 yılında yürürlüğe giren Millî Eğitim Temel Kanunu [METK] ile süresi sekiz yıla çıkarılan ilköğretime dâhil edilmesidir. Bu düzenlemeden sonra ortaöğretim, liselerden oluşan bir öğretim kademesine dönüşmüştür.
Tanzimat’tan itibaren yüz elli yılı aşkın bir süre modern bir toplum ve devlet düzeni inşa etmeyi hedefleyen Türkiye’de, ortaöğretime eğitimde örnek alınan Batı ülkelerinden farklı bir misyon yüklenmiştir. Bu misyon, ilköğrenimini bitirenleri yükseköğrenime ve/veya hayata hazırlamak ve dahası onları çağdaş ölçülerde genel kültürle donatmak suretiyle seçkin/aydın bir sınıf teşekkül ettirmekti. Nitekim ilköğretimde okullaşma oranının %20 civarında seyrettiği geri kalmış bir tarım ülkesi olan ve gerçekleştirilen bir dizi reform/devrimle sanayi toplumlarının yükselttiği Batı medeniyetine girmeye çalışan Atatürk Türkiye’sinde bu görev, Hasan Âli Yücel’in ifadesiyle “Cumhuriyet neslinin elit zümresi”ni yetiştirmek idi. Yücel’in Maarif Vekili olduğu Millî Şef İnönü devrinde de Maarif Vekâleti, bu görevi münevver zümre yetiştirmek olarak tanımlamıştı. Bu zümre, Cumhuriyet rejiminin belkemiğini oluşturacağı için Atatürk ve ekibi için son derece önemliydi. Gerçekte onlar, ortaöğretim kurumlarına yükledikleri misyon yönünden, yükseköğretimin emekleme evresinde olduğu Tanzimat Devri’nde Mekteb-i Sultanî başta olmak üzere lise dengi okullara Osmanlıcılık siyasetinin can damarları olarak bakan Osmanlı devlet adamlarıyla benzer bir tutum içindeydi.
Devletin böylesine kritik bir rol yüklediği ortaöğretim kurumları, tarım dışı ekonomik faaliyet ve istihdamın son derece sınırlı olduğu ülkede sivil ve askerî bürokraside istihdam edilme imkânı sağladığı için toplum nezdinde de çok saygındı. Nitekim pek çok ilde lisenin bulunmadığı Atatürk devrinde bu okullar, söz konusu illerden gelen öğrencilerin akınına uğramıştı. Bu yıllarda İstanbul, taşradan en fazla öğrenci alan şehirlerden biriydi. 1936-1937 öğretim yılında şehirdeki dokuz lise diğer illerden gelen gençlerin yatılı olarak öğrenim görme talebine cevap veremez durumdaydı. Atatürk devrinde elit/münevver zümre yetiştirmekle görevlendirilen ortaöğretim kurumları politikasında niteliğin korunması/yükseltilmesi, nicel gelişmeye tercih ediliyor; şartlar oluşmadan yeni lise açılmıyordu. Bu nedenle 1923-1924 ve 1935-1936 öğretim yılları arasında resmî lise sayısı 23’ten 36’ya çıkabilmiş, dahası kız lisesi sayısı azalmıştı. Fakat Saffet Arıkan’ın Kültür [Eğitim] bakanlığı döneminde (1935-1938) ilköğretimde eğitmen kurslarıyla başlayan politika değişikliği ortaöğretime de yansımış ve okullaşma oranının süratle artırılması ilke olarak benimsenmişti. İlköğretimden yükseköğretime okullaşma oranının gelişmiş ülkelerdeki seviyelere çıkarılması çok partili dönemde de siyasi iktidarların değişmez politik hedeflerinden biri oldu. Bu politikaların sonucu olarak 2010-2011 öğretim yılı itibarıyla, Cumhuriyet’in ilk yıllarında çoğu il merkezinde dahi bulunmayan liseler ilçe merkezlerine kadar yayıldı; ortaöğretim çağ nüfusunun okullaşma oranı %67’ye çıktı. Son elli yılda, bir neslin üç tarihî sosyal aşamayı yani tarım, sanayi ve bilgi toplumu evrelerini birlikte yaşadığı hızla gelişen Türkiye’de ortaöğretimin misyonu da değişti. Tanzimat’tan itibaren ülkenin elit/münevver zümresini yetiştirmesi beklenen ortaöğretim kurumları, çağ nüfusunun yaklaşık 3/4’üne hizmet götüren kitle eğitimi veren okullara dönüştü. Millî Eğitim Temel Kanunu ortaöğretimin amaç ve görevlerini öğrencilere etkin birey/vatandaşın sahip olması öngörülen bilgi, beceri, tutum ve değerleri kazandırmak, hayata ve mesleğe yahut yükseköğretime hazırlamak şeklinde tanımlayarak, ülkedeki topyekûn gelişmenin beraberinde getirdiği misyon değişimini yasal zemine kavuşturdu. Adı geçen kanun, millî eğitim sisteminin temel ilkeleri arasında eğitim hakkı, imkân ve fırsat eşitliği esaslarına da yer vermek suretiyle nihai olarak tüm vatandaşların eğitim seviyelerinin ilgi ve yeteneklerinin elverdiği en yüksek düzeye çıkarılmasını öngörüyordu. Kanunun yürürlüğe girmesini izleyen kırk yılda Türkiye, sosyal ve ekonomik alanlarda kaydettiği gelişmeye paralel olarak, yükseköğretim çağ nüfusunun %33’ünü okullaştırmayı başardı. Böylece gelişmiş ülkelerde olduğu gibi yalnız ortaöğretim değil yükseköğretim de kitle eğitimi vasfı kazandı.
Millî Eğitim Temel Kanunu’na göre; ortaöğretim, çeşitli programlar uygulayan liselerden meydana gelmektedir. Belli bir programa ağırlık veren okullara lise, teknik lise ve tarım meslek lisesi gibi eğitim dallarını belirleyen adlar verilmektedir. Nüfusu az ve dağınık olan ve Millî Eğitim Bakanlığı’nca gerekli görülen yerlerde, ortaöğretimin, genel, mesleki ve teknik öğretim programlarını bir yönetim altında uygulayan çok programlı liseler kurulabilmektedir. İstanbul her geçen gün sayı ve türleri artan ortaöğretim kurumlarına dair nicel ve nitel göstergeler açısından da Türkiye’nin önde gelen ilidir.
Genel Ortaöğretim
Bugünkü Türkiye eğitim sisteminde genel ortaöğretim; ilköğretime dayalı en az dört yıllık eğitimle öğrencilere genel kültür kazandırmanın yanı sıra, onları ilgi, istek ve yetenekleri doğrultusunda yükseköğretime ve/veya geleceğe hazırlayan eğitim-öğretim süreci olarak tanımlanmaktadır.
Ortaöğretim Reformu: Sultanîden Liseye
Cumhuriyet’in kurucu iradesi ortaöğretim kurumlarına -yukarıda da değinildiği gibi- yeni rejimin değerlerini içselleştirmiş, onu her tehlikeye karşı korumaya kararlı bir seçkin/aydınlar zümresi yetiştirme görevi vermişti. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda resmî dininin İslam olduğu yazsa da daha ilk günden itibaren yeni Türk Devleti, laik cumhuriyet olarak inşa ediliyordu. Osmanlı’dan devralınan ortaöğretim kurumlarının mevcut hâliyle sözü edilen görevi ifa etmesi mümkün değildi. Nitekim Cumhuriyet hükûmetleri ortaöğretimi rejime uygun hâle getirmek için bir dizi reform yaptı. Bunların başında, Cumhuriyet neslinin padişahlık ile bütün hissî bağlarını koparma politikasına uygun olarak, eski rejimin sembolü olan sultana atfen ortaöğretim kurumlarına verilen sultanî adı kaldırıldı ve yerine lise adı kondu. Bu sözcük 1869 Maarif-i Umumiyye Nizamnâmesi ile Osmanlı eğitim sistemine şekil veren Fransa’dan alınmıştı.
Ortaöğretim yeniden yapılandırılırken Fransa yalnız okul ad(lar)ının değişmesinde değil, programların geliştirilmesinde de model olmuştu. Zira III. Cumhuriyet döneminde çıkarılan yasalar (1881, 1882, 1904) ile temel eğitimi parasız ve zorunlu hâle getiren Fransa; önce din eğitimini okul dışına çıkarmış, sonra da dinî eğitim veren kurumları kapatmıştı. Kronolojik olarak Fransa’dan farklı bir süreç yaşamış olsa da Türkiye, ortaöğretimi laikleştirirken amaç, kapsam ve yöntem açısından aşağı yukarı aynı programı uygulamıştı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleştirilen bu program, her biri Türk eğitim tarihinin önemli kırılma noktalarından biri olarak kaydedilecek şu aşamalardan oluşuyordu:
Din Derslerinin Kaldırılması
Cumhuriyet’in ilanından sonra yayınlanan 1924 lise programında, Tanzimat’tan beri bütün ortaöğretim kurumlarının programlarında bulunan din derslerine yer verilmedi. Maarif Vekâleti bu uygulamayı Tarih IV adlı lise ders kitabında Cumhuriyet nesline “vicdan serbestliği” prensibini hayata geçirmek için din eğitiminin “ferde ve aileye” bırakılması olarak açıklamıştı. Ülkede çok partili siyasi rejime geçilmesini izleyen yıllarda, tüm eğitim kademelerinde sonlandırılmış olan din eğitiminin en geç canlandığı (1967-1968) eğitim kurumları liseler oldu.
Din Eğitimi Veren Okulların Kapatılması:
Tevhid-i Tedrisat Kanunu bir yandan tüm okulları MEB’in yönetim, gözetim ve denetimi altına alırken diğer taraftan da bu tarihe kadar medreseler tarafından sürdürülen imamlık, hatiplik ve vaizlik gibi dinî hizmetleri yürütecek kişileri yetiştirmek üzere imam hatip mektepleri açılmasını öngörüyordu. Kanun yürürlüğe girdikten sonra ülke genelinde 29 imam ve hatip mektebi açılmış; bu arada, artık gerek kalmadığı gerekçesiyle medreseler kapatılmıştı. Ne var ki yeni açılan okulların çok büyük bir kısmı da talep olmadığı gerekçesiyle kaldırılmıştı. Nitekim 1926-1927 öğretim yılında geriye İstanbul ve Kütahya’da iki okul kalmış; onlar da 1929-1930 öğretim yılında lağvedilmişti.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu uyarınca imam ve hatip yetiştirmek üzere açılan eğitim kurumlarından biri İstanbul İmam Hatip Mektebi idi. Maarif Vekâleti bunları da birer meslek okulu kabul ediyordu. İlkokul üzerine dört yıl süreli bu kurumlar, diğer meslek okulları gibi lise muadili değildi. Bu nedenle de mezunları üniversiteye devam edemiyordu. Bu okullar yerlerine kuruldukları Darülhilafe medreselerinin altyapısını kullanmıştı. İstanbul İmam Hatip Mektebi de önce Fatih’teki Tophane Medresesi’nde, ardından da Sultan Selim’deki Medresetü’l-Mütehassısîn binasında faaliyet göstermişti. Öğrenim süresine göre ağır sayılabilecek bir programları vardı. Gelişim projeksiyonu lise denkliğini sağlayarak Darülfünûn İlahiyat Fakültesi’ne kaynak oluşturmaktı. Bu yönde çalışmalar sürdürülürken, üç yıl arayla her ikisi de kapatıldı (1930, 1933). Böylece Cumhuriyet’in onuncu yılında Türkiye’de köy ilkokulları hariç din eğitimi veren kurum kalmadı ve Türk İnkılabını derinden etkileyen III. Cumhuriyet Fransa’sında gerçekleştirilen din eğitiminin olmadığı laik eğitim modelinin bir benzeri ortaya çıktı.
Arapça ve Farsça Derslerinin Kaldırılması
Türk inkılabının nihai hedeflerinden biri, kurulan ulus devletin üzerinde yükseleceği bir “millî kültür” inşa etmekti. Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat ilgilendiği dil ve tarih çalışmaları da bu hedefi gerçekleştirmeye yönelikti. Dil alanında yapılan çalışmalarla yabancı dillerin etkisinden olabildiğince kurtulmuş bir Türkçeye sahip olunması bekleniyordu. Bu, Tanzimat’tan beri var olan dil hareketinin geldiği en önemli aşamalardan biriydi. Cumhuriyet, imparatorluğun dilinin adı olan Lisan-ı Osmanî’yi değiştirdiği gibi, Türkçeyi onu büyük ölçüde şekillendirmiş olan Arapça ve Farsçanın nüfuzundan kurtarmak istiyordu. Bu düşüncenin okul programlarına yansıması, Arapça ve Farsça derslerinin kaldırılması oldu. Şüphesiz bu uygulamada laikliği güçlendirmek için Türkiye’yi yaklaşık bin yıldır içinde yer aldığı İslam kültür çevresinden uzaklaştırma politikasının da etkisi vardı.
Yabancı ve Azınlık Okullarının Laikleştirilmesi
Yabancı ve azınlık okullarının Osmanlı dönemindeki devlet otoritesini hiçe sayan, hatta birçok yerde yıkıcı ve bölücü faaliyetleri desteklemeye kadar varan tutum ve hareketleri, bunlara karşı ciddi bir güvensizlik doğurmuştu. Lozan Barış Antlaşması ile Maarif Vekâleti’ne bağlı diğer okullardan farksız hâle gelmelerine rağmen, bu güvensizlik Cumhuriyet’in ilanından sonra da devam etmişti. Söz konusu okulların Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun duygu ve düşünce birliğine sahip bir nesil yetiştirme hedefine aykırı uygulamaları, bu güvensizliği artırıyordu. Özellikle vaktiyle birer misyoner okulu olarak kurulan yabancı okulların dinî ritüel ve sembollerini muhafaza etmeleri, kabul edilemez bulunuyordu. Nihayet Maarif Vekâleti, bu okullar üzerinde sıkı bir denetim kurmak ve Cumhuriyet’in prensiplerini tatbik etmek üzere harekete geçti. Öğretmen ve öğrencilerin dinî semboller kullanmaları, dinî kıyafetle dolaşmaları, öğrencilere dinî telkinde bulunulması vb. yasaklandı. Misyonerlik faaliyeti yaptıkları gerekçesiyle iki Amerikan koleji kapatıldı; bunlardan biri İstanbul Göztepe’de idi. Bu tedbirler Türkiye ile bazı Batılı ülkeler arasındaki siyasi ilişkileri gerdi; fakat Türkiye resmî okullarında uyguladığı laik eğitim siyasetini bu okullarda da kararlı bir şekilde sürdürdü.
Erken Cumhuriyet Dönemi
Tarihi boyunca yakın ve uzak çevresinin siyasi, ekonomik ve kültürel merkezi olan İstanbul; bu özelliğini Türkiye’nin modernleşme döneminde de muhafaza etti. Tanzimat’a girerken açılan ilk modern okullar ve onları izleyenlerin ilk örnekleri, hep İstanbul’da hizmete girdi. Mesela Mekteb-i Sultanî ve ilk mülkî idadî bu şehirde vücut buldu (1868, 1874). Cumhuriyet’in Osmanlı’dan tevarüs ettiği eğitim kurumları arasında Dersaadet’deki idadî ve sultanîlerin ayrı bir yeri vardı. Keza sanayi mektepleri başta olmak üzere bütün mesleki ve teknik eğitim kurumlarının en gelişmiş olanları da bu şehirdeydi. Cumhuriyet kurulurken Osmanlı mirası, onu ortaöğretim alanında da ilk sıraya taşımıştı. Nitekim 1926-1927 öğretim yılında Türkiye’deki tüm genel liselerin (n: 55) %65,3’ü (n: 34) İstanbul’daydı (Grafik 1); dahası bu liselerde görev yapan öğretmenler ülke toplamının %76,5’ini teşkil ediyor; öğrenim gören öğrenciler ise %73,5’ini oluşturuyordu (Tablo 7). Hiç kuşkusuz İstanbul liseleri, nicelik yönünden olduğu kadar nitelik yönünden de ülkenin en seçkin eğitim kurumları arasındaydı.
İstanbul’daki genel liseler farklı özellikler açısından sınıflandığında Osmanlı eğitim sisteminin izdüşümünü yansıtan bir dağılım ortaya çıkıyordu. Mustafa Necati Bey’in Maarif Vekili olduğu 1926-1927 öğretim yılında bu ildeki 34 genel lisenin 28’inin (%82,3) azınlıklar ve yabancılara ait okulların da dâhil olduğu özel eğitim kurumları oluşturuyordu. Bu okullarda öğrenim gören öğrenciler (n: 1564), İstanbul’daki tüm lise öğrencilerinin (n: 2322) %67,3’ünü, ülkedeki lise öğrencilerinin de %49,5’ini teşkil ediyordu. Kentteki özel liseler ülke düzeyinde de büyük bir ağırlığa sahipti. Zira Türkiye’deki 33 özel lisenin 28’i İstanbul’daydı ve bunların öğrencileri ülkedeki tüm özel lise öğrencilerinin %97,5’ini meydana getiriyordu (Tablo 7).
Grafik 1: 1926-1927 öğretim yılında İstanbul’daki liselerin Türkiye’deki liselere oranı
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ortaöğretim kademesinde böyle bir ağırlığa sahip olan İstanbul özel liselerinin okul türlerine göre dağılım şeması, Tanzimat’tan itibaren gelişen yeni Osmanlı eğitim sisteminin izdüşümü gibiydi. Zira özel liseler; sözü edilen sistemde olduğu gibi (i) Türk özel liseler, (ii) azınlık liseler ve (iii) yabancı liseler olmak üzere üç grup okuldan meydana geliyordu. Bunlardan Türk özel liseleri, özel müteşebbisler tarafından açılan okullardı. Azınlık liseleri Musevî, Rum ve Ermeni azınlıklar, yabancı liseler ise diğer ülkeler veya bunların vatandaşları tarafından imparatorluk döneminde açılıp Lozan Antlaşması ile uluslararası bir hukuki statü kazanan okullardı.
1937-1938 öğretim yılı itibarıyla İstanbul’da özel okul statüsünde 24 okul bulunuyordu; bunların 4’ü özel Türk lisesi, 9’u azınlık lisesi, 11’i de yabancı lise grubunda yer alıyordu. Azınlık liselerinin 1’i Musevî, 5’i Rum ve 3’ü Ermeni cemaatlerine aitti; azınlıkların başka bir ilde okulu yoktu. Yabancı liselerinin 2’si Alman, 3’ü Amerikan, 5’i Fransız ve 1’i İtalyan okullarıydı. İzmir ve Tarsus Amerikan Liseleri hariç, yabancı okul statüsündeki liselerin tamamı İstanbul’da idi (Grafik 2). Azınlık liselerinin öğrenci hedef kitlesi, ağırlıklı olarak Lozan Antlaşması ile azınlık olarak kabul edilen üç gayrimüslim cemaatin gençleriydi. Buna mukabil yabancı liseler, Tanzimat’tan beri ülkenin bilhassa modernleşmiş, eğitimli ve varlıklı kesimleri için çocuklarını göndermek istedikleri ideal okullardı. Bu okulların sosyal statü ve itibarları, bizatihi kendi eğitim performansları kadar, öğrettikleri yabancı dilin uluslararası geçerlilik ve işlevselliği de belirleyiciydi.
Grafik 2: 1937-1938 öğretim yılında İstanbul’daki özel liselerin okul türlerine göre dağılımı
Bununla beraber genel ortaöğretim kurumlarından beklenen makro faydalar açısından İstanbul’daki 9 resmî lisenin stratejik önemi daha fazlaydı. Bunun en önemli sebebi, ülke çağ nüfusunun okullaşmasında oynadıkları kritik rolle, Cumhuriyet’in eğitim politikasının hem toplumun farklı sosyokültürel tabakalarına hem de tüm ülke sathına ulaşmasına kayda değer katkı yapmalarıydı. Zira bu liseler, ildeki okullaşma oranını artırmakla kalmıyor; taşradan parasız yatılılık sınavını kazanarak gelen yüzlerce öğrenciye de ortaöğrenim görme imkânı veriyordu. Cumhuriyet’in ilanını izleyen yıllarda taşradan gelen bu tür öğrenciler ağırlıklı olarak İstanbul Erkek Lisesi ile Kabataş Erkek Lisesi’nde öğrenim görüyordu. 1934-1935 öğretim yılında bu görev, kullanım alanı çok müsait olan tarihî Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne binasında açılan Haydarpaşa Lisesi’ne devredildi. Bu yapılırken, Avrupa yakasındaki liselerde öğrenim gören tüm yatılı öğrenciler buraya nakledildi. Kısa zamanda İstanbul’un en nitelikli liseleri arasına girmiş; buna paralel olarak hizmet verdiği öğrenci sayısı da yaklaşık %100 artarak 2.210’a yükselmişti. İstanbul liselerinin önemi, yalnızca ülke lise çağ nüfusunun okullaşmasına katkı yapmalarından kaynaklanmıyordu. Daha da önemlisi, tarihî dokusu, büyüleyici tabii güzelliği ve ülkenin dünyaya açılan kapısı olması gibi nedenlerle ülkenin en cazip kenti olan İstanbul’daki liseler, kendilerine özgü sebeplerle de yüksek talep gören okullardı.
Atatürk zamanında İstanbul’daki resmî liselerin sayısında bazı değişiklikler olmuştu. Farklı süreler faaliyet gösterdiği hâlde kapanan -ve bir kısmı sonraki dönemlerde tekrar açılan- okullar arasında Kandilli Kız Lisesi, Bezmiâlem Kız Lisesi, Nişantaşı Kız Lisesi, Çamlıca Kız Lisesi ve Üsküdar Erkek Lisesi idi. 1937-1938 öğretim yılında faal durumdaki resmî liseler şunlardı: Pertevniyal Lisesi, Galatasaray Lisesi, Vefa Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, Kabataş Lisesi, İstanbul Kız Lisesi, Erenköy Kız Lisesi, Kandilli Kız Lisesi ve Haydarpaşa Lisesi. Görkemli binaları, güçlü kurumsal gelenekleri ve seçkin öğretmenleri ile bu liseler; devletin kendilerine Cumhuriyet’in elit/münevver zümresini teşkil edecek yapı taşları olarak baktığı gençlere nitelikli bir formal eğitimin yanında, etkili bir informal eğitim ortamı da sağlıyordu.
Hemen belirtelim ki bu eğitimin mekânı bütün İstanbul kentiydi. Zira İstanbul, İsmail Gaspıralı’nın bütün Türklerin ortak lehçesi olmasını teklif ettiği “İstanbul Türkçesi”nin konuşulduğu, Peyami Safa’nın Fatih Harbiye adlı eserinde mükemmel bir üslupla tasvir ettiği modern ve geleneksel yaşamın birlikte geliştiği, Doğu ve Batı’dan gelen kültürlerin harmanlandığı, farklı din ve dillere sahip sosyal kesimlerin çok kültürlü yaşamının en öğretici örneklerinin yaşandığı bir kent olarak kendisi bir okuldu. Yüzyıllardan beri olduğu gibi Osmanlı/Türk kültürünün en gelişmiş formu burada yaşanıyordu. Bu nedenle İstanbul, taşradan gelen lise ve üniversite gençliğine uygun bir sosyalleşme, şehirli olma ve medeni dünyayı tanıma ortamı sağlıyordu. İşte böyle bir çevrede bulunan yukarıda adı geçen isim yapmış okullarda öğrenim gören gençler, bütün bunların yanı sıra, büyük bir özgüven sahibi, girişimci ve yaratıcı olarak hayata atılıyordu.
Millî Şef/İsmet İnönü devrinde (1938-1950) İstanbul’un ortaöğretim kademesindeki ağırlığı azalmaya başladı. Tablo 7’de görüldüğü gibi, 1939-1940 ile 1949-1950 öğretim yılları arasında Türkiye’deki toplam lise sayısı %10 oranında artarken, İstanbul’dakilerin sayısında aynı oranda bir azalma meydana geldi; bu azalma öğretmen ve öğrenci sayısında da yaşandı. Bu dönemde meydana gelen ilginç bir gelişme, okul ve öğretmen sayısındaki artışa rağmen, ülkede liseye giden öğrencilerin toplam sayısının da %18,3 oranında düşmesiydi. Bu gelişmede, ülkenin uzun yıllar savaş ekonomisi koşullarını yaşamasının yanı sıra, CHP iktidarının ortaöğretimi, hâlâ bir Cumhuriyet elit zümresi inşa etme aracı olarak görmesi etkili olmuş olabilir.
Bu dönemde ortaöğretim alanında meydana gelen en önemli gelişmelerden biri, Hasan Âli Yücel’in “hümanist eğitim” politikası çerçevesinde bazı liselerde mevcut Fen ve Edebiyat şubelerinden başka bir Klasik Kol açılmasıydı. Galatasaray Lisesi bu düzenlemenin yapıldığı okullardan biriydi. Bu şubede bir Batı dilinden başka, haftada 5 saat Latince okutuluyordu. Klasik Kol 1949 yılında kaldırılmış; fakat Latince dersi 1950’li yıllarda da İstanbul Erkek Lisesi gibi büyük liselerde seçmeli dersler arasında yer aldı. Türkiye’nin çok partili politik sisteme geçtiği, halkın taleplerinin siyasetçiler tarafından daha fazla dikkate alındığı bir dönemde Klasik Kol uygulamasının sona erdirilmesi, bundan sonra izlenmesi muhtemel eğitim politikalarının habercisiydi.
Çok Partili Demokratik Dönem
Pek çok açıdan 1950 yılı Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir. Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle başlayan yeni dönemde Türkiye’nin geçirdiği tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş süreci ülkenin sosyal, ekonomik ve kültürel yapısında çok büyük değişikliklere yol açmıştır. Bu sürecin İstanbul’a yansıması, ticaret ve sanayinin gelişmesi, aşırı nüfus artışı, çarpık kentleşme vb.dir. Yaklaşık altmış yıllık dönemde İstanbul’un nüfusunda meydana gelen 9 katlık artış, diğer eğitim kademelerinde olduğu gibi, ortaöğretim kademesinde de hem nicel hem de nitel gelişimi şekillendiren en önemli faktör olmuştur. Zira kırsal alandan İstanbul’a doğru akan göç selinin beraberinde getirdiği genç nüfusun nasıl okullaştırılacağı, belirtilen zaman diliminde siyasi iktidarlar ve eğitim yöneticileri için çözüm üretilmesi gereken sorun olmayı sürdürmüştür. Bundan dolayıdır ki gerçekleştirilen yatırımların büyük bir kısmını altyapıyı genişletmeye yönelik projeler teşkil etmiş; bu da ülke ortalamasının üzerinde bir nicel büyümeye zemin hazırlamıştır (Tablo 8). Ancak bu büyüme nicelik-nitelik ikileminde şu sonuçları doğurmuştur:
1.İstanbul’un demografik yapısında meydana gelen hızlı gelişme eğitim kurumlarının sayısal gelişim ve dağılımını da şekillendirmiştir. 1950’den sonra İstanbul’un nüfusu 11,6 kat, buna karşılık genel lise sayısı 16,6 kat, öğrenci sayısı ise 59,1 kat artmıştır (Tablo 8). Bu orantısız artış çok önemli bir okul/derslik açığı doğurmuştur. İlköğretimde olduğu gibi ortaöğretimde de İstanbul enerji ve kaynaklarını büyük ölçüde okul/derslik yapımına harcanmış, fakat yine de çığ gibi büyüyen ihtiyaçları karşılamada yetersiz kalınmıştır. Bunun sonucu olarak, derslik/öğretmen başına düşen öğrenci sayısı bakımından ülke ortalamasının gerisine düşülmüştür. Nitekim 2011-2012 öğretim yılında Güneydoğu Anadolu illeri hariç, ülkedeki sınıfları en kalabalık genel liseler İstanbul’daydı. Bu tarihte genel liselerde derslik başına düşen öğrenci sayısı ortalaması Türkiye’de 32 iken Güneydoğu’da 42, İstanbul’da ise 28’di. Fakat hemen belirtelim ki bu sorun ilde bulunan tüm ilçe/okullarda aynı şiddette yaşanmamıştır.
2.İstanbul’da okul, öğretmen ve öğrenci sayılarının orantısız artışı, genel liseler arasında nitel farklılaşmayı derinleştirmiştir. Bugün eldeki en objektif performans göstergesi olan Yükseköğretime Geçiş Sınavı [YGS] başarısı açısından bakıldığında, en başarılı liselerin 1950 yılı itibarıyla kentin üzerinde yükseldiği -bugünkü idari taksimatta mevcut olan- 9 ilçede yoğunlaştığı görülmektedir. Bazı mahalleleri söz konusu tarihten sonra kurulan bu ilçeler il nüfusunun yaklaşık %20’sine sahiptir. Nüfusun yaklaşık %80’inin yaşadığı 30 ilçenin ise birçok alanda olduğu gibi eğitimde de demografik tsunamiden olumsuz etkilendiği gözlemlenmektedir. Son yıllardaki kentleşme stratejisine paralel olarak, bu ilçelere oluşturulan çağdaş yerleşim alanlarında çok nitelikli/başarılı liseler bulunmaktadır. Fakat hemen belirtmek gerekir ki merkezî/tarihî ilçelerdeki başarılı liseler çoğunlukla resmî liseler iken, yeni ilçelerde ise özel liselerdir.
3.Son yarım yüzyılda genel lise türünde de artış meydana gelmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında resmî ve özel lise olarak iki gruba ayrılan genel liseler; günümüzde liseleri kapsamaktadır. Cumhuriyet’in ilanından sonra ortaokul üzerine 3 yıllık okullar olarak yapılandırılan genel liselerin öğretim süresi, 1951-1954 yılları arasında dört yıla çıkarma denemesi hariç, 2005 yılına kadar böyle kalmış; bu tarihte kademeli olarak 4 yıla çıkarılmıştır. Bu kurumlar arasında eğitim ve öğretim açısından temel fark, programlarının belli bir konu alanına (sosyal bilimler, fen bilimleri, güzel sanatlar vb.) ağırlık vermeleridir.
Tablo 9’da görüldüğü gibi 2011-2012 öğretim yılında İstanbul’da toplam 296 resmî genel ortaöğretim kurumu bulunmaktadır. Bunların %50’si (n: 148) Genel Lise, %44’ü (n: 132) ise Anadolu Lisesidir; geriye kalan %6’lık grubu da sırasıyla Anadolu Öğretmen Lisesi (n: 6), Fen Lisesi (n: 4), Müzik ve Sahne Sanatları Lisesi (n: 2) ve 1’er adet Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi, Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi, Sosyal Bilimler Lisesi, Spor Lisesi oluşturmaktadır. Bu okullarda 298.731 öğrenci öğrenim görmekte; derslik başına düşen öğrenci sayısı 42’yi bulmaktadır. Genel resmî liselerde yaklaşık 12.000 öğretmen görev yapmakta; öğretmen başına 25 öğrenci düşmektedir. Bu faktörler açısından bakıldığında, resmî liselerle özel liseler arasında ikinciler lehine derin bir uçurum mevcuttur.
Maalesef özel eğitim kurumlarının sayısal artışı bütün Türkiye gibi İstanbul’da da oldukça yavaş olmuştur. 2011-2012 öğretim yılında özel genel liselerin toplamdaki yeri sadece %15’tir. Özel liseler okul, derslik, öğretmen ve öğrenci sayısı bakımından resmî liselerden çok avantajlıdır. Resmî liselerde derslik başına 42 öğrenci düşerken, bu sayı özel liselerde 14’e düşmektedir. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı da resmî liselerdekinin 1/3’i kadardır (Tablo 9, 10). Bu durum, söz konusu liselerde eğitim ve öğretimin niteliğinin artması bakımından ciddi bir avantaj oluşturmaktadır.
Özel genel ortaöğretim kurumları üç ana grupta toplanmaktadır. Birincisi Türk ortaöğretim kurumları olup 284 kurum sayısı ile tüm özel genel ortaöğretim kurumlarının (n: 306) %92,8’ini oluşturmaktadır. Bunlar arasında en yaygın olanlar şunlardır: Özel Akşam Lisesi (n: 61), Özel Anadolu Lisesi (n: 90), Özel Fen Lisesi (n: 45), Özel Genel Lise (n: 27), Özel Hazırlık Sınıfı Bulunan Anadolu Lisesi (n: 50). İkinci grup azınlık ortaöğretim kurumları (n: 10), üçüncü grup yabancı ortaöğretim kurumları (n: 11), dördüncü grup ise özel uluslararası eğitim kurumlarıdır. Kurum sayısı açısından bakıldığında İstanbul’daki genel ortaöğretim kurumlarının %50’si özel okul statüsündedir. Fakat bu kurumların öğrenci sayısı, toplam özel ortaöğretim kurumları öğrenci sayısının yaklaşık %15’idir. Bu oran, aynı zamanda İstanbul gibi bir metropolde özel eğitim kurumlarının payını da göstermektedir.
Türkiye’nin Köklü Liseleri
Türkiye’de bugünkü liselerin öncüsü 1868’de İstanbul’da açılan Mekteb-i Sultanî yani Galatasaray Lisesi’dir. Onu ilki 1874’te açılan idadîlerin devamı olan liseler izler; son grup II. Meşrutiyet Dönemi’nde açılan sultanilerin selefleri olanlardır. Atatürk devrinde İstanbul’daki liselerin yaklaşık %80’i bunlardan oluşuyordu. Aşağıda Cumhuriyet dönemi İstanbul eğitim tarihinin parlayan yıldızları olan Galatasaray, Vefa, İstanbul Erkek, Pertevniyal ve Kabataş liseleri hakkında aşağıda kısa bilgiler verilecektir.
Galatasaray Lisesi
Kuruluşu XV. yüzyıla kadar uzanan Galata Mektebi, Osmanlı saray eğitiminin en önemli kurumu Enderun Mektebi’nin bir alt birimi olarak XIX. yüzyılın ortalarına kadar varlık göstermiştir. Osmanlı Devleti’nin hızla modernleşmeye başladığı Tanzimat Dönemi’nin ortalarında (1868) orta ve üst düzey memur ve bürokrat yetiştirmek ihtiyacı artmıştır. Bütün Osmanlı tebaasına hitap etmek ve böylece Osmanlıcı ideolojinin yaygınlaşmasına hizmet amacıyla belirgin bir şekilde Fransız eğitim bakanının etkisi altında Mekteb-i Sultanî adında bir okul açılmıştır. Bu okulun mahallini işgal ettiği eski kurum ile ilgisi ve devamı olmadığı açıktır. Okulda Fransız eğitim ve kültürünün yoğun bir etkisi söz konusudur ve bu etki devam etmektedir.
1924’te Galatasaray Lisesi adıyla ve Cumhuriyet devrimlerine uygun olarak eğitime başlayan okula 1965 yılında kız öğrenciler de kabul edilmiştir. 1975’te Anadolu Lisesi konumuna getirildi ve eğitim 8 yıl oldu. 14 Nisan 1992’de François Mitterand ve Turgut Özal arasında imzalanan protokolle ilkokul ve üniversite eğitimini de kapsayan Galatasaray Eğitim Öğretim Kurumu (GEÖK) hayata geçirildi. Şu anda üç aşamada eğitim veren okulda eğitim dili Fransızca olmakla birlikte, İngilizce ve İtalyanca da öğretilmektedir. 2013 yılı başlarında okulda bir müdür, bir müdür başyardımcısı, yedi müdür yardımcısı ve 58 öğretmen görev yapmaktadır. Verdiği mezunlarla modern Türkiye’nin doğuşu ve gelişimi üzerinde en fazla etki yapmış ortaöğretim kurumudur.
Vefa Lisesi
1872’de Türkçe eğitim yapan ilk sivil lise olarak Vefa Mektebi adıyla açılmıştır. Açıldığı zaman Mekteb-i Mülkiye’ye bağlıydı. 1886’da İdadî-i Mülkî-i Şâhâne adıyla bağımsız bir okul hâline geldi. 1913-1914 öğretim yılında Vefa Mekteb-i Sultanîsi adıyla sultanî statüsüne çıkarılan okulda ibtidaî, rüşdî ve idadî eğitimi verilmeye başlanmıştır. 1925’te Vefa Erkek Lisesi adını alan okul, Kadırga’daki Eczacılık Okulu binasına ortaokul statüsüyle taşındıysa da 1933’te yeniden lise oldu. Okulun bünyesinde, Anadolu Lisesi statüsüne geçtiği 1990 yılına kadar hem ortaokul, hem de lise kısmı yer almıştır. Uzun süre Mütercim Rüştü Paşa Konağı’nda öğretim yapan Vefa Lisesi, 1937’de Yüksek Öğretmen Okulu binası olarak kullanılmaya başlanan binaya taşındı. Bu okulun 1949 yılında Çapa’ya taşınmasıyla kapasitesini arttırarak iki binada öğretime başlandı. 1958 yılında Vefa Lisesi’nin bünyesinde İstanbul’un İlk Akşam Lisesi açıldı. Vefa Akşam Lisesi 1978’de Pertevniyal Lisesi’ne aktarılmıştır.
1989’da Anadolu Lisesi’ne dönüştürülerek adı Vefa Anadolu Lisesi oldu. 2001’de okulun statüsü değiştirilmeden, adındaki “Anadolu” kelimesinin çıkartılarak Vefa Lisesi’ne dönüştürüldü. Şu anda Vefa Lisesi’nde bir müdür, 3 müdür yardımcısı, 54 öğretmen görev yapmakta ve 709 öğrenci eğitim görmektedir.
İstanbul Erkek Lisesi
İstanbul Lisesi’nin esasını Bahriye emekli Yüzbaşısı Mehmet Nadir Bey’in 1884’te açtığı ilk özel okullardan biri olan Numune-i Terakki teşkil eder. Maarif Nezareti 1896 yılında okulu satın alarak devletleştirmiştir. 1909’da İstanbul Leylî İdadîsi adını alan okul, Sultan Mahmud Türbesi arkasındaki Bezm-i Âlem Sultan’ın yaptırmış olduğu binada eğitim yapmaktaydı. 1913 yılında okulun adı İstanbul Sultanîsi’ne çevrildi. Okulda ibtidaî, rüşdî ve idadî kısımları vardı. Bu sırada büyük ölçüde Fransız lise müfredatı uygulanıyordu.
Okul 1914’te Saint-Benoit binasına nakledildi. 1917’de okulun Almanca öğretim yapmasına karar verildi. Almanya’dan 22 Alman öğretmen getirtildi. Edebiyat ve Tarih dersleri hariç diğer dersler Almanca okutuluyordu. 1919’da okul Saraçhane’deki Münir Paşa Konağı’na taşındı ise de bir süre sonra Mercan Sultanîsi’ne nakledildi. 1923’te İstanbul Erkek Lisesi adını aldı ve Beyazıt’taki Fuat Paşa Konağı’na nakledildi. Okul bugünkü binasına 1933’te yerleşti. 1934’te yatılı kısmı kaldırılmışsa da 1958’de tekrar açıldı. 1957’de Türkiye ve Federal Almanya arasındaki Kültür Anlaşması çerçevesinde Almanca öğretime başlanılmıştır. İstanbul Erkek Lisesi’nin bugünkü binası vaktiyle Düyun-ı Umûmiye binası olarak kullanılıyordu. Binanın yapılış tarihi 1897, mimarı Fransız Alexandre Vallaury’dir. Bina neo-klasik akımın özelliklerini taşır ve İstanbul’un önemli mimari eserlerindendir.
Şu anda İstanbul Erkek Lisesi’nde bir Türk müdür, bir Alman bölüm başkanı, 3 müdür yardımcısı, 40 Türk öğretmen, 34 Alman öğretmen eğitim hizmeti vermektedir. Okulda 900 civarında öğrenci eğitim almaktadır.
Pertevniyal Lisesi
Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan kendisi için bir cami ve eşi Sultan II. Mahmud namına da bir mektep yaptırmak niyetiyle 1872’de Mahmudiye Mektebi’ni inşa ettirmiştir. Bugünkü lise binaları ilk inşa edilen binalardan değildir.
1911’de Aksaray yangınında Mahmudiye Mektebi yanmış ve arsası da yol olunca, okul Sinekli Bakkal civarında bir konakta öğretime yine Mahmudiye Rüşdiyesi adıyla devam etmiştir. 1930’da mütevelli Osman Bey, betonarme olarak 17 odalı bir okul inşa etmiştir. 15 Ekim 1930’da tam devreli -lise ve ortaokul bir arada- mevcut binada öğretime başlanmış adı da Pertevniyal Lisesi olarak değiştirilmiştir. Daha sonra bölgenin imar ve iskânı, öğrenci sayısının artması sebepleriyle pek çok değişiklik yapılmıştır. 1962-1963 öğretim yılı başından itibaren okulda çift öğretim uygulanmaya başlanmıştır. Bu tarihte, 52 sınıf hâlinde eğitim yapan Pertevniyal Lisesi’nin 8 sınıfı Oruçgazi İlkokulu’na götürülmüştür.
Bir ara Pertevniyal Lisesi’nin Aksaray’daki binasına Osmanlı Arşivi yerleştirilmiştir. Ancak çeşitli girişimler sonunda Pertveniyal Lisesi yeniden lise hâline getirilmiş ve 1998 yılından itibaren Anadolu Lisesi statüsünde eğitim vermektedir. Şu anda okulda bir müdür, bir müdür başyardımcısı, iki müdür yardımcısı, 47 öğretmen görev yapmaktadır.
Kabataş Erkek Lisesi
Kabataş Erkek Lisesi 1908’de Kabataş semtindeki Esma Sultan Konağı’nda Kabataş Mekteb-i İdadîsi adıyla ilk müdür Hasan Tahsin (Aynî) Bey yönetiminde kurulmuş ve 7 sınıf, 276 öğrenci ile 1909’da öğretime başlamıştır.
Okul 1913’te 12 sınıflı sultaniye dönüştürülmüş ve Kabataş Mekteb-i Sultanîsi adını almıştır. 1919’da yatılı kısmı açılmıştır. Okul, Cumhuriyet’in ilanı sonrasında 1923-1924 öğretim yılında Kabataş Erkek Lisesi adını aldı ve 1925’te ilk kısmı kaldırıldı. Lise, XIX. yüzyılın ikinci yarısında padişah yakınlarına yazlık ikametgâh olarak yapılan Feriye Sarayları’na ait binaya 1928’de taşındı ve hâlen buradadır.
1942’de orta kısmı kapatılan ve yalnız lise olarak devam eden Kabataş Erkek Lisesi’ne Feriye Sarayları’nın Beşiktaş Ortaokulu olarak kullanılan binası da pansiyon binası olarak eklendi. 1979’da okula 42 kız öğrenci kaydedildi. Kız öğrenciler bir yıl okuduktan sonra Beşiktaş Kız Lisesi’ne nakledildi. 1992-1993 öğretim yılında karma eğitime ve Yabancı Dil Ağırlıklı Türkçe Eğitim/Süper Lise programına geçildi, İngilizce hazırlık sınıfı açıldı.
1998-1999 öğretim yılından itibaren Anadolu Lisesi statüsüne alınan Kabataş Erkek Lisesi’nde hâlen bir müdür, 3 müdür yardımcısı 60 öğretmen görev yapmaktadır. Okulda 700 civarında öğrenci okumakta olup bunlardan 250’ye yakını yatılıdır. Kız ve erkek yatılı bölümleri vardır.
Mesleki ve Teknik Ortaöğretim
Günümüz Türk eğitim sisteminde mesleki ve teknik ortaöğretim; ilköğretime dayalı en az dört yıllık eğitimle öğrencilere genel kültür kazandırmanın yanı sıra, ilgi, istek ve yetenekleri doğrultusunda onları yükseköğretime ve/veya mesleğe/geleceğe ve iş alanlarına hazırlayan eğitim ve öğretim sürecidir.
Bugünkü mesleki ve teknik eğitim kurumlarının temelleri Tanzimat’tan sonra atılmıştır. Midhat Paşa’nın Tuna vilayetinde korunmaya muhtaç çocukları meslek sahibi yapıp hayata kazandırmak amacıyla açmış olduğu erkek ve kız ıslahhaneleri, Türkiye’de örgün mesleki eğitim kurumlarının ilk örnekleri olarak kabul edilebilir. Bu okullar daha sonra sanayi mekteplerine dönüştürülmüştür. Sultan II. Abdülhamid mesleki eğitimin gelişmesine büyük önem vererek, farklı alanlarda okullar açmıştı. Bu okullar o günkü devlet ve toplum ihtiyaçlarına göre şekillenmişti: Orman Mektebi, Bağcılık Mektebi, İpekböcekçiliği Mektebi, Ticaret Mektebi. Fakat Cumhuriyet’e kadar mesleki eğitimin öncelikli amacı, yetim ve öksüzler başta olmak üzere korunmaya muhtaç çocuklara meslek edindirmek olmuştu. Nitekim II. Abdülhamid’in İstanbul’da açtığı kısa ömürlü Darülhayr-ı Âlî ve Meşrutiyet ve Mütareke dönemlerinde faaliyet gösteren darüleytamlara verilen isimler de bu bakışı yansıtıyordu. Bu arada imparatorluğun en gelişmiş/ünlü meslek okulu İstanbul Sultanahmet’teki Mekteb-i Sanayi idi. Bu yıllarda bazı vilayet merkezlerinde ve İstanbul’un birkaç yerinde kız sanayi mektepleri açılmıştı.
Cumhuriyet’in kuruluşunu izleyen çeyrek yüzyılı aşkın zaman; mesleki ve teknik eğitimin şekillenmesinde etkili olabilecek kendine özgü koşullar/olgular nedeniyle ayrı bir dönem olarak ele alınabilir. 1950’deki tarihî seçime kadar devam eden bu dönemin söz konusu özellikleri; (i) Sanayi Devrimi’nin hiçbir aşamasını geçirmemiş, yoksul bir tarım toplumu, (ii) sivil/askerî bürokrasi çevrelerinin alım gücü yüksek kesimleri oluşturduğu tarım ve hizmet sektörü ağırlıklı ticaret hayatı, (iii) yaklaşık %80’ini köylerde yaşayanların meydana getirdiği bir nüfus yapısı, (iv) Mümtaz Turhan’ın “mecburi kültür değişmeleri” dediği türden üst yapı devrimi, (iii) artan fakat henüz mobilize olmamış bir nüfus. Böyle bir nüfusun ihtiyaç duyduğu MTÖ de aşağı yukarı bellidir: günlük hayatta ihtiyaç duyulan mal ve hizmeti üretmek.
Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye’de 64 orta dereceli mesleki ve teknik öğretim okulu vardı. Bunlarda 81’i kadın 583 öğretmen görev yapıyor; 1.375’i kız 6.547 öğrenci öğrenim görüyordu. Ülkede henüz mesleki ve teknik öğretim öğretmeni yetiştiren bir kurum mevcut değildi.
Atatürk devrinde mesleki ve teknik ortaöğretimin geliştirilmesi yolunda önemli adımlar atıldı. Bunların en önemlileri; (i) görüş, tespit ve önerilerinden faydalanmak için yabancı uzman getirmek, (ii) uzman veya öğretmen yetiştirmek amacıyla yurt dışına öğrenci göndermek; (iii) okulları nicelik ve nitelik bakımından iyileştirmek; (iv) Ankara’da kız ve erkek teknik öğretmen okulları açmak. Bu çalışmalar kapsamında İstanbul’daki okulların öğretmen ve/veya mezunlarından yurt dışına gönderilenler oldu.
Mustafa Necati Bey’in Maarif vekili olduğu 1926-1927 öğretim yılında İstanbul’da sadece 9 resmî mesleki ve teknik öğretim okulu vardı. Bunlarda 199 öğretmen görev yapıyor, 1.871 öğrenci öğrenim görüyordu. Atatürk devri sona ererken (1937-1938) ilde 13 resmî orta dereceli mesleki ve teknik öğretim okulu bulunuyordu. Adı geçen okullarda 242 öğretmen görev yapıyor ve 2.214 öğrenci öğrenim görüyordu.
Tablo 10- 1937-1938 öğretim yılında İstanbul’da faaliyet gösteren orta dereceli mesleki ve teknik okullar |
||
Kadıköy Kız Enstitüsü |
Selçuk Kız Enstitüsü |
Üsküdar Kız Enstitüsü |
İstanbul Erkek Sanat Okulu |
Erkek Terzilik ve Kürkçülük Okulu |
Yüksek İktisat ve Ticaret Lisesi |
İstanbul Orta Ziraat Mektebi |
Hayvan Sağlık, Küçük Sıhhat Nalbant Okulu |
Küçük Sıhhat Memurları Okulu |
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Ebe Mektebi |
Kızılay Hastabakıcılar, Hemşireler Mektebi |
Nafıa Teknik Okulu |
İstanbul Belediye Konservatuvarı |
|
|
Bu okullara dikkatle bakıldığında İstanbul’da kayda değer bir sanayileşmenin başlamadığı anlaşılır; zira bu okulların hiçbiri sanayi kollarından birine eleman yetiştirmeye yönelik değildi.
Bununla beraber CHP’nin 22 yıllık iktidarı sona ererken İstanbul’daki mesleki ve teknik eğitimde sayısal bir gelişme olmuştu. 1949-1950 yılında İstanbul’daki orta dereceli mesleki ve teknik eğitim kurumlarının sayısı 36’ya çıkmış; bu okullardaki öğretmen sayısı 581’e, öğrenci sayısı ise 7.792’ye yükselmişti.
İstanbul’da özel sektör ağırlıklı yatırımlarla sanayileşmenin ve buna paralel olarak taşradan göçün başladığı 1950-1970 yılları arasında mesleki ve teknik eğitimin gelişme hızı biraz daha arttı (Tablo 12). Göç dalgalarının İstanbul’u yoğun nüfus baskısı altına aldığı, çocuklarını meslek okullarına göndermeyi onların geleceklerini güvence altına almak olarak gören ana babaların kentin varoşlarına büyük kitleler olarak yığıldığı 1970’li yıllardan itibaren bu okullara olan ilgi yoğunlaştı. Bu yıllarda sanat enstitülerinin meslek liselerine dönüştürülmesi, mezunlarına da üniversiteye gidebilme yolunun açılması mesleki ve teknik okulları daha cazip hâle getirdi. Ana babaların “Okuyamazsa elinde bir mesleği olur.” cümlesinde özetlenen tutumu, gençlerin bu okullara yönelmesinde belirleyici olmuştu. Gençler ve ailelerin gözünde bir programın değeri, mezun olduktan sonra edinilecek mesleğin sağlayacağı kazanç ve sosyal statü ile doğru orantılıydı. Bu yüzden okul kadar giril(ebil)ecek bölüm/program da önemliydi.
Meslek liselerine giriş sınavla idi ve çok tercih edilen programların puanı da yüksekti. 1970’lerin ikinci yarısında İstanbul’da en çok tercih edilen okullar/programlar şunlardı. Maçka Endüstri Meslek Lisesi Elektrik-Elektronik; Şişli Motor Meslek Lisesi Makina, Motor; İstanbul Yapı Meslek Lisesi-Yapı Ressamlığı; Haydarpaşa Endüstri Meslek Lisesi Elektrik, Elektronik. Mezunların gelecekte nasıl bir eğitim ve çalışma yaşamı sürdürdüğü, okul ve program tercihini etkileyebiliyor; yıllar içinde değişen koşullar mesleklerin kazanç ve statülerini de değiştiriyor; bu da meslek tercihini etkiliyordu. 2012 yılı SBS sonuçlarına göre yapılan yerleştirme bulguları, aradan geçen 20-30 yılda gençlerin okul/program tercihlerinin büyük ölçüde değiştiğini göstermektedir. Nitekim bu tarihte yapılan yerleştirmede İstanbul’daki okullarda olup en yüksek taban puanla öğrenci alan ilk 50 program arasına girmeyi başaranlardan hiçbiri, 1970’lerin böylesine popüler meslekleri değildi. En yüksek taban puanla öğrenci alan 50 programın 45’i çeşitli sağlık alanları, 4’ü bilişim, 1’i de adalet alanı ile ilgiliydi. İstihdam bakımından sorunsuz gibi görünen alanlar en fazla tercih edilen alanlar olmuştu.
Tablo 11- 1926-1973 yıllarında İstanbul’da mesleki ve teknik eğitimin gelişimine dair sayısal göstergeler |
|||
Öğretim yılı |
Okul |
Öğretmen |
Öğrenci |
1934-1935 |
26 |
183 |
2.987 |
1949-1950 |
36 |
581 |
7.792 |
1969-1970 |
57 |
1.407 |
14.772 |
1995-1996 |
179 |
5.158 |
122.996 |
2011-2012 |
312 |
13.943 |
317.472 |
Tablo 12’de görüldüğü gibi, İstanbul’da mesleki ve teknik eğitim 1970’lerden bugüne nicel bakımdan geçmiş yıllara göre çok daha hızlı gelişmiştir. Nitekim 2011-2012 ile 1969-1970 öğretim yıllarına ait rakamlar karşılaştırıldığında okul sayısının 5,4 kat, öğretmen sayısının 9,9 kat, öğrenci sayısının ise 21,4 kat arttığı dikkati çekmektedir. Fakat bu dönemde asıl öne çıkan husus, Türkiye ve dünyada meydana gelen ekonomik ve teknolojik gelişmelere paralel olarak, mesleki ve teknik eğitim alanlarının çoğalması ve yenilenmesidir.
Tablo 13’te görüldüğü gibi 2011-2012 öğretim yılı itibarıyla İstanbul’da 23 okul türünde 289 orta dereceli mesleki ve teknik öğretim kurumu bulunmaktadır. Bunlar arasında okul sayısına göre yapılacak bir sıralamada ilk üç sırayı Endüstri Meslek Lisesi (n: 64), Ticaret Meslek Lisesi (n: 58) ve İmam Hatip Lisesi (n: 36) almaktadır. Bu liselerin bir kısmının tarihî temeli Tanzimat’a kadar inmektedir. Aşağıya örnek olarak aldığımız iki örnek kurum, bu program evrimini de somutlaştırarak önümüze koymaktadırlar.
Mesleki ve Teknik Eğitimin Öncü Liseleri
Genel liselerde olduğu gibi mesleki ve teknik eğitimde de Türkiye’nin en köklü mesleki ve teknik liseleri de İstanbul’dadır. Bir kısmı Osmanlı döneminde açılan bu okullar; bir yandan ülkede mesleki ve teknik eğitimin gelişmesinde kritik bir rol oynarlarken diğer yandan da verdikleri nitelikli mezunlarla millî kalkınmada tarihî bir misyon icra etmişlerdir. Hiç şüphesiz, 2012 yılında sayısı 312’yi bulan meslek/teknik liselerin hepsi de söz konusu rol ve misyonun gerçekleşmesine katkıda bulunmuşlardır; fakat burada kendileri için ayrı birer parantez açacağımız liseler, her biri alanında diğer okulları kurup geliştiren kadrolara kaynak teşkil eden öncü okullar olarak Türk eğitim tarihinde seçkin bir yere sahip olmayı hak etmişlerdir.
Tablo 12- 2011-2012 öğretim yılında İstanbul’da resmî mesleki ve teknik ortaöğretime dair sayısal göstergeler |
Derslik B.D. Öğrenci Sayısı |
Şube B.D. Öğrenci Sayısı |
Öğretmen B.D. Öğrenci Sayısı |
||||||||||||
Kademe |
Kurum Sayısı |
Derslik Sayısı |
Şube Sayısı |
Öğrenci Sayısı |
Öğretmen Sayısı |
||||||||||
Erkek |
Kız |
Toplam |
Erkek |
Kız |
Toplam |
||||||||||
Resmi Mesleki Ortaöğretim Toplamı |
289 |
6.383 |
10.562 |
168.126 |
147.545 |
315.671 |
6.910 |
6.696 |
13.606 |
49 |
30 |
23 |
|||
Mesleki ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü |
242 |
5.062 |
9.003 |
150.814 |
117.641 |
268.455 |
5.898 |
5.639 |
11.537 |
53 |
30 |
23 |
|||
Adalet Meslek Lisesi |
2 |
18 |
17 |
186 |
302 |
488 |
14 |
11 |
25 |
27 |
29 |
20 |
|||
Anadolu İletişim Meslek Lisesi |
1 |
14 |
15 |
88 |
268 |
358 |
11 |
15 |
26 |
25 |
24 |
14 |
|||
Anadolu Kız Meslek Lisesi |
1 |
10 |
12 |
- |
291 |
291 |
18 |
12 |
30 |
29 |
24 |
10 |
|||
Anadolu Meslek Lisesi (ETOGM) |
5 |
100 |
126 |
2.449 |
806 |
3.255 |
119 |
93 |
212 |
33 |
26 |
15 |
|||
Anadolu Meslek Lisesi (Kız Teknik) |
8 |
169 |
252 |
882 |
6.696 |
7.578 |
118 |
244 |
362 |
45 |
30 |
21 |
|||
Anadolu Otelcilik ve Turizm Mes. Lisesi |
7 |
119 |
123 |
1.798 |
1.116 |
2.915 |
106 |
126 |
232 |
24 |
24 |
13 |
|||
Anadolu Sağlık Meslek Lisesi |
4 |
36 |
58 |
256 |
977 |
1.232 |
26 |
79 |
105 |
34 |
21 |
12 |
|||
Anadolu Teknik Lisesi (ETOGM) |
8 |
175 |
249 |
5.757 |
1.231 |
6.988 |
245 |
130 |
375 |
40 |
28 |
19 |
|||
Anadolu Ticaret Meslek Lisesi |
2 |
45 |
60 |
661 |
876 |
1.537 |
29 |
40 |
69 |
34 |
26 |
22 |
|||
Çok Programlı Lise (ETOGM) |
3 |
67 |
31 |
285 |
315 |
600 |
17 |
13 |
30 |
9 |
19 |
20 |
|||
Çok Programlı Lise (Kız Tek. Öğ.Gn.M.) |
6 |
154 |
225 |
3.094 |
3.114 |
6.206 |
75 |
114 |
189 |
40 |
28 |
33 |
|||
Çok Programlı Lise (Tic. Tur. Öğ.Gn.M.) |
12 |
265 |
357 |
7.119 |
5.095 |
12.214 |
201 |
157 |
358 |
46 |
34 |
34 |
|||
Denizcilik Anadolu Meslek Lisesi |
4 |
70 |
66 |
1.526 |
145 |
1.671 |
75 |
54 |
129 |
24 |
25 |
13 |
|||
Endüstri Meslek Lisesi |
64 |
1.507 |
3.129 |
77.884 |
15.428 |
93.312 |
2.957 |
1.518 |
4.475 |
62 |
30 |
21 |
|||
Kız Meslek Lisesi |
29 |
552 |
1.023 |
740 |
29.377 |
30.117 |
436 |
941 |
1.377 |
55 |
29 |
22 |
|||
Meslek Lisesi (Kız Tek. Öğ.Gn.M.) |
21 |
410 |
790 |
4.953 |
16.109 |
21.062 |
284 |
628 |
912 |
51 |
27 |
23 |
|||
Sağlık Meslek Lisesi |
6 |
95 |
107 |
546 |
1.979 |
2.525 |
43 |
207 |
250 |
27 |
24 |
10 |
|||
Tarım Meslek Lisesi |
1 |
20 |
23 |
268 |
261 |
529 |
18 |
15 |
33 |
26 |
23 |
16 |
|||
Ticaret Meslek Lisesi |
58 |
1.236 |
2.340 |
42.322 |
33.255 |
75.577 |
1.106 |
1.242 |
2.348 |
61 |
32 |
32 |
|||
Din Öğretimi Genel Müdürlüğü |
41 |
1.277 |
1.483 |
16.744 |
29.536 |
46.280 |
969 |
1.004 |
1.973 |
36 |
31 |
23 |
|||
Anadolu İmam Hatip Lisesi |
5 |
119 |
92 |
811 |
1.155 |
1.966 |
103 |
45 |
148 |
17 |
21 |
13 |
|||
İmam Hatip Lisesi |
36 |
1.158 |
1.391 |
15.933 |
28.381 |
44.314 |
866 |
959 |
1.825 |
38 |
32 |
24 |
|||
Özel Eğitim ve Rehb. Hizmetleri Genel Müd. |
6 |
44 |
76 |
568 |
368 |
936 |
43 |
53 |
96 |
21 |
12 |
10 |
|||
Eğitilebilir Zihinsel Engelliler (İş Okulu Mesl. L.) |
4 |
30 |
44 |
329 |
154 |
483 |
24 |
28 |
52 |
16 |
11 |
9 |
|||
Meslek Lisesi (İşitme Engelliler) |
2 |
14 |
32 |
239 |
214 |
453 |
19 |
25 |
44 |
32 |
14 |
10 |
Kuruluş tarihleri esas alınarak yer verilecek olan okullar şunlardır:
(i) Sultanahmet Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi,
(ii) Selçuk Kız Teknik ve Meslek Lisesi
Sultanahmet Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi
Midhat Paşa tarafından Mekteb-i Sanayi [Sanayi Mektebi] adıyla 4 Eylül 1868’de açılan okul; birkaç yıl önce kendisi tarafından Tuna vilayetinde açılan ıslahhanelerle teşkilat ve program benzerliği olduğu için bugünkü MTÖ liselerinin ilk örneği kabul edilmektedir. Yerleşkesi olarak daha gelişmiş Sultanahmet Meydanı’nın yanı başındaki eski Kılıçhane arazisi üzerine kurulmuş; çeşitli mesleklerin öğretimi için Avrupa’dan makine, araç ve gereç ithal edilmişti. Islahhaneler gibi, bu okulun da döner sermaye işletmesi vardı; ayrıca okulun giderlerini karşılamak için Galata Köprüsü geçiş ücretlerinin bir kısmı ile bazı emlakin kira gelirleri de tahsis edildi. Sultan II. Abdülhamid zamanında taşradaki ıslahhaneler de sanayi mektebine dönüştürülünce Dersaadet Sanayi Mektebi adını alan okul; ibtidaî mektebi [ilkokul] üzerine beş yıl öğretim süreliydi. Torna, tesviye, marangozluk, soğuk demircilik ve tekstil gibi alanlarda eğitim veriyordu. Gündüzlü ve yatılı öğrenciler seçilirken korunmaya muhtaç çocuklara öncelik veriliyordu. I. Dünya Savaşı ve Mütareke yıllarında çeşitli zorluklar yaşadı.
Cumhuriyet’in ilanından sonra okulun tekrar güçlenmesine çalışıldı. Kadro ve araç-gereç olarak takviye edildi. İsmi 1942-1943 öğretim yılında Sultanahmet Erkek Sanat Enstitüsü olarak değiştirildi. 1968-1969’da öğretim süresi ortaokul üzerine üç yıl olarak düzenlendi. 1973-1974 öğretim yılında Endüstri Meslek Lisesi adı verildi. 1968 yılında Teknik Lise, 1990 yılında da Anadolu Teknik Lisesi okulun bünyesine katıldı. Günümüzde bu üç okul aynı idari kadro tarafından yönetilmektedir. Bu üç okul tarafından şu programlar yürütülmektedir: Bilişim Teknolojileri, Elektrik-Elektronik Teknolojileri, Mobilya ve İç Tasarım Teknolojileri, Makine Teknolojileri, Sanat ve Tasarım Teknolojileri, Grafik ve Fotoğraf Teknolojileri.
Selçuk Kız Teknik ve Meslek Lisesi
1879 yılında Kız Sanayi Mektebi [İnâs Mekteb-i Sanayisi] adı altında Aksaray’da açılmış; 1913 yılında İstanbul Kız Sanayi Mektebi adını almıştır. 5 yılı ilkokul, 4 yılı orta dereceli okul olmak üzere süresi 9 yıl olmuş, ayrıca Seyyar Sınıf Akşam Sanat Okulu niteliğinde öğretim yapmıştır. 1919 yılında II. Bayezid’in kızı Selçuk Hatun’un adından yola çıkılarak Selçuk Hatun Kız Sanayi Mektebi adını almıştır. Bu arada kısa bir süre öğretmenlik sınıfı da açılmıştır. 1922 yılında Çapa’daki yanan Derviş Paşa Konağı’nın yerine yapılan şimdiki binasına taşınmıştır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra okulun geliştirilmesi için bazı tedbirler alınmıştır. Yurt dışından uzmanlar getirmek ve öğretmen olarak yetiştirilmek üzere yurt dışına öğrenci göndermek de alınan tedbirler arasındadır. 1928’de okul ilkokula dayalı beş yıl öğretim süreli bir okul olarak Selçuk Kız Sanat Mektebi adını almıştır. 1931-1932 ders yılı başında okulun adı Selçuk Kız Sanat Enstitüsü olmuştur.
1964-1965 yılında okulun, ilkokula dayalı beş yıllık bölümü kaldırılmış; eğitim ve öğretimin ortaokul üzerine üç yıl olması kabul edilmiştir. 1974-1975 öğretim yılında Kız Meslek Lisesi’ne dönüştürülmüş; adı Selçuk Kız Meslek Lisesi olmuştur. 1981-1982 öğretim yılında ülkenin ilk Besin Teknolojisi Bölümü açılarak, okul sanayi işbirliği projesi uygulamaya konmuştur. 1999-2000 öğretim yılında Anadolu Kız Meslek Lisesi bünyesine ilave edilmiştir. 2003-2004 öğretim yılında okul karma eğitime geçmiş ve ismi Selçuk Anadolu Meslek ve Meslek Lisesi olarak değişmiştir. 2008-2009 öğretim yılında ise okul Selçuk Kız Teknik ve Meslek Lisesi ismini almıştır.
2010 yılında okulda mevcut öğretim alanları şunlardı: (i) İletişim Teknolojileri, (ii) Giyim Üretim Teknolojisi, (iii) Çocuk Gelişimi ve Eğitimi, (iv) Gıda Teknolojisi, (v) Grafik ve Fotoğraf, (vi) Yiyecek İçecek Hizmetleri, (vii) Ayakkabı ve Saraciye Teknolojisi, (viii) Güzellik ve Saç Bakım Hizmetleri, (ix) Elsanatları Teknolojisi.
Askerî Liseler
Türkiye’de orta dereceli askerî okulların ilk örnekleri İstanbul’da açılmıştır. Bugün Türk silahlı kuvvetlerinin kara ve deniz subay adayı ihtiyacının büyük bir kısmını karşılayan ikisi, bu tarihî okulların devamı olan Kuleli Askerî Lisesi ve Heybeliada Deniz Lisesi’dir.
Heybeliada Deniz Lisesi
Bugünkü Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi’nin çekirdeğini oluşturan okul, Kasımpaşa Tersanesi’nde Mühendishane-i Bahrî-i Hümayun adıyla 1775 yılında kurulmuştur. 1839 yılında adı Mekteb-i Bahriye-i Şâhâne olarak değiştirilmiştir. 1853 yılında 4 sınıflı İdadî (Lise) kısmı açılmıştır. 1928 yılında Bahriye Mektebi’nin adı Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi Komutanlığı olarak değiştirilmiştir. II. Dünya Savaşı sırasında ve 1941-1946 yılları arasında Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi, eğitimini Mersin’de sürdürmüş, 1946-1947 yılında tekrar Heybeliada’ya dönmüştür. Deniz Lisesi 1963 yılında Deniz Harp Okulu’ndan ayrılmıştır. Deniz Harp Okulunun 1985 yılında Tuzla’daki yeni inşa edilen tesislerine yerleşmesinden sonra Deniz Lisesi Komutanlığı, Heybeliada’daki binalarda konuşlandırılmıştır. Okulda verilen eğitimin temel amacı, Deniz Harp Okulu’nun ihtiyaç duyduğu sayı ve nitelikte öğrenci hazırlayarak, Deniz Kuvvetleri’nin subay adayı ihtiyacını karşılamaktır.
Kuleli Askerî Lisesi
Silahlı Kuvvetler’imizin subay adaylarını yetiştiren Kuleli Askerî Lisesi, 21 Eylül 1845 tarihinde “Mekteb-i Fünun-ı İdadiye” ismi ile Dolmabahçe Çinili Köşk’te öğretime açılmıştır. 1846-1872 yılları arasında Maçka ve Harbiye kışlalarında eğitimine devam eden Mekteb-i Fünun-ı İdadiye, 1872 yılında Kuleli Kışlası’na taşındı ve Kuleli Askerî İdadîsi adını aldı. Ülkenin yaşadığı harp ve mütareke yıllarında mekân değiştirmek zorunda kaldı. 6 Ekim 1923’te İstanbul’un kurtarılmasını takiben tekrar binasına taşındı. Kuleli Askerî Lisesi, II. Dünya Savaşı nedeniyle 6 Nisan 1941’de Konya’ya taşındı ve okul, askerî hastane hâline getirildi. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra 18 Ağustos 1947’de İstanbul’a intikalini tamamlayarak tekrar Kuleli Kışlası’na yerleştirildi.
Kuleli Askerî Lisesi’nde verilen eğitimin temel amacı; Kara Harp Okulu’ndaki eğitim ve öğretimi takip edebilecek bilimsel altyapı ile donanmış; temel askerî bilgi ve davranışları kazanmış, askerlik mesleğinin temel değerlerine karşı duyarlı ve bu değerleri benimsemiş, üstün bedenî yeterliliğe sahip subay adayları yetiştirmekti.
Kuleli Askerî Lisesi, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünden sonra diğer askerî okullarla birlikte kapatılmıştır.
Öğretmen Yetiştirme
Cumhuriyet dönemi öğretmen yetiştirme sistemi de diğer alanlarda olduğu gibi Osmanlı mirası üzerine kurulmuştur. Bu mirasın en büyük vârisi de yine İstanbul olmuştur. Zira imparatorluğun her vilayetinde sınıf öğretmeni yetiştiren birer ibtidaî darülmuallimîn ve ibtidaî darülmuallimat bulunurken liseye öğretmen yetiştiren Darülmualllimîn-i Âliye ve Darülmuallimat-ı Âliye İstanbul’daydı. 1915 yılında yapılan düzenlemeyle bu kurumlar; anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise öğretmeni yetiştirecek şekilde yapılandırılmışlardı. 1924 yılında isim, teşkilat ve program yönünden değişime tabi tutulan bu kurumların altyapısı üzerine üç öğretmen yetiştiren kurum tesis edilmişti: Yüksek Muallim Mektebi, Kız İlköğretmen Okulu ve Erkek İlköğretmen Okulu. Orta Öğretmen Okulu açma kararı ise kâğıt üzerinde kalmıştı.
Cumhuriyet döneminde İstanbul’da öğretmen yetiştirme iki ana başlık altında ele alınabilir: (i) Millî Eğitim Bakanlığı Bünyesinde Öğretmen Yetiştirme; (ii) Üniversitelerde Öğretmen Yetiştirme. Aşağıda her iki döneme ait okullar kısaca anlatılacaktır.
Millî Eğitim Bakanlığı Bünyesinde Öğretmen Yetiştirme
Türkiye’de öğretmen yetiştiren kurumlar 1982 yılına kadar Maarif Nezareti/Vekâleti ve Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet göstermiş; bu tarihte Yükseköğretim Kurulu’nun çatısı altında toplanan üniversitelere devredilmiştir. Millî Eğitim Bakanlığı döneminde Türk eğitim sisteminin en seçkin kurumları arasında yer alan bu okul/yüksekokul/enstitüler şunlardır: Yüksek Muallim Mektebi-Yüksek Öğretmen Okulu, İstanbul Kız Muallim Mektebi-Kız Öğretmen Okulu, İstanbul Erkek Muallim Mektebi-Erkek Öğretmen Okulu, Atatürk Eğitim Enstitüsü, İstanbul Eğitim Enstitüsü, Atatürk Yüksek Öğretmen Okulu. Bunların dışında Terbiye-i Bedeniye Mektebi, Anadoluhisarı Gençlik ve Spor Akademisi gibi bazı kurumlar da öğretmen yetiştirmiştir.
İstanbul [Kız/Erkek] İlköğretmen Okulu
Sınıf öğretmeni yetiştiren bir kurumdur. 1868 yılında açılan Darülmuallimîn-i Sıbyan ile 1870’te kurulan Darülmuallimat’ın vârisidir. Cumhuriyet’in ilanından sonra Darülmuallimîn Erkek Muallim Mektebi, Darülmuallimat Kız Muallim Mektebi adını aldı. 1930’lu yıllarda Muallim Mektebi yerine Öğretmen Okulu adı kullanılmaya başlandı. Bu yıllarda yapılan düzenlemeyle ortaokul üzeri üç yıllık okullar hâline getirildi. Kız Öğretmen Okulu genellikle mirasçısı olduğu Çapa’daki binayı kullandı. Bu sırada Erkek Öğretmen Okulu, bir süre eski Mekteb-i Tıbbiye binasında Haydarpaşa Lisesi ile birlikte faaliyet gösterdi. Uzunca bir süre Çapa’daki tarihî Darülmuallimat binasında Atatürk Eğitim Enstitüsü ve Yüksek Öğretmen Okulu ile aynı mekân ve idare altında birleşti. Sınıf öğretmeni yetiştiren iki kurum 1973’e kadar İlköğretmen Okulu adı altında faaliyet gösterdi. Kuruluşundan yüz yıl sonra lise dengi oldu. 1974’te yerini iki yıllık ön lisans diploması veren İstanbul Eğitim Enstitüsü’ne bıraktı.
İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu
Ortaöğretime öğretmen yetiştirmek üzere Tanzimat dönemi sona ererken kurulan Darülmuallimîn-i Âliye’nin devamıdır. Cumhuriyet’in ilanından sonra bir süre Yüksek Muallim Mektebi adıyla faaliyet gösterdi. 1923-1924’te, birkaç yıl önce kapatılan İhzârî Kısım’ın yerine ortaokullara öğretmen yetiştirmek üzere, Talî Kısım açıldı. Fakat bu kısım, fazla uzun ömürlü olmadı. 1936’da Yüksek Öğretmen Okulu adını alan okul, yalnız lise öğretmeni yetiştiren bir kurum hâline geldi. 1959’a kadar da, Türkiye’nin tek lise öğretmeni yetiştiren kurumu olma özelliğini korudu. Bu tarihten sonra Ankara ve İzmir’de açılan iki muadili ile birlikte misyonunu devam ettirdi. 1978’de kapatıldı; yerini bir süre sonra açılan yeni nesil Atatürk Yüksek Öğretmen Okulu’na bıraktı; o da 1982 yılında Atatürk Eğitim Fakültesi’ne nüve teşkil etti.
Atatürk Eğitim Enstitüsü
1946-1947 öğretim yılında, 1848’de açılan Darülmuallimîn-i Rüşdî’nin misyonunu yerine getirmek ve böylece ortaokullara öğretmen yetiştirmek üzere, İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü açıldı. Kısa süre sonra, bu yeni kurum, Türkiye’nin en nitelikli öğretmen yetiştiren kurumlarından biri hâline geldi.
1978 yılında İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu, ülkedeki diğer yüksek öğretmen okullarıyla birlikte kapatıldı. Aynı yıl, tüm öğretmen yetiştiren kurumları saran anarşi ve terör dolayısıyla Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde de eğitim ve öğretim durduruldu. Söz konusu tarihte, ülkedeki diğer üç yıllık eğitim enstitüleri, eskilerden farklı bir örgüt ve programla dört yıllık yüksek öğretmen okullarına dönüştürüldü. Atatürk Eğitim Enstitüsü de, iki yıl sonra, 1980’de, Atatürk Yüksek Öğretmen Okulu adıyla yeniden faaliyete başladı.
İstanbul Eğitim Enstitüsü
1974 yılında sınıf öğretmeni yetiştirmek üzere açıldı. İki yıllık ön lisans eğitimi veriyordu. Ortaköy’de uzun zamandır Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi tarafından kullanılagelen binada faaliyet göstermişti. 1980 askerî müdahalesinden önce anarşik olayların en şiddetle yaşandığı okullardan biri olmuştu.
Üniversitelerde Öğretmen Yetiştirme
1982 yılında yükseköğretim kurumları YÖK’ün çatısı altında örgütlenirken öğretmen yetiştiren kurumlar da üniversitelere bağlandı. Dört yıllık lisans programı yürüten yüksek öğretmen okulları eğitim fakültesine, iki yıllık eğitim enstitüleri de eğitim yüksekokullarına dönüştürüldü. Bu fakültelerin ilki Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi idi.
Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi
Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı İstanbul Eğitim Enstitüsü’nün devamı olan Atatürk Yüksek Öğretmen Okulu’nun 1982’de Atatürk Eğitim Fakültesi adıyla fakülteye dönüştürülmesi suretiyle kurulmuştur. Aynı yıl kurulan Marmara Üniversitesi’ne bağlanan fakülte bu aşamada bazı yükseköğretim kurumlarıyla da birleşmiştir. Nitekim İstanbul Yabancı Diller Yüksekokulu’nun öğretim kadrosu fakültenin ilgili bölümlerine katılmış; Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı Anadoluhisarı Gençlik ve Spor Akademisi de Beden Eğitimi ve Spor Bölümü’ne dönüştürülmüştür.
1985’te fakülte bünyesinde iki yıllık bir yükseköğretim kurumu olan İstanbul Eğitim Yüksekokulu açılmıştır. 1989-1990 öğretim yılında öğretim süresi dört yıla çıkarılan bu yüksekokul; 1992’de İlköğretim Bölümü’ne dönüştürülerek tarihe karışmıştır. Bir yıl sonra, Beden Eğitimi ve Spor Bölümü Rektörlüğe bağlı Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu hâline getirilmiştir. 1998 yılında akademik teşkilat yapısı ve programları yeniden yapılandırılan Fakülte, 2011-2012 öğretim yılı itibarıyla 22 alanda öğretmen yetiştirmeye devam etti. Aynı tarihte 230 öğretim elemanı ve 9.000 civarında öğrenci mevcudu ile Türkiye’nin en büyük öğretmen yetiştiren kurumları arasında yer aldı.
Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi
1982’de İstanbul’da kurulan iki eğitim fakültesinden biridir. Boğaziçi Üniversitesi ile birlikte Robert Kolej’in altyapısı üzerine kurulmuştur. Bir eğitim enstitüsü altyapısı üzerine kurulmadığı için aynı tarihte kurulan diğer fakültelerden farklı gelişmiştir. 2012 yılında 9 alanda öğretmen yetiştiren fakülte; 61 öğretim elemanı ve yardımcısı ile 2.216 lisans öğrencisine sahipti.
İstanbul Üniversitesi Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesi
Cumhuriyet’in en önemli Millî Eğitim bakanlarından Hasan Âli Yücel’in adını alan bu fakülte 1998’de kurulmuştur. Fakültenin tarihî temelini 1936 yılında aynı üniversite bünyesinde kurulan Pedagoji Enstitüsü oluşturmaktadır. Pedagoji Enstitüsü 1949’da Edebiyat Fakültesi’ne bağlı Pedagoji Kürsüsü’ne dönüştürülmüş; adı geçen Kürsü, Pedagoji Bölümü adını almıştır. 1982’de YÖK tarafından adı Eğitim Bilimleri Bölümü olarak değiştirilen bu bölüm, 1998 yılında kurulan Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesi’ne temel oluşturan birimlerden biri olmuştur. Türkiye’nin en köklü üniversitesinin bünyesinde yer almanın avantajını kullanarak 11 alanda öğretmen yetiştirmeye devam etmektedir.
Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi
2003 yılında kurulmuştur. Daha önce Fen-Edebiyat Fakültesi bünyesinde bulunan Eğitim Bölümü öğretim elemanları fakültenin akademik kadrosuna nüve teşkil etmiştir. 2012 yılında 9 alanda öğretmen yetiştiriyordu.
Son beş yılda Türkiye’deki eğitim fakültesi sayısı yaklaşık 1/3 oranında artarak 90’ı geçmiştir. Bu artış sırasında İstanbul’da kurulan eğitim fakültelerinin sayısı da 14’ü bulmuştur. Bunların yanı sıra 2 de eğitim bilimleri fakültesi açılmıştı. Tablo 13’te görüldüğü gibi, Mayıs 2012 itibarıyla İstanbul’daki eğitim fakültelerinden 10’u, eğitim bilimleri fakültelerinin de 1’i vakıf üniversitesi bünyesindedir; fakat bu fakülteler şimdiye kadar öğrenci alacak hâle gelememişlerdi. Yukarıda görüldüğü gibi, devlet üniversiteleri tarafından açılan eğitim fakülteleri ise en azı dokuz alanda öğretmen yetiştiren, ayrıca master ve doktora programları yürüten kurumlardı. Yalnız İstanbul Medeniyet Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi henüz kuruluş aşamasındaydı.
İstanbul’daki eğitim fakülteleri farklı tarihî temelleri, akademik kadro ve fiziki imkânları ile herhangi bir yükseköğretim kurumundan farklı olarak, eğitim ve bilimin yanı sıra sosyal yaşama da katkı yapmaktadırlar.
Yükseköğretim
Bugünkü Türk eğitim sisteminde yükseköğretim kurumları; üniversite, fakülte, enstitü, yüksekokul, konservatuvar, meslek yüksekokulu ile uygulama- araştırma merkezlerinden oluşmaktadır. Fakat 2547 sayılı YÖK Yasası yürürlüğe girene kadar farklı ad ve yapılarda akademik birimler (lisans programı yürüten, iki yıllık ön lisans ve üç yıllık lisans eğitimi veren enstitüler vb.) de sistemde yer almıştır.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanının ardından toplumsal yapıyı ve kurumları kökünden değiştirecek bir dizi inkılap yapıldı. Bunlar arasında devlet ve toplumun hayatını derinden etkileyen ve değiştiren en önemli inkılap kuşkusuz 3 Mart 1924’te yapılanlardır. Bu tarihte üç kanun bir arada kabul edildi. Bu üç yasa: Tevhid-i Tedrisat olarak şöhret bulan, eğitim ve öğretim birliği yasası, Hilafet’in kaldırılması ve Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin de kaldırılarak yerine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ihdas edilmesidir. Tevhid-i Tedrisat’a göre memleketteki bütün eğitim-öğretim müesseseleri bütçeleri ve personel yapıları ile Maarif Vekâleti’nin uhdesine verildi. Ancak kısa bir süre sonra askerî okullar bu sınırlamanın dışında bırakıldı.
Kanunun önemli maddelerinden biri, “Maarif Vekâleti yüksek din uzmanları yetiştirmek için Darülfünun’da bir ilahiyat fakültesi, imam hatip yetiştirmek için de ayrı mektepler açacaktır.” hükmüdür. Buna göre Darülfünun’da beşinci bir fakülte olarak ihdas edilen İlahiyat Fakültesi’ne kapatılan Süleymaniye Medresesi öğrencileri kabul edilmiştir. 1933’e gelindiğinde İlahiyat Fakültesi, Edebiyat Fakültesi’ne bağlı bir enstitü hâline getirildi. İmam Hatipler ise çeşitli sebeplerle çok daha önceden kapanmak zorunda kalmıştı.
Darülfünun 1923’ten sonra Zeynep Hanım Konağı’ndan Harbiye Nezareti binasına taşındı. 1924’ten itibaren Darülfünun’la ilgili yeni düzenlemeler yapıldı ve yeniden ıslah çalışmaları konuşulmaya başlandı. Ancak bu sırada hükûmet ile Darülfünun arasında bazı anlaşmazlıklar meydana geldi. Cumhuriyet’in önde gelen bazı aydınları Darülfünun’u “millî inkılapların ruhunu talebelere aktaramamakla, memlekette yapılan onca değişime ve inkılaba bitaraf bir müşahit gibi kalmakla” suçladı. Nisan 1925’te Darülfünun Emini İsmayıl Hakkı Bey istifa etti. Darülfünun memleketteki inkılap hareketlerine destek vermemekle suçlanmaya başlanınca hükûmet tarafından tensikat ve köklü bir reform kaçınılmaz görüldü.
1931’de Cenevre’den Albert Malche, Darülfünun’da reform için davet edildi ve bu zat yapılacak işler konusunda uzun bir rapor hazırladı. Bu rapordan sonra geniş bir tasfiye için kollar sıvandı ve İstanbul Darülfünunu kapatılarak, İstanbul Üniversitesi kuruldu. Malche’nin raporuna göre üniversite Maarif Nezareti’ne bağlı bir devlet kuruluşu hâline getirildi. 240 kişilik Darülfünun kadrosundan 157 kişi açığa alındı. Bunun yanında başta Almanya’dan olmak üzere farklı ülkelerden kırkın üzerinde öğretim elemanı geldi. A. Malche 1950’de ülkeden ayrılırken, üniversite reformu üzerine uzun bir rapor hazırladı ve yapılan reformun başarısızlığına dikkat çekti. Ona göre yapılan üniversite reformu başarısız olmuştu.
Darülfünun 69 yıllık tarihinde Türkiye’de yükseköğretimin kendine özgü, aynı zamanda eklektik bir tarzda başlamasını sağladı. Pek çok bilimsel eser telif edildi, dergiler çıkarıldı. Bölümler ve idari yapılanmalar teşekkül etti. Yüksek lisans ve doktora tezleri, Türkçe ilmî literatürün oluşması, ilmî araştırma metodolojisinin gelişmesi, giriş ve bitirme sınavları, ödül ve cezalar gibi pek çok akademik ritüelin başlatılmasıyla modern yükseköğretimin temellerinin atılması sağlandı. İstanbul Üniversitesi büyük ölçüde bu geleneğin üzerine inşa edildi.
Cumhuriyet dönemi yükseköğretim kurumlarından biri de, Osmanlı döneminde adı Darülmuallimîn olan, daha sonra Darülmuallimîn-i Âli adını alan öğretmen yetiştiren okullardır. İstanbul Darülmuallimîn-i Âlisi 1924’te Yüksek Muallim Mektebi adını aldı ve 1959’a kadar lise ve dengi öğretim kurumlarına öğretmen yetiştiren tek kurum olarak devam etti. Bu okula 1934-1935’ten sonra Öğretmen Okulu denilmeye başlandı. Bu okul daha sonra öğretmen yetiştiren farklı kurumlara dönüştü. Uzun seneler İstanbul’da hizmet veren ve diğer Anadolu illerinde açılacak olan okullara örnek oldu.
Devlet Üniversiteleri
İstanbul Üniversitesi
İstanbul’da yükseköğretim denildiği zaman akla gelen önemli kurumdan biri kuşkusuz İstanbul üniversitesi, diğeri de İstanbul Teknik Üniversitesi’dir. Marmara Üniversitesi ve diğer devlet üniversitelerinin 1982’den sonraki kuruluşlarına kadar yalnızca bu iki üniversite vardı.
1933 üniversite reformu ile birlikte kurulun İstanbul Üniversitesi’nin dört fakültesi vardı: Edebiyat Fakültesi, Fen Fakültesi, Tıp Fakültesi, Hukuk Fakültesi. Bu fakültelere bağlı farklı enstitüler de kuruldu: İslam Tetkikleri Enstitüsü, Kimya Enstitüsü, İktisat ve İçtimaiyat Enstitüsü, Elektromekanik Enstitüsü ve Türk İnkılabı Enstitüsü. İnkılap enstitüsünde farklı akademisyenler ve siyasetçiler inkılap tarihiyle ilgili dersler verdiler. 1934’te Hukuk Fakültesi’ne bağlı olarak İktisadi ve İçtimai İlimler Enstitüsü kuruldu. Bu enstitü iki sene sonra Fritz Neumak tarafından İktisat Fakültesi’ne dönüştürüldü. İktisat Fakültesi 1937 yılında eğitime başladı. 1939’da Edebiyat Fakültesi’ne bağlı olarak açılan Pedagoji, Sosyoloji ve Psikoloji zamanla bölüm ya da ayrı anabilim dalı hâline gelmiştir. Daha sonra pek çok üniversitede bölüm ya da müstakil fakülte olacak olan söz konusu alanlara ilişkin ilk yayınlar ve akademik altyapı burada tecrübe edildi. İstanbul Üniversitesi’ne bağlı yüksekokul hüviyetinde olan ancak daha sonra fakülte hüviyetine kavuşacak Mektepler de tesis edildi. Bunların başında Eczacı Mektebi, Dişçi Mektebi, Yabancı Diller Mektebi gelmektedir.
1933-1934 eğitim-öğretim döneminde Haydarpaşa’daki Tıp Fakültesi, Beyazıt tarafına peyderpey taşındı. Cerrahpaşa, Vakıf Gureba, Haseki ve Şişli Etfal’de farklı branşlarda sağlık kuruluşları oluşturuldu ve yatak kapasiteleri artırıldı. 1956’da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden bir grup akademisyenin ayrılmasıyla Çapa Tıp Fakültesi kuruldu. Böylece İstanbul Üniversitesi iki büyük tıp fakültesine sahip oldu.
İstanbul Üniversitesi’nin 1927’de beş olan fakülte sayısı 1980’e gelindiğinde 20’yi buldu. Aynı süreçte öğrenci sayısı 1660’tan 40.000’e yaklaştı. Öğretim elemanı sayısı ise 271’den 5.000’in üzerine çıktı.
İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşu yıllarında, Alman yükseköğretiminin de etkisi ile yeni bir akademik kültür meydana geldi. İlk defa doçentlik sınavları ve yönetmeliği, yüksek lisans ve doktora sınavlarının yönetmeliği, disiplin yönetmelikleri, asistanlık talimatnamesi gibi temel akademik yönetmelik ve hukuki altyapılar bu dönemde meydana getirildi. Türkiye’nin farklı illerinde kurulacak olan diğer üniversitelerin büyük bir kısmı bu miras üzerine bina edildi. Üniversitenin eğitim-öğretim ve teşkilat yapısında 1960’lardan sonra bazı değişiklikler meydana geldiyse de asıl değişimler ve gelişmeler 1970’lerden sonra görüldü ve peşi sıra pek çok fakülte kuruldu:
Edebiyat Fakültesi, 1900-1933; Tıp Fakültesi, 1909-1933; Fen Fakültesi, 1900-1933; Hukuk Fakültesi, 1900-1933; İktisat Fakültesi, 1936; Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1979; Veteriner Fakültesi, 1972; Orman Fakültesi, 1934; Eczacılık, 1962; Diş Hekimliği, 1964; Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, 1967; Kimya, 1967; İşletme, 1967; Yer Bilimleri, 1976; Mühendislik Fakültesi, 1981; Çapa Tıp Fakültesi, 1967; İletişim Fakültesi, 1992; Su Ürünleri Fakültesi, 1992; İlahiyat Fakültesi, 1992; Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesi, 1998; Sağlık Bilimleri Fakültesi, 2010; Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi, 2009; Florance Nightingale Hemşirelik Fakültesi, 2011.
2012 verilerine göre -bu rakamlar her an değişmektedir- İstanbul Üniversitesi çok farklı alanlarda ve akademik düzeyin hemen hepsinde eğitim vermektedir. Bütün bu hizmetler 20 fakülte, 17 enstitüsü, 11 yüksekokul ve 34 araştırma merkezi dâhilinde yapılmaktadır. Merkez binası Beyazıt’tadır; Çapa, Cerrahpaşa ve Avcılar başta olmak üzere, üniversitenin farklı yerlerde kampüsleri bulunmaktadır. Bu kurumda 2012 verilerine göre, 2.066 öğretim üyesi görev yaparken, 70.000’in üzerinde öğrenci eğitim-öğretim görmekte ve araştırma yapmaktadır. İstanbul Üniversitesi dünyanın farklı kurumları tarafından farklı kategorilerin dikkate alındığı dünyanın en başarılı üniversiteleri sıralamasında ilk 500’e birçok defa giren Türkiye’nin bilimsel kapasite bakımından en üst düzey yükseköğretim kurumlarından biridir. Gerek Türkiye’nin farklı illerinde açılan devlet ve vakıf üniversiteleri, gerekse İstanbul’da sayıları 40’a yaklaşan vakıf üniversiteleri öğretim elemanı ve akademik kültür ihtiyaçlarını sağlamada İstanbul Üniversitesi’ne çok şey borçludurlar.
İstanbul Teknik Üniversitesi
İstanbul’un ikinci yükseköğretim kurumu, Temmuz 1944’te kurulan ve tamamıyla teknik bilim eğitim ve öğretimi yapan İstanbul Teknik Üniversitesi’dir (İTÜ). Bu okulun başlangıcı 1773’te açılan Deniz Subay Mektebi’ne (Mühendishane-i Bahrî-i Hümayun) kadar gider. Daha sonra okul gerek öğretilen bilgiler ve okutulan dersler, gerekse teşkilat, personel ve hukuki statü bakımından çok değişimlere uğramıştır.
Cumhuriyet’in kuruluşu ile mühendis Mekteb-i Âlisi kara yolu, demir yolu, su işleri ve inşaat-mimarlık dallarını kapsayacak şekilde eğitim veren bir okul olarak örgütlendi. 1929 yılında mektebin mevcut su ve yol kollarına inşaat şubesi de eklenerek mimarlık alanında eğitim vermeye başlandı. İlk mezunlarını 1931 yılında veren Yüksek Mühendis Mektebi, Cumhuriyet Türkiye’sinin bayındırlık işleri için gerekli teknik mühendisleri ve ara elemanları yetiştiriyordu. 1940’larda Avrupa’dan özellikle de Almanya’dan gelen bilim adamlarının katkısı ile Yüksek Mühendis Mektebi, Türkiye’nin teknik öğretim alanında önde gelen kuruluşlardan biri oldu. Gümüşsuyu’ndaki eski topçu kışlasında konumlanan teknik üniversite, daha sonra Taşkışla ve Maçka Silahhanesi binalarına taşındı. Bu gün hâlâ bu tarihî binalarda eğitim verilmektedir.
İTÜ’nün kurulduğu 1943-1944 döneminde 4 olan fakülte sayısı 1988’e gelindiğinde 14’ü buldu. Aynı dönemde öğrenci sayısı 792’den 17.000’in üzerine çıkarken, öğretim elemanı sayısı da 122’den 1.600 rakamına kadar ulaştı.
1944 yılında Yüksek Mühendis Mektebi, İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüştü. İlk yıllarında İnşaat, Mimarlık, Makina, Elektrik fakültelerinden oluşan İstanbul Teknik Üniversitesi Maden, Kimya, Gemi İnşaatı, Fen-Edebiyat, İşletme, Uçak ve Uzay Bilimleri, Denizcilik gibi fakültelerin kurulması ile büyümüş, tüm fakülteler bölümlere ayrılmış ve her fakültede diploma veren programlar gelişmiştir. Bu arada İstanbul dışındaki bazı bölümleri zamanla fakülteye hatta bazıları da (Fırat Üniversitesi gibi) üniversiteye dönüştü.
İTÜ’de 1974-1975 öğretim yılında iki kademeli eğitime geçilerek, dört yıllık lisans eğitimine eklemlenen iki yıllık lisansüstü programlarla birçok uzmanlık alanında üst düzeyde eğitim verilmeye başlandı. Hâlen altı enstitü tarafından yüksek lisans ve doktora programları yürütülmektedir ve Türkiye’nin en başarılı teknik üniversitesi sıralamasında en üst sıralarda yer almaktadır.
2012 rakamlarına göre İstanbul Teknik Üniversitesi’nin fakülte, enstitü ve diğer araştırma birimi sayısı 30’u geçmiş bulunmaktadır. Üniversitede sadece öğretim üyesi sayısı 988’i, öğrenci sayısı da 25.569’u geçmiş bulunmaktadır.
İTÜ’nün Mimarlık, Makina, İşletme Fakülteleri, Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı ve Sosyal Bilimler Enstitüsü kent merkezindeki Taşkışla, Gümüşsuyu ve Maçka binalarındadır. Maslak’taki kampüs içinde Rektörlük ve diğer yönetim binalarıyla birlikte İnşaat, Maden, Kimya ve Metalürji, Fen-Edebiyat, Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi bulunmaktadır. İTÜ, Mühendislik ve diğer fen bilimleri alanında Türkiye’nin en önde gelen kurumu olmakla birlikte aynı zamanda en başarılı üniversiteler sıralamasında dünyada ilk 500 sıralamasına giren yükseköğretim kurumlarımızdan biridir. Matematik, fizik, astronomi gibi alanlarda dünya çapında bilim adamlarının yanında, Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Erdal İnönü, Süleyman Demirel ve şu anda (2013) YÖK Başkanı olan Gökhan Çetinsaya gibi Türkiye’nin siyasi, kültürel, ekonomik, iktisadi ve diplomasi sahalarında en üst düzeylerinde görev yapmış pek çok kişiyi yetiştiren bir kurum olarak İTÜ’nün modern Türkiye’nin kaderinde hayli önemli ve kritik bir yeri vardır.
Boğaziçi Üniversitesi
İstanbul yükseköğretiminde kuşkusuz önemli eğitim kurumlarından biri de kuruluşu Tanzimat yıllarındaki Bebek’teki Amerikan misyoner okuluna dayanan Boğaziçi Üniversitesi’dir. Bu okul ilk olarak 1863’te Cryus Hamlin tarafından Amerikalı işadamı Christopher R. Robert’in bağışları ile eğitime Bebek’te daha önce İlahiyat Semineri olan okulun yerinde başladı. Kısa bir süre sonra Boğaz’ı en iyi gören yerlerden biri olan bugünkü Rumelihisarı üstündeki kampüse taşındı. Burası Ahmed Vefik Paşa’dan Hamlin’in uzun süren mücadelesinden sonra satın alınmıştı. Ciddi misyonerlik faaliyetleri yüzünden 1921’de Anadolu’daki bütün yabancı okullar kapatıldı. Ancak Lozan Anlaşması’yla yeniden açılmalarına imkân tanındı ve böylece yeniden faaliyete başladı. Bu defa daha öncesinin tersine Müslüman-Türk öğrenci gayrimüslim öğrenciden çok daha fazlaydı ve o tarihten bu yana da bu tablo hep bu minvalde devam etti.
1912’de kolej bünyesinde mühendislik okulu kuruldu, 1957’ye kadar bir orta öğretim kurumu statüsünde eğitim yapan Robert Kolej, yüksekokul hâline getirildi. 1958’de Dil Bilim Okulu ve 1959’da İşletme Okulu açıldı. Robert Kolej Özel Yüksek Okulu Anayasa Mahkemesi’nin tüm özel yüksekokulların kapatılmasına ilişkin aldığı bir karar üzerine, tüm mal varlığı ile Türkiye’ye devredilerek 9 Eylül 1971’de Boğaziçi Üniversitesi kurulmuştur. 1978’e kadar kuruluş ve teşkilatlanma aşamasında bulunan Boğaziçi Üniversitesi’nin kuruluşuna ilişkin kanun bu tarihte yayımlanarak özerk üniversite statüsünde kabul edilmiştir. Bu tarihte İdari Bilimler, Temel Bilimler ve Mühendislik Fakülteleri ile rektörlüğe bağlı ön lisans ve Yüksek Okulları ve Yabancı Dil Okulu kurulmuştur.
Boğaziçi Üniversitesi’nin, kurulduğu 1971 senesinde üç fakültesi vardı. 1988’e gelindiğinde buna üç fakülte daha eklendi. 1971’de yaklaşık 1.000 öğrenciye sahip olan üniversite 1988’de 5.775’e ulaştı. Yine aynı dönemde 79 olan öğretim elemanı sayısı 600’ün üzerine çıktı. 2012 rakamlarına göre ise, Boğaziçi Üniversitesi’nde 430 öğretim üyesi görev yaparken 11.710 öğrenci eğitim-öğretim görmektedir. Sıkı uluslararası ilişkileri olan üniversitenin hayli zengin bir kütüphanesi ve etkin işleyen araştırma birimleri ve öğrenci kulüpleri bulunmaktadır.
Özerk bir teşkilat yapısına sahip olan, Türkiye’de yabancı dille ilk eğitim yapan üniversitede Amerikan eğitim felsefesinin derin izlerini görmek mümkündür. Bir kolej olarak kurulduğu yıllarda daha çok Ermenileri ve Türkiye’nin diğer azınlıklarını hedef almıştır ve buradan Protestan inancının muhkem bir savunuculuğu ve yayıcılığı yapılmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi 2012 verilerine göre, 4 fakülte, 4 enstitü, 6 meslek yüksekokulu ve 17 araştırma birimi ile yurt dışına en çok öğrenci ve personel gönderen ve eğitimi, araştırmaları, sosyal ve kültürel faaliyetleri ile Türkiye’nin en prestijli üniversitelerinden biri durumundadır.
Gerek Türkiye’nin sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve diplomasi alanında, gerekse ülkemizin dünyaya açılan yüzü olması yönüyle Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul yükseköğretiminin etkili bir kurumu olagelmiştir. Bu üniversite, Cumhuriyet öncesinde daha çok azınlık ve yabancıların, Cumhuriyet sonrasında Müslüman Türk ama derin bir Amerikan kültürü tesiri altında bilim, kültür, ekonomi, sağlık, sanat ve siyaset alanlarında üst düzey başarı göstermiş pek çok kişinin eğitim aldığı bir yer olmuştur.
Marmara Üniversitesi
Üniversite olarak kuruluşu 1982 olmasına karşın kurumsal temelleri 16 Ocak 1883 tarihli Hamidiye Ticaret Mekteb-i Âlisi’ne dayanır. Osmanlı döneminden başlayarak, farklı bakanlıklara bağlı olarak orta düzeyli bir meslek okulu hâlinde uzun süre eğitimine devam etmiştir.
Ticaret Mektebi, 1959’da İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne dönüştürülmüştür. 1982 yılında gerçekleştirilen düzenlemelerle de Marmara Üniversitesi adını alarak İstanbul’un dördüncü üniversitesi olmuştur. Hâlen de öğrenci ve öğretim elemanı kapasitesi bakımından İstanbul’un ikinci büyük üniversitesidir.
Marmara Üniversitesi, 1982-1983 eğitim ve öğretim yılında 9 fakülte, 1 yüksekokul, 1 enstitüyle eğitim ve öğretime başlamıştır. Aynı dönemde üniversitede öğrenim gören 11.830 öğrenci var iken, 900 tane de öğretim elemanı görev yapmaktadır. Aradan beş sene geçtikten sonra, fakülte ve diğer araştırma birimi sayısı 14’e, öğrenci sayısı 15.725’e, öğretim elemanı sayısı da 1.190’a yükselmiştir.
2012 verilerine göre, 16 fakülte 11 enstitü, 9 yüksekokul 4 araştırma merkezi ile eğitim ve öğretimine her düzeydeki akademik çalışma ile devam etmektedir. 3.000’e yakın personeli ve 70.000’nin üzerinde öğrenciye sahip olan üniversitede, İktisat, İşletme, Siyasal Bilgiler, Mühendislik, Tıp, Diş Hekimliği ve İlahiyat fakülteleri başta olmak üzere çok farklı akademik birimde Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca ve Arapçadan oluşan 5 ayrı dilde eğitim yapmaktadır. İstanbul’un çok farklı bölgelerinde eğitim veren Marmara Üniversitesi’nin 10 ayrı kampüsü bulunmakla birlikte, Haydarpaşa ve Göztepe kampüsü en önde gelenleridir. Haydarpaşa kampüsünün merkez binasını, II. Abdülhamid’in prestij okullarından biri olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne’nin görkemli binası oluşturmaktadır.
Yıldız Teknik Üniversitesi
Üniversite adını alarak kuruluşu 1982 olsa da bu kurumun da kökenleri 1911’de kurulan Kondüktör Mekteb-i Âli’sine dayanmaktadır. Bir süre Nafia Mektebi adıyla teknisyen yetiştiren okul, 1937’de İstanbul Teknik Okulu adını almıştır. Bu tarihten sonra yüksek mühendis ve fen memurları yetiştirmeye ve daha başka teknik bölümler de açılmaya başlanmıştır. 1969 yılında okulun adı İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi olarak değiştirilmiş ve yüksek dereceli mühendis ve mimar yetiştirmeye başlamıştır.
1982 yılında ise Yıldız Üniversitesi adını alarak İstanbul’un beşinci büyük Yükseköğretim Kurumu olmuştur. Yeni üniversitede Fen-Edebiyat, Mühendislik, Kocaeli’nde bulunan Meslek Yüksekokulu, Fen Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Bilimler Enstitüsü ve Rektörlüğe bağlı Yabancı Diller, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Türk Dili, Beden Eğitimi ve Güzel Sanatlar bölümleri kurulmuştur.
1982-1983 döneminde Yıldız Teknik Üniversitesi’nde 5 fakülte, 7.560 öğrenci ve 566 öğretim elemanı var iken, aradan beş sene geçtikten sonra 1988’de 6 fakülte, 12.422 öğrenci ve 732 öğretim elemanı sayısına ulaşmıştır.
1992’de üniversitenin adı Yıldız Teknik Üniversitesi olarak değiştirilmiş ve yeni fakülteler, araştırma birimleri açılmıştır. 2012 verilerine göre Yıldız Teknik Üniversitesi; 10 fakülte, 2 enstitü, 2 meslek yüksekokulu, 1 yabancı diller yüksekokuluna sahiptir. Üniversite 19 farklı araştırma biriminde 700’ü öğretim üyesi olmak üzere 2.000’in üzerinde öğretim elemanı ve 25.000’i aşan öğrencisiyle her düzeyde akademik eğitim-öğretim ve araştırmasını sürdürmektedir.
AB Erasmus Projesi’nde en çok öğrenci gönderen ve kabul eden bir üniversite olmakla birlikte üniversite sanayi işbirliğinin özgün örneklerinden biri olan İstanbul’daki en büyük teknoparka da (Davutpaşa Teknoparkı) ev sahipliği yapmaktadır. Üniversitenin merkezi Beşiktaş’taki tarihî Yıldız Sarayı’nın müştemilatı olmak üzere, Maslak’ta da birimleri vardır. 1300 dönümlük Davutpaşa Kampüsü ise II. Mahmud’un Yeniçeri Ocağı’nın yerine kurduğu yeni ordusu [Asâkîr-i Mansure-i Muhammediye] için inşa ettirdiği büyük kışla ve modern binalardan oluşmaktadır. 2010 Avrupa Kültür Başkenti Kültür ve Kongre Merkezi, genişliği, işlevselliği, ulaşımı ve daha birçok özellikleri bakımından İstanbul üniversiteleri arasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
İstanbul’un diğer yeni devlet üniversiteleri gibi, Mimar Sinan Üniversitesi de her ne kadar 1982’de üniversite adını almış olsa da kökeni 1882’de Osman Hamdi Bey’in inşa ettiği Sanâyi-i Nefîse Mektebi’ne dayanır. Sanâyi-i Nefîse Mektebi, Topkapı Sarayı bahçesinde bulunan Arkeoloji Müzesi’nin karşısındaki binada, sekiz kişilik öğretim kadrosu ve yirmi bir öğrenci ile Resim, Heykel ve Mimarlık öğretimine başladı. Daha sonra gerek teşkilat, gerekse eğitim ve öğretim yapısında değişimler ve gelişmeler yaşandı. Kurumun adı 1928’de Güzel Sanatlar Akademisi olarak değiştirildi ve böylece modern Türkiye’nin ilk akademi unvanını alan kurumu oldu. 1937’de Mustafa Kemal’in emriyle Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht Dairesi’nde kurulan Resim ve Heykel Müzesi Akademi’ye bağlandı.
1969’da bilimsel özerkliğe kavuşan kurum, etkinliklerini İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi adı altında sürdürmeye başladı. Daha önceleri İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, sonradan da Atatürk Kız Lisesi olarak kullanılan Adile Sultan Sarayı, Güzel Sanatlar Akademisi’ne dâhil edildi. Türk Film Arşivi, Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağlanarak, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Film Arşivi adını aldı. 1971’de özel yüksekokulların devletleştirilmesi sürecinde, Mimarlık Yüksek Okulu ile Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağlandı. Bu tarihten sonra 1976’ya kadar birçok yeni bölüm açıldı.
Mimar Sinan Üniversitesi kurulduğu 20 Temmuz 1982 yılında üç fakülteye, 2.705 öğrenciye ve 383 öğretim elemanına sahipti. 1988’e gelindiğinde ise, fakülte sayısı 5’e, öğrenci sayısı 15.725’e, öğretim elemanı sayısı da 1.190’a yükselmiştir. Bu tarihte, Güzel Sanatlar Fakültesi, Mimarlık Fakültesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Fen Bilimleri Enstitüsü ve Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden oluşan üniversite, daha önce Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olan Devlet Konservatuvarını da bünyesine aldı. 1993’te Tophane’deki tarihî Tophane-i Âmire binası Milli Savunma Bakanlığı tarafından Üniversite’ye tahsis edildi. 2004 yılında ise, üniversitenin adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olarak değiştirildi.
2012 verilerine göre Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde, 3 fakülte, 3 enstitü, bir yüksekokul, bir meslek yüksekokulu ve 3 araştırma birimi bulunmaktadır. 300’e yakın öğretim üyesinin görev yaptığı bu kurumda 6.000’den fazla öğrenci de daha çok sanat, mimari, tasarım vb. alanlar ağırlıkta olmak üzere eğitim almaktadır.
21 Temmuz 2010 tarihli ve 27648 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan 6005 nolu kanun ile İstanbul’da en son kurulan devlet üniversitesi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi’dir. Özellikle sosyal bilim alanında iddialı bir vizyona sahip olan üniversite diğerlerinden farklı olarak zengin bir personel altyapısıyla kurulmuştur. İstanbul’un farklı bölgelerinde yerleşkeleri bulunan üniversite 2011-2012 eğitim yılında Sosyal Bilimler Enstitüsünde lisansüstü programlara ilk öğrencilerini aldı. Daha sonraki yıllarda ise bazı bölümlerinde lisans eğitimine başladı.
Millî Savunma Üniversitesi
İstanbul’da açılan en son devlet üniversitesidir. 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü’nden sonra 31 Temmuz 2016 tarihli ve 669 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kurulmuştur. Aynı KHK ile Harp Akademileri Kanunu yürürlükten kaldırılmış; Harp Akademiler, Askeri Liseler ve Astsubay Hazırlama Okulları kapatılmıştır.
Vakıf Üniversiteleri
Türkiye’nin ilk vakıf üniversitesi YÖK’ün kuruluşunun ardından 1984’te Ankara’da Bilkent Üniversitesi adıyla eğitime başlamıştır. 1990’lı yıllar Türkiye’de sadece ekonomi ve siyaset alanında değil, eğitim, bilim ve kültür sahalarında da dışa açılmanın başlangıç seneleri olmuştur. Batılı ülkelerde özellikle vakıf ve özel üniversitelerin gelişmesiyle, burjuva sınıfı ve ekonomik gelişme arasında doğrudan bir ilişkiye dayanır. Bu gelişmeye paralel olarak Türkiye’de de 1990’lı yıllardan sonra gelişmiş şirketler, holdingler ve sanayi çevreleri gerek kendi personel ihtiyaçlarını karşılamak, gerekse ticari faaliyetlerini bilim ve teknolojinin desteği ile daha da geliştirmek arzusuyla kendi üniversitelerini kurma yoluna gitmişlerdir. Bu gelişmeler doğrultusunda 1990’ların ikinci yarısından itibaren İstanbul’da hızla vakıf üniversiteleri kurulmaya başlanmıştır. Öncelikle Koç ve Sabancı üniversiteleri kurulmuş, daha sonra da Tablo 15’te görülen üniversiteler birbiri ardına faaliyete geçmişlerdir.
Özellikle 2005 yılından sonra kurulan bazı vakıf üniversiteleri, ihtisaslaşma yoluna giderek, sadece belli alanlarda eğitim verme yolunu tercih etmişlerdir. Mesela, Bezm-i Âlem Vakıf Üniversitesi sağlık bilimleri alanında, Üsküdar Üniversitesi psikoloji ve davranış bilimleri alanında, Özyeğin Üniversitesi ticaret, bankacılık ve sermaye piyasaları alanında, İstanbul Şehir Üniversitesi ile İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi sosyal bilim alanlarında yoğunlaşmış bulunmaktadır. İstanbul’daki vakıf üniversitelerinin bazıları İngilizce eğitim yapmaktadır.
Başta Koç Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, Kadir Has Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi olmak üzere çok yakın tarihte kurulmalarına rağmen, personel, öğrenci, araştırma ve uygulama merkezleri ile İstanbul’daki vakıf üniversiteleri dünyanın önde gelen başarılı üniversiteleri arasına adlarını yazdırabilmişlerdir. İstanbul’daki vakıf üniversiteleri sadece eğitim ve öğretim değil, bilimsel araştırma, uluslararası akademik faaliyetler, AB projeleri, yerel yönetimlerle işbirliği, kitap ve dergi yayıncılığı gibi bilim ve kültür hayatına katkı verici pek çok faaliyeti de gerçekleştirmektedirler. Bunlar içinde Sabancı Üniversitesi ve Koç Üniversitesi’nin araştırma laboratuvarlarını, Bilgi, Bahçeşehir ve Yeditepe üniversitelerinin yayıncılık ve uluslararası düzeyde akademik, sanat ve sosyal faaliyetlerini zikretmek yerinde olur.
Mevcut durumda İstanbul’da 34 vakıf üniversitesi bulunmaktadır. Burada da vurgulandığı üzere bunların tamamı Batılı anlamda özel üniversite değil, kâr amacı gütmeyen vakıf üniversiteleridir. [Elbette bunu istismar edip ekonomik boyutu ön plana çıkaran ve böylece eğitim-öğretimi zayıflatanlardan da bahsedilebilir]. Rakamlar her gün değişmekle birlikte 2012 verilerine göre vakıf üniversitelerinde 3.700’ün üzerinde öğretim üyesi görev yaparken, 120.000’in üzerinde de öğrenci eğitim almaktadır.
Kuruldukları günden bu yana, İstanbul’daki vakıf üniversitelerinin büyük çoğunluğu hem tam zamanlı hem de yarı zamanlı personel ihtiyacını büyük oranda devlet üniversitelerindeki öğretim elemanlarından karşılamaktadır. Ancak kendilerinde açılan yüksek lisans ve doktora programlarıyla hızla kendi personellerini yetiştirme yolunda adımlar atmaktadırlar. Bu üniversitelerin yıllık öğrenci ücretleri bölümlerine göre değişmektedir. Tam ve yarı burslu programlar da uygulanmaktadır. Aynı zamanda uluslararası öğrenci mobilizasyonunda vakıf üniversitelerinin yükselen bir değere sahip oldukları söylenilebilir.
Vakıf Meslek Yüksekokulları (MYO)
İstanbul’da yükseköğretim denildiğinde değinilmesi gereken konu ve kurumlardan biri de özel ya da vakıf statüsündeki Meslek Yüksekokullarıdır. Türkiye’de sadece İstanbul’da özel yüksekokul bulunmaktadır ve kuruluş tarihleri de son beş yılda gerçekleşmiştir. Sanayi ve sosyal alana özellikle orta düzeyde yetkin personel yetiştirmeyi amaçlayan özel yüksekokullar gün geçtikçe gelişmektedir.
Beykoz MYO, Türkiye’nin ilk sektör odaklı meslek yüksekokulu olup taşımacılık ve lojistik hizmetlerine nitelikli personel yetiştirmeyi amaç edinmiştir. Benzer şekilde Avrupa MYO ve İstanbul Kavram MYO da eğitim yapmaktadır. İstanbul Şişli MYO endüstri, sağlık ve sosyal alanlarında hizmet veren kurum ve kuruluşlarının ihtiyaç duyduğu yüksek nitelikli insan gücünü yetiştirmek amacıyla eğitim yaparken, Plato MYO sanat, tasarım, iletişim ve teknoloji sektörlerine odaklı tematik eğitim-öğretim yapmaktadır.
İstanbul’daki Askerî Yükseköğretim Kurumları
Osmanlı döneminin subay ve kurmay subay yetiştiren üst düzey okullarının hemen hemen tamamı İstanbul’da idi. Mekteb-i Tıbbiye, Mekteb-i Harbiye ve Mekteb-i Bahriye, II. Mahmud’dan beri faaliyetini İstanbul’da devam ettirmiştir. Kuruluş tarihleri Tanzimat öncesi dönemlere kadar giden İstanbul’daki askerî yüksekokullar ve akademilerden bazıları zamanla Ankara ve diğer illere taşınmış; fakat bunların bir kısmı zamanla geri dönmüştür. 2012-2013 öğretim yılı itibarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kurmay subay, subay ve astsubaylarını yetiştiren yükseköğretim kurumları, Kara Harp Okulu hariç, İstanbul ili veya civarındadır.
Tarihî temelleri 1848’de kurulan Mekteb-i Fünûn-i Harbiye-i Şâhâne, Erkân-ı Harbiye Sınıflarına kadar inen Genelkurmay Başkanlığına bağlı Harp Akademileri Komutanlığı’nın bünyesinde bulunan beş eğitim kurumu (Silahlı Kuvvetler Yüksek Sevk ve İdare Akademisi, Kara Harp Akademisi, Deniz Harp Akademisi, Hava Harp Akademisi ve Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Müdürlüğü), ordunun komuta kademesini yetiştirmektedir. Ayrıca komutanlık bünyesinde stratejik araştırmalar da yapılmakta, lisansüstü eğitim programları da yürütülmektedir. Yüksek standartlarda eğitim yapılan akademilerde şimdiye kadar yüzlerce yabancı subay da kurmaylık eğitimi almıştır.
Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA) ise, hem askerî tabip yetiştirmekte hem de tıpta uzmanlık eğitimi vermektedir. İlk olarak Demirkapı’daki gül bahçeleri yerine kurulan Askerî Tıbbiye zamanla Gülhane adını almış; 1933 Reformu’ndan sonra Haydarpaşa’ya taşınmıştır. GATA Komutanlığı ise başkenttedir.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hava subaylarını yetiştiren Hava Harp Okulu (Yeşilköy) ile deniz subaylarını yetiştiren Deniz Harp Okulu (Tuzla) da İstanbul’daydı.
İstanbul’da Yükseköğretim Yurtları
İstanbul’da yükseköğretimin önemli yardımcı mekânlarından biri de öğrenci yurtlarıdır. Her üniversitenin kendine, vakıflarına ya da derneklerine ait kız erkek ya da karma yurtları bulunduğu gibi, özel yükseköğretim öğrenci yurtları da bulunmaktadır. 2012 yılı verilerine göre, İstanbul’da YURT-KUR’a bağlı 28 adet yurt bulunmaktadır. Burada barınan yükseköğretim öğrenci sayısı 193.610’dur. Yine resmî rakamlara göre özel yükseköğretim öğrenci yurtlarında kalan öğrenci sayısı ise 155.919’dur. Devlete bağlı ancak özel işletmeciliğe tabi 319
yurt bulunmaktadır. Bunlar içinde ortaöğretim öğrencileri de olmakla birlikte büyük oranda üniversite öğrencisi barınmaktadır.
YAYGIN EĞİTİM
1960’lı yıllara kadar Yaygın Eğitim Kurumları diğer devlet kurumları bünyesinde dernek ve benzeri teşekküller hâlinde çalışmaktaydı. 1960 yılında Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü’nün kurulmasıyla Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı, düzenli ve planlı çalışmalar başlamıştır. Bu tarihten sonra ilçe teşkilatları kurulmaya başlandı. Yaygın eğitimin temel statüsü ve görev alanları ise tam olarak 1979 yılında Talim ve Terbiye Dairesi’nin belirlediği esaslar üzerine bina edilmiştir.
Yaygın eğitim kurumları yönetmeliğinin ilgili maddesine göre, yaygın eğitim: örgün eğitim sistemine hiç girmemiş ya da herhangi bir kademesinde bulunan veya bu kademelerden çıkmış bireylere gerekli bilgi, beceri ve davranışları kazandırmak için istekleri doğrultusunda ekonomik, sosyal, toplumsal ve kültürel gelişmelerini sağlayıcı nitelikte, çeşitli süre ve düzeylerde hayat boyu yapılan eğitim, üretim, rehberlik, danışmanlık ve uygulama etkinliklerinin tamamı olarak tanımlanmaktadır. 1990’lı yıllara kadar ciddi bir okuma yazma bilmeme sorunu olduğu için Halk Eğitim Merkezleri okuma yazma kurslarının verildiği en önemli merkez olmuştur. Yakın zamana kadar örgün eğitimi hemen her bakımdan destekleyici bir eğitim sistemi olan “Yaygın Eğitim”in adı “Hayat Boyu Öğrenme Programı” olarak değiştirilmiştir.
Sanayi ve meslek kuruluşlarına yetkin elemanlar yetiştirmek üzere ahilik, lonca ve gedik gibi geleneksel kurumların yerine, Cumhuriyet dönemine gelindiğinde çırak, kalfa ve usta yetiştirmek üzere yaygın eğitim birimleri meydana getirilmiştir. Çıraklık eğitimi 1977’de çıkarılan kanunla hukuki esaslara bağlanmıştır.
1970’te 2.247.630 olan İstanbul nüfusu, 1985’e gelindiğinde 5.842.985’e 1990’da da 7.309.190’a ulaşmıştır. 1985’te İstanbul’da 211.620 kişi (İstanbul nüfusunun %7,1) okuma yazma bilmemektedir. Bu sebeple yaygın eğitimin birinci görevi okuma yazma kursları açmak olmuştur. Bunun yanında insanları meslek sahibi yapmak için orta düzeyli kurslar açılmıştır. Daktilo, halk oyunları, yöresel ve bölgesel müzikler, farklı müzik aletlerini çalma, sağlık seminerleri, bulaşıcı ve öldürücü hastalıklara karşı korunma, sergi, defile, resim ve heykel, oymacılık, el işleri, dikiş nakış, süsleme ve tezyin sanatları, ebru, hat, çocuk yetiştirme, sağlıklı hayat, muhasebe, basit teknolojiler, makine tasarım, bilgisayar, yabancı dil, elektrik, makinecilik, berberlik, kalorifer ateşçiliği, motor tamirciliği, torna-tesviye gibi, daha pek çok alanda, hayata tutunma, günlük işleri daha kolay ve kazançlı yapma, meslek edinme amaçlarına ulaşma amacıyla kurslar açılmıştır.
İstanbul’da ilk olarak Bakırköy’e bağlı Tozkoparan’da Endüstri Meslek Lisesi bünyesinde Çıraklık Eğitim Merkezi açılmıştır. Beş sınıfta daha çok teorik olarak eğitim yapan bu merkeze 1348 kişi devam etmiştir. 1991 sonrasında, Bakırköy’ün ardından, Beyoğlu, Eyüp, Fatih, Bostancı, Çatalca, Gaziosmanpaşa, Kartal, Sarıyer, Ümraniye, Silivri, Şişli, Yalova ve Zeytinburnu’nda 13 merkezde çıraklık eğitim merkezleri kurulmuştur. Bu merkezlerde, tesviyecilik, frezecilik, tornacılık, planyacılık, taşlama, saç işleri, soğuk demircilik, kaynakçılık, sıhhi tesisat, dökümcülük, elektrik tesisatçılığı, bakım, onarım ve elektrik, bobinajcılık, oto elektriği, oto boyacılığı, ön düzen ayarcılığı, motor yenileştirme, kaporta tamirciliği, oto motor tamirciliği, dizel motor yakıt ve pompa, oto döşemeciliği, radyo televizyon tamirciliği, mobilyacılık, üst yüzey işleri, matbaacılık (dizgi, ofset, grafik, baskı, cilt), cam işlemeciliği, kuyumculuk, deri işletmeciliği, ayakkabıcılık, resepsiyon, servis, diş protez, asansörcülük, kalorifercilik, erkek terziliği, bayan terziliği, konfeksiyon (dış ve iç giyim), duvarcılık, boyacılık, aşçılık, fırıncılık, pastacılık, tatlıcılık ve şekerleme, soğuk havalandırma, sıvacılık, döşeme ve duvar kaplama işlemleri, betonarme demirciliği ve beton kalıpçılığı gibi şehirleşmeye yeni geçmiş bir toplumun hemen her alanda ihtiyaç duyacağı ara elemanları yetiştirmek üzere çıraklık, kalfalık ve ustalık kursları açılmış ve buradan binlerce insan yetişmiştir.
2012’ye gelindiğinde İstanbul’da resmî ve sivil toplum kuruluşlarına ait pek çok alanda faaliyet gösteren örgün eğitim kurumlarının olduğu görülür. Millî Eğitime bağlı, halk eğitim merkezleri ve mesleki eğitim merkezleri vardır. Bunun yanında İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin hemen her semtte ve çok farklı toplum kesimlerine yönelik açtığı meslek edindirme, boş zaman değerlendirme vb. amaçlı kursları bulunmaktadır. Bunlar arasında Bel-Mek’i özellikle anmak yerinde olacaktır. Milli Eğitim’e bağlı Halk eğitim merkezlerine ait 37 bina, mesleki eğitim merkezlerine ait 18 bina vardır. Halk eğitim merkezlerinde; giyim, modelistlik, bilgisayar, ebelik, çocuk bakımı, elektrik, elektronik, makine, otomotiv, motor, muhasebe, tekstil, ahşap, halı, sıhhi tesisat, kuaför, Türkçe, İngilizce, din kültürü, matematik, matbaa, metal, mobilya, gıda, genel bilgiler gibi alanlarda kurslar verilmektedir. Bu kurslardan bazıları ulusal, bazıları da yerel ölçekte verilmektedir. Ulusal ölçekte verilen kurslardan bazıları şunlardır: Türkiye Okuyor Kampanyası, Ana Kız Okuldayız Kampanyası, İstanbul Türkiye İçin Okuyor Projesi, İstanbul Halk Eğitim Merkezleri (hemfest), Okullar Hayat Olsun Projesi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları (İSMEK) ise 1996 yılında, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan döneminde bir sosyal doku projesi olarak faaliyetlerine başlanmıştır. İlk yıl 3 kurs merkezinde, 3 branşta, 141 kursiyerle başlayan eğitimler, 2013-2014 eğitim dönemi itibariyle İstanbul’un 38 ilçesinde, 235 kurs merkezinde, 250 branşta, 1.600.000 bini aşkın kursiyere ulaşmıştır. Bu haliyle birçok üniversitenin öğrenci sayısından daha fazla sayıda kursiyere sahip olan İSMEK, gerek kursların ve katılımcıların sayısı, gerekse eğitim branşlarının çeşitliliği ve bu eğitimler sonunda ortaya konan kaliteli ürünlerle adeta Türkiye’nin en büyük “halk üniversitesi” haline gelmiştir. Bugün İSMEK, ülkemizde olduğu kadar bütün dünyada da model olarak kabul edilen bir kurum konumundadır.
İl Milli Eğitim Müdürlüğü, İstanbul’daki Hayat Boyu Öğrenme Faaliyetlerinin yürütülmesinde denetim ve yönetim üst organıdır. Faaliyetler büyük ölçüde Eminönü Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğü binasından sürdürülmektedir. Burada 1 Müdür yardımcısı, 1 şef, 5 personel görevlidir.
İstanbul’un 39 ilçesinde, 45 Halk Eğitimi Merkezi bulunmaktadır. (Beşiktaş’ta 2, Beyoğlu’nda 2, Fatih’te 2, Kadıköy’de 4). Bunun yanında 31 Mesleki Eğitim Merkezi (Adalar, Bakırköy, Beşiktaş, Beykoz, Esenler, Eyüp, Sultangazi ilçelerinde) ve 2 Olgunlaşma Enstitüsü (Beyoğlu ve Üsküdar) faaliyet yapmaktadır. İstanbul’daki yaygın eğitim merkezlerinde toplam 44 asil 2 vekil müdür, 11 müdür başyardımcısı ve 138 müdür yardımcısı görev yapmaktadır. Yine burada çok farklı konularda 340 öğretmen görev yapmaktadır. Giyim, el sanatları, aile eğitimi, nakış, çocuk gelişimi gibi alanlarda da 20 kadrolu usta öğretici bulunmaktadır.
2009-2012 eğitim-öğretim döneminde toplamda 51 farklı türde, 441 kurs açılmıştır. Bu kurs türleri şöyledir: Ahşap teknolojisi, ayakkabı ve saraciye teknolojisi, asker eğitimi, bahçecilik, bilgisayar, bilişim teknolojileri, büro yönetimi ve sekreterlik, çalışma hayatı, çocuk bakımı ve gençlik hizmetleri, çocuk gelişimi ve eğitimi, denizcilik, eğlence hizmetleri, el sanatları ve teknolojisi, el sanatları ve el nakışları, elektrik ve ısı enerjisi, ev hizmetleri, gazetecilik, gıda teknolojisi, giyim ve üretim teknolojisi, grafik ve fotoğraf, güzellik ve saç bakım hizmetleri, halkla ilişkiler ve organizasyon hizmetleri, hasta ve yaşlı bakım hizmetleri, hukuk, inşaat teknolojisi, iş sağlığı ve güvenliği, kişisel beceriler, kişisel gelişim ve eğitim, seyahat hizmetleri, kuyumculuk teknolojisi, makine teknolojisi, matbaa, metal teknolojisi, motorlu araçlar teknolojisi, muhasebe ve finansman, müzik ve gösteri sanatları, müzik ve sahne sanatları, okuma ve yazma, öğretmenlik ve öğretim, pazarlama ve perakende, sağlık, sanat ve tasarım, sanatsal ve kültürel kurslar, seramik ve cam teknolojisi, spor, tekstil teknolojisi, tekstil, giyim, ayakkabı, deri, tesisat teknolojisi ve iklimlendirme, yabancı diller, yiyecek ve içecek hizmetleri.
2009-2010 eğitim-öğretim yılında açılan kurslarda bir kursa ortalama 22 kursiyerin katıldığı, 2010-2011 eğitim-öğretim yılında açılan kurslarda bir kursa ortalama 15 kursiyerin katıldığı, 2011-2012 eğitim-öğretim yılında açılan kurslarda bir kursa ortalama 14 kursiyerin katıldığı görülmektedir.
XX. yüzyılda İstanbul’da eğitim denildiğinde kısaca denilebilir ki; iki kıtanın birleştiği yerde kurulmuş olan, dünyanın sayılı, Türkiye’nin ise hemen her bakımdan en büyük şehri olan İstanbul, 14.000.000’a yaklaşan bir nüfusa sahiptir. Bu kadar nüfus içerisinde İstanbul’da örgün eğitimde 2.523.418 öğrenciye, yaygın eğitimde ise 1.149.022 vatandaşa eğitim ve öğretim hizmeti sunulmaktadır. Okul öncesi eğitimde her 100 öğrenciden 11’i, ilköğretimde her 100 öğrenciden 17’si, ortaöğretimde her 100 öğrenciden 18’i İstanbul’da okumaktadır. Örgün eğitimde her 7 öğretmenden 1’i İstanbul’da çalışmaktadır. İstanbul’da sadece ortaöğretim düzeyinde resmî rakamlara göre, 5.792 eğitim kurumunda 125.982 öğretmen sayısıyla toplamda 3.672.440 öğrenci ve vatandaş eğitim-öğretim hizmeti almaktadır. Bu rakama yükseköğretim de eklendiğinde, 5.000.000’dan fazla kişinin eğitim-öğretim aldığı büyük bir kent karşımıza çıkmaktadır.
KAYNAKLAR
2011-2012 İstatistik Verileri, İstanbul 2012.
Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, 23. bs., Ankara 2012.
Alkan, Mehmet Ö. (haz.), Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Modernleşme Sürecinde Eğitim İstatistikleri (1839-1924), Ankara 2000.
Arslan, Ali, Darülfünûn’dan Üniversiteye, İstanbul 1995.
Aynî, Mehmet Ali, Darülfünûn Tarihi, İstanbul 1995.
Cevad, Mahmud, Maarif-i Umumiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilât ve İcraatı -XIX. Asır Osmanlı Maarif Tarihi-, haz. Tacettin Kayaoğlu, Ankara 2001.
Cumhuriyet Döneminde Türk Milli Eğitim Sisteminde Gelişmeler (1923-1988), Ankara 1988.
Cumhuriyet Döneminde Türk Millî Eğitim Sistemindeki Gelişmeler, 1920-2010, Ankara 2010.
Dölen, Emre, Türkiye’de Üniversite Tarihi, İstanbul 2010, c. 4-5.
Eğitim İzleme Raporu 2010, İstanbul 2011.
Ergin, Osman, Türk Maarif Tarihi, V c., İstanbul 1977.
Hatipoğlu, Tahir, Türkiye Üniversite Tarihi, Ankara 2000.
Hirsch, Ernest, Dünya Üniversiteleri ve Türkiye’de Üniversitelerin Gelişmesi, İstanbul 1950.
http://ismek.ibb.gov.tr/tarihcesi.aspx 01.12.2013.
İhsanoğlu, Ekmeleddin, Darülfünûn: Osmanlı’da Kültürel Modernleşmenin Odağı, II c., İstanbul 2010.
İstanbul Çıraklık ve Halk Eğitim Merkezleri, 1981-1991 Faaliyetleri, İstanbul 1991.
Millî Eğitim İle İlgili Bilgiler 1995-1996, İstanbul 1996.
Millî Eğitim İstatistikleri Örgün Eğitim/National Education Statistics, Formal Education 2011-2012, Ankara 2011-12.
Millî Eğitim Sayısal Veriler 2001, Ankara 2001.
Milli Eğitimde Elli Yıl (1923-1923), Ankara 1973.
Öğretmenler İstatistiği (1934, 38, 42, 46), İstanbul 1948.
Öztürk, Cemil, Dünden Bugüne Türkiye’de Öğretmen Yetiştiren Kurumlar, İstanbul 2005.
Rakamlarla Türkiye’de Meslekî ve Teknik Öğretim I, haz. Reşat Özalp, Ankara 1956.
TALIS Türkiye Ulusal Raporu, Ankara 2010.
Unat, Faik Reşit, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihî Bir Bakış, Ankara 1964.
Yücel, Hasan Âli, Türkiye’de Ortaöğretim, Ankara 1994.