A PHP Error was encountered

Severity: Notice

Message: Undefined index: HTTP_ACCEPT_LANGUAGE

Filename: core/Public_Controller.php

Line Number: 89

Backtrace:

File: /var/www/html/application/core/Public_Controller.php
Line: 89
Function: _error_handler

File: /var/www/html/application/core/Public_Controller.php
Line: 51
Function: language_control

File: /var/www/html/index.php
Line: 282
Function: require_once

FETİHTEN CUMHURİYET’E İSTANBUL’A YÖNELİK GÖÇLER | Büyük İstanbul Tarihi

FETİHTEN CUMHURİYET’E İSTANBUL’A YÖNELİK GÖÇLER

Bir kişi, grup ya da toplumun bir yerleşme alanından bir diğerine gerçekleştirdiği yer değiştirme hareketine göç denir. Kişiyi yurdundan koparan ve göç etmeye zorlayan sebepler itici, yerleştiği yerin şartları ise çekici sebepleri oluşturmaktadır.1 Coğrafi konumu gereği Anadolu, Balkanlar, Kafkaslar ve Kırım’dan gelen yolların kesiştiği yer olan İstanbul siyasi, sosyal ve dinî açılardan diğer başkentlere göre çalkantılardan daha uzak bir merkez hususiyeti gösterir. Bu nedenle hemen her dönemde İstanbul şehri göçmenlerin geçici ve daimî surette iskân edildiği yerlerin başında gelmiştir. Osmanlı hâkimiyeti döneminde şehre yönelik göçleri şenlendirme, iç göç (gurbetçi, ev göçü) ve savaş ve göç şeklinde kaba bir tasnifle üç dönemde incelemek mümkündür.

ŞENLENDİRME

İstanbul, fetih öncesi kozmopolit bir nüfus yapısına sahipti. Daha kuruluş döneminden itibaren hükümdarlar aidiyet duydukları etnik unsura mensup kişileri imparatorluk merkezine yerleşmeye teşvik etmişlerdi. Öte yandan imparatorluk merkezi İstanbul, Doğu Karadeniz, Balkanlar, İtalya Yarımadası ve İskandinav ülkelerinden de nüfus çekmiştir. Bunların arasında Peçenek, Kuman ve Türkmen grupları da vardı. Yıldırım Bayezid devrinde Bizans, Türk akınları ve muhasaralarının önünü alabilmek adına İstanbul’da bir Türk mahallesinin kurulmasını kabul etmişti. Bunun üzerine Göynük ve Taraklı Yenicesi’nden bir kısım Türkmen unsurlar İstanbul’a yerleştirildi. Bu topluluk Ankara Savaşı sonrası İstanbul’dan çıkarılarak Tekirdağ’a gönderildi.

İstanbul’un iktisadi canlılığı ve nüfusu muhtemelen Latin hâkimiyetinden itibaren aşırı derecede azalmıştı.2 Türk kuşatmaları şehirdeki ekonomik ve sosyal sıkıntıyı daha da şiddetlendirdi. Bu ortamda ayakta duramayan tüccar ve esnafın büyük bir kısmı çareyi şehri terk etmekte bulacaktı. Şehirde kalanlar kuşatma esnasında ya saklanmış ya da Galata’ya firar etmişti. Şehrin nüfusu 40.000 ile 50.000 arasında değişmekteydi.

Fatih, fethi müteakip şehri canlandırmak ve şenlendirmek için bazı tedbirler aldı: Muhasara esnasında şehri terk eden ahali, evlerini geri alabilme ve inançları doğrultusunda yaşayabilme hakkı verilmek suretiyle geri dönmeye teşvik edildi. Emek açığını kapatmak için esirler mücavir sahadaki metruk köylere yerleştirildi. Fatih, feodaliteyi tasfiye etme politikası gereğince ve emek gücünün daha randımanlı olmasını temin için, fidyesini ödeyen ortakçı kul statüsündeki kişilere reayaya dâhil olabilme imkânı tanıdı. Bu geçişi kolaylaştırmak adına kendilerine in­şaat ve onarım işlerinde çalışma izni verildi. Bu uygulamalara rağmen şehrin tekrar nüfuslandırılmasında en etkili önlem hiç şüphesiz sürgün metoduydu. Fatih Sultan Mehmed, Edirne’ye gitmek üzere İstan­bul’dan ayrılmadan önce Rumeli ve Ana­dolu’dan bir kısım varlıklı Müslüman, Hristiyan ve Yahudi ailelerin İstanbul’a gön­derilmesini planladı. Bu uygulama sonucu iskân edilmek üzere İstanbul’a sevk edilen nüfusun bir kısmı kısa bir süre sonra şehri terk etti. 1455 yılında durumu öğrenen Fatih bu gibi ailelerin tekrar İstanbul’a nakledilmesini istedi. Söz konusu nüfus hareketleri sonucunda 1477’de İstanbul ve Galata’da 9.486’sı Müslüman, 3.743’ü Hristiyan, 1.647’si Yahudi, 267’si Kefeli, 434’ü Ermeni, 384’ü Karamanlı ve 31’i Çingene olmak üzere toplam 16.324 hane mevcuttu.

Tablo 1- Şenlendirme döneminde İstanbul’a yerleşen topluluklar ve iskân mahalleri

Geldiği Yer

Yerleştiği Yer

Geldiği Yer

Yerleştiği Yer

Samsun-Sinop

Tophane

Safedli Yahudi

Hasköy

İzmir

Büyük Galata

Akıllıbend

Akıllıbend Mahallesi

Frenk Halkı

Küçük Galata

Arnavut

Silivrikapı

Gelibolu

Tersane

Balat Çingeneleri

Balat

Trabzon

Beyazıt Han Camii civarı

Acem

Hoca Hanı (Mahmutpaşa)

Kastamonu

Kazancılar Mahallesi

Akka, Gazze, Remle

Tahtakale

Çarşamba

Çarşamba Pazarı

Aksaray

Aksaray Mahallesi

Tire

Vefa

Yahudi (Selânik)

Tekfur Sarayı, Şuhut Kapısı

Konya

Küçük Karaman

Mora Rumları

Fenerkapı

Karaman

Büyük Karaman

Sofya

Ayasofya

Bursa

Eyüpsultan

Yenişehir

Yenimahalle

Ermeniler (Tokat-Sivas)

Sulumanastır

Üsküp

Üsküplü Mahallesi

Manisa

Macuncu

Eğirdir, İğdir

Eğrikapı

Kaynak: Evliya Çelebi, Seyahatname, haz. Orhan Şaik Gökyay, İstanbul 1996, c. 1, s. 45.

Sürgün politikası Fatih sonrası da uygulandı. Örneğin; II. Bayezid döneminde Akkerman’dan (Bilhorod-Dnistrovskyi) 500 hane nüfus getirilmiş olup Silivrikapı’ya yerleştirilmişti. Şehirdeki Yahudi nüfus 1492’de İspanya, Portekiz ve İtalya’dan gelenlerle 36.000’e ulaşmıştı. Yavuz Sultan Selim, İran ve Mısır’dan getirdiği 700 hane göçmeni İstanbul’a yerleştirmişti. Kanunî bunların bir kısmının geri dönmesine izin verirken Belgrat’tan getirdiği Hristiyan ve Yahudileri, Samatya ve Belgratkapı’ya yerleştirdi. 1570’ten itibaren İspanya’dan resmî belgelerde “müdeccel” şeklinde adlandırılan Müslüman Araplar getirildi.

Sürgünler, özel bir statüye sahip olup avarız vergisinden muaf olmakla birlikte subaşının izni olmadan bulundukları şeh­ri terk edemezlerdi. İstanbul’a gelişlerin­den bir süre sonra, ya kendi eğilimlerin­den ya da özel statülerinden dolayı her grup ayrı bir cemaat olarak görülür, be­raber yaşar ve geldikleri yere göre ad­landırılırlardı. Bu sebeple nüfus sayımla­rında yeni gelenler ayrı cemaat olarak zik­redilir ve mahalle sakinlerine dâhil edil­mezlerdi. Cemaatler, ya kendi dindaşlarının ma­halleleri içinde eriyip giderler ya da za­manla yeni bir mahalle oluştururlardı. O zaman genellikle mahallenin adı mescit yaptıranın ismini alırdı. Bu tür bütünleş­me Müslümanlarda kısa sürede gerçekleşirken Yahudilerde oldukça yavaş ol­muştur.

Şehrin nüfusu kaynaklarda farklı farklı ifade edilmektedir. Bununla birlikte kaynaklar şehrin Türk hâkimiyetine girdiği anda bir harabeyi andırdığı, Osmanlı devlet adamlarının aldığı tedbirler neticesinde bayındırlık, ekonomi ve nüfus açısından büyüdüğü ve Avrupa’nın en büyük birkaç kentinden birisi olduğu konusunda birleşirler. XVI. yüzyılın ortalarında şehir en az 400.000 kişinin yaşadığı bir yerleşim alanıdır.

GURBETÇİ, EV GÖÇÜ VE İÇ GÖÇ

Osmanlı’da klasik dönemde teorik olarak üretim sisteminin zarar görmemesi adına iç göç devletin planlaması ve izin verdiği ölçüde geçerliydi. Bununla beraber hemen her dönemde Osmanlı coğrafyasında meydana gelen bir iç göçten bahsetmek mümkündür. İç göçler daha ziyade bireysel ve grup göçleri şeklinde cereyan etmekteydi. Ama bazen kitlesel boyuta da ulaşıyordu. Ev göçünü yasaklayan devlet bekâr göçünde daha esnekti.3

Fetih sonrası şehri imar amacıyla imparatorluğun çeşitli bölgelerinden sürgün yöntemiyle şehre nüfus aktarıldı. Yeni fethedilen yerlerden de İstanbul’a vasıflı ve vasıfsız iş gücü nakledildi. Genel nüfus artışı ve başkente yönelik göçü teşvik politikası İstanbul’u vasıfsız ve köylü nüfus için bir çekim merkezi hâline getirdi. Gerek tarım alanlarının iş gücü azalmasına sebebiyet vermemek ve gerekse şehirde işsiz bir güruhun önünü alabilmek adına Kanunî döneminde İstanbul’a yönelik ev göçü yasaklandı. Belli bir tarihten sonra gelenler memleketlerine iade edilirken iş için gelenler kesin bir kefalete bağlandı.

Daha iyi iş imkânı bulmak, vergi ve kamu görevlilerinin talep ettiği yükümlülüklerden kurtulmak isteyenler taşradan İstanbul’a göç ediyorlardı. Vilayetlerde kuraklık veya bü­yük çapta karışıklık yaşandığında İstanbul’a yönelik göç yetkilileri kaygılandıracak sayılara ulaşırdı. İstanbul’a gelen köylüler evle­rini Kasımpaşa, Eyüp gibi şehrin civar semtlerinde inşa eder veya bekâr odalarında kalırlardı. Celalî İsyanları sırasında (1596-1610) bin­lerce kişi kaçıp İstanbul’a sığınmıştı. İstanbul’da yaşayanlar için hayat hem daha güvenli hem de açlık tehlikesi daha azdı. Vakıflar gelenlerin ha­yatını kolaylaştırmaktaydı. Binlerce kişi vakıf imaretlerinde verilen yemekle haya­tını idame ettiriyordu. Sadece şehre sığınan Ermenilerin sayısı 40.000 haneyi bulmaktaydı. Bu şekilde gelenlerin çoğu memleketlerine iade edildi. Celalî olaylarını müteakip İstanbul’a kitlesel boyutta öğrenci/medreseli (suhte) akını da oldu. 1617’de Anadolu’da medrese öğrenci­leri karışıklık çıkardıklarında birkaç mer­kez hariç taşrada medrese öğretimine son verilmesi ve buralardaki imaretha­nelerin kapatılması yolunda fermanlar çıkarılması İstanbul’a yönelik suhte göçüne yol aç­tı. Bu şekilde gelenlerin sayısının 5.000 ile 8.000 arasında değiştiği tahmin edilmektedir. İstanbul’un geçici nüfusu arasında donanmada görevli asker­ler, iş takibinde bulunanlar, kamu binaları inşaa­tında veya tersanelerde çalışmak üzere gelenler, dervişler ve dilenciler yer almaktaydı. Binlerce dilenci özellikle ra­mazan ayında İstanbul’a gelip sokakları doldururdu.

XVIII. yüzyılda meydana gelen siyasi, iktisadi, askerî ve sosyal olaylar Osmanlı Devleti’ni sarsmıştı. Taşrada ikamet eden ve toprak tasarruf eden Müslim ve gayrimüslim mükelleflerden bir kısmı vergi yükümlülüğünden kurtulmak amacıyla iskân mahallini terk ederek İstanbul’a gelmeyi tercih etti. XVIII. yüzyılın özellikle ilk yarısında İstanbul’a yönelik göçler arttı. Gelenlerin kahir ekseriyeti İç Anadolu ve Doğu Anadolu kökenlidir. Bununla beraber Rumeli kökenli gurbetçi de yok değildi. Örneğin 1730’da İstanbul’da 12.000 kadar Arnavut gurbetçi vardı. Gelenlerin %65’i İstanbul, Galata, Eyüp ve Üsküdar’a; %35’i de Silivri, Çatalca, Midye, Terkos, Hasköy, Haslar, Büyükçekmece ve Burgaz’a yerleşmişti. Söz konusu göçler göç veren yerlerde üretimin düşmesine, mevcut halkın vergi yükünün artmasına; göç alan yerlerde ise toplumsal huzuru bozucu hadiselerin ortaya çıkmasına yol açmaktaydı. Çözüm, söz konusu göçlerin önlenmesi ve daha önce gelenlerin ocaklarına iadesinde bulunurdu. Ancak kısa sürede alınan tedbirleri aşmaya yönelik yeni iş kolları türüyordu. Yüzyılın ikinci yarısında güçlenen ayan otoritesi iç göçü yavaşlattı, hatta durma noktasına getirdi. Taşradan İstanbul’a gelenler tarım dışı alanlarda özellikle ticarette istihdam edilmişlerdir. Kamuda çalışanlar da vardı; hatta sarayda da istihdam edilenler olmuştur. Şehrin nüfusu artıp iaşe ve asayiş sorunu gündeme gelince devlet adamlarının çözüm olarak düşündükleri ilk tedbir 1748 ve 1763’te görüleceği üzere gurbetçileri memleketlerine geri göndermek olmuştur. Devlet adamları tathir-i memleket, tenkih-i vilayet olarak tanımlanan tahliye işlemiyle İstanbul’da gıda maddelerinin ucuzlayıp bollaşacağını, tarımsal bölgelerde ise vergilerini ödemekte zorlanan reayaya kolaylık sağlanacağını düşünmüştür.

1775’e kadar İstanbul kısmen kırsal bölgelerde hâkim olan emniyetsizlik kısmen de Osmanlı ekonomisinde hizmet sektörünün gelişmeye başlaması nedeniyle kırsal kesimden gelenlerin kesintisiz bir akınına uğramıştı. Bu akın, XVIII. yüzyılın sonuna doğru Batı rekabetinin baskısı altında Osmanlı el sanatları üretimine ve dolayısıyla insan gücüne duyulan ihtiyaç azaldığı ve hükûmet sıkı bir nüfus denetimi başlattığı için yavaşladı.

XIX. yüzyılda iç göçlerin kitlesel boyutta azaldığı buna karşılık bireysel ve grup bazında artarak devam ettiği söylenebilir. Modern dönem olarak isimlendirilen bu dönemde ulus devletlerin, ticari ve sanayi toplumlarının sayıları artarken emperyalizmin egemenlik sahası yaygınlaştı. Bu gelişmelere paralel liman kentleri ekonomi ve nüfus açısından hızla gelişmeye başladı. Netice itibarıyla 1840-1914 arası Osmanlı liman kentlerinin ticari ve ekonomik potansiyeli arttı. Bu dönemde İstanbul hem iç göç ve hem de içe göç dalgalarıyla karşı karşıya kaldı. Söz konusu nüfus hareketlerini kontrol edebilmek amacıyla Mora İsyanı sonrası mürur tezkiresi uygulaması ihdas edildi. Tedbirlere rağmen İstanbul’a yönelik gurbetçi akını önlenemiyordu. Ubicini’ye göre 1853 yılında İstanbul’daki bekâr sayısı yaklaşık 75.000 civarındaydı. Bunun 2/5’i Türk, gerisi Rum, Ermeni ve diğer gruplardandı. Çoğu biraz sermaye biriktirme umuduyla vilayetlerden kente geliyor ve sonunda kendi işlerini kurmak üzere geldikleri yere dönüyorlardı. Pek çoğunun hiçbir becerisi yoktu ve bunlar, her bir işi yapıyordu; hamal, saka, helvacı, şekerci, ciğerci ve diğer benzeri işlerde çalışıyorlardı.

İstanbul’dan taşraya yönelik göçler de olmuştur. Bu tür göçlerin en önemli sebebini yangın ve doğal afetler oluşturmaktaydı. Bu olaylar sonucu meskenleri yıkılan ve evsiz kalan İstanbullular cami avlusu, medrese, bağ ve bostanlara sığınıyorlardı. Bu dönemde şehirde iaşe maddeleri ve inşaat malzemeleri karaborsaya düşerdi. Bu durumda halkın bir kısmı çözümü başka kasaba ve şehirlere göç etmekte bulurdu. Örneğin 1509 depreminde yaklaşık 1.100 bina yıkılmış ve binlerce insan ölmüştü. Evsiz kalanların bir kısmı barınma ihtiyacını karşılamak üzere geçici de olsa çareyi taşraya göç etmekte buldu. Şehrin yeniden inşası için gerekli emek gücü ise Anadolu ve Rumeli’den getirtilen 66.000 kişi ile karşılanmaya çalışılmıştı. Görüldüğü üzere bu gibi olaylar iki yönlü göçü tetikleyebilmiştir. Salgın hastalıklar da taşraya yönelik göçü tetikleyen bir diğer unsurdu. Örneğin, 1466 veba salgınında pek çok insan şehri terk etti.

SAVAŞ VE GÖÇ

1750-1920 yılları arasında Osmanlı Devleti yoğun bir şekilde göç ve göçmen sorunuyla karşı karşıya kaldı. İşgal edilen Kuzey Afrika, Kırım, Kafkaslar ve Balkanlar’dan hâlâ Türk sancağının dalgalandığı topraklara yönelik kitle göçleri gerçekleşti. Türk toplulukları gerek İslamiyet öncesi ve gerekse İslami dönemde gelenek ve göreneklerini yaşatabildikleri coğrafyayı vatan bilmişlerdir. Öz değerlerini yaşatma konusunda sıkıntıya düşünce mücadele bayrağı açmışlar, ancak başarılı olamadıkları zaman göç etmeyi göze almışlardır. Savaş ortamında işgal edilen ocaklarını terk eden halk, cephe gerisindeki şehirlere sığınmaktaydı. Başkent İstanbul ise hemen her göç furyasında sığınılan ve geçici iskân sahası ilan edilen bir şehirdir.

Rum İsyanı ve Göç

Rum İsyanı ve Yunanistan’ın kurulması sürecinde bölgede takip edilen nüfus politikası sonucunda Türk askerinin çekildiği topraklarda yaşayan ve katliamdan kurtulmayı başaran Müslümanlar Osmanlı hâkimiyetindeki topraklara sığınmak zorunda kaldılar. Bu süreçte göç eden Moralılardan bir kısmı İstanbul’a gelmeyi tercih etmişti. Özellikle 1824 yılında göç edenlerin büyük bir kısmı İstanbul’a geldi. Şehirde akrabası olanlar onların meskenlerine yerleştirilirken, diğerleri Eyüp ve suriçi civarlarında kiralık binalara iskân edilmeye çalışıldı. Bunların sorunlarıyla bizzat sadrazamın ilgilenmesi için irade buyurulmuştu. Bunlardan muhtaç olanlara kira yardımı yapıldı ve maaş bağlandı. Bazıları resmî kurumlarda istihdam edilmeye çalışıldı. Mora, Eğriboz ve Atina’dan taşraya nakledilen göçmenlerden bir kısmı gittikleri yerlerde yeterli ilgiyi görmeyince İstanbul’a geçmeye başlamışlardı. Bu ise İstanbul’da göçmen sayısının artmasına ve güvenlik sorununun ortaya çıkmasına sebebiyet veriyordu. Asayişi koruma düşüncesiyle şehirdeki göçmen sayısının azaltılması planlandı ve göçmenlerin bir kısmı Çirmen kazasına sevk edildi. Bununla birlikte 1860’a kadar İstanbul’da bulunan ve maaş alan Moralı göçmenler mevcuttu.4

1828-1829 Savaşı ve Göç

1828-1829 Savaşı esnasında Rumeli, Kafkasya ve Anadolu’da cephe ve cephe gerisindeki topluluklar yerlerinden oynadı. Balkanlar’da Rum ve Bulgar nüfus, Doğu Anadolu’da ise Ermeni tebaa Rus ordularını takiben Kırım ve Kafkasya’ya göçürüldüler. Müslüman ahalinin bir kısmı da daha güvenli olduklarını düşündükleri yerlere çekildiler. Göç yollarına düşenlerden bir kısmı İstanbul’a ulaştı. 848 kişilik bir kafile, tüccar gemileri ile Varna’dan İstanbul’a geldi. Bunlar merkezî idare tarafından Galata, Kasımpaşa ve Eyüp’e yerleştirildiler. İstanbul’a İğneada, Lüleburgaz, Çorlu ve Silivri taraflarından da sığınanlar oldu. Yakın yerlerden gelenler savaş sonrası geri gönderilmeleri planlandığından Yenibahçe, Baruthane ve Sütlüce’ye yerleştirildi. Buralara yerleştirilemeyenler veya bir daha geri dönmek istemeyenler Anadolu’ya nakledildiler. Bir diğer tedbir de göçmen kafilelerinin Rumeli topraklarında elverişli iskân birimlerine yerleşmelerini sağlamaktı.

Bu savaş esnasında ve sonrasında Bulgarlar da göç kervanına katılmışlardı. Eflak, Boğdan ve Güney Rusya’ya olduğu kadar İstanbul’a da gelen Bulgarlar vardı. Aslında İstanbul’a Bulgar göçü XVIII. yüzyılın ikinci yarısında yerini yurdunu terk eden Bulgarların İstanbul’un mücavir sahasındaki köylere ve çiftliklere yerleşmesi ile başlamıştı. Bunu XIX. yüzyılın başlarında bazı meslek erbabının ve toprak işçilerinin yerleşimi izlemiştir. 1820-1830 arası isyanlar ve savaş İstanbul’a yönelik Bulgar göçüne kitlesel bir boyut kazandırdı. Bulgar göçmenler Topkapı, Kumkapı, Langa, Kasımpaşa, Hasköy ve Ortaköy’e yerleşmişlerdi. Netice itibarıyla XIX. yüzyılın ortalarında İstanbul’da sayıları 30.000 ile 50.000 arasında değişen bir Bulgar cemaati oluşmuştu. Bu cemaatin nüfusu 1913’te Bulgar eksarhının şehirden uzaklaştırılması ile küçülür.5 Bu arada 1830’da Fransa’nın işgal ettiği Cezayir’den Tunus ve Suriye’nin yanı sıra İstanbul’a da sığınanlar oldu.

Kırım ve Kafkas Göçleri

Kırım 1783 yılında Ruslar tarafından işgal edildi. İşgalden 1922 yılına kadar 1.800.000 Kırım Türkü Osmanlı coğrafyasına göç etti.6 Rusya Kırım’ın yanı sıra Kafkasya ile de ilgilenmekteydi. Rus saldırılarına karşı İmam Mansur ve Şeyh Şamil’in liderliğinde bir avuç Müslüman mücahit direndi. Şeyh Şamil’in teslim olmasından sonra Kafkas toplulukları hür olmak, can, mal ve ırz güvenliklerini teminat altına alabilmek amacıyla Osmanlı topraklarına göç etmeye başladılar. 1856-1876 seneleri arasında göç edenlerin miktarı hakkında verilen rakamlar 600.000 ila 2.000.000 arasında değişmektedir.

Göçmenler posta vapurlarıyla Kırım ve Kafkas limanlarından ya direkt veya Trabzon ve Samsun liman ve iskelelerinden aktarma suretiyle İstanbul’a sevk ediliyorlardı. Kasım 1858-Aralık 1859 tarihleri arasında İstanbul’da 11.309’u Nogay ve 5.694’ü Çerkez ve Abaza olmak üzere 17.000’i aşkın göçmen birikti. Nogaylar genellikle Dobruca’ya, Çerkezler ise Anadolu’ya sevk edildi. 1859 sonlarında İstanbul’da 2.400 göçmen kaldı. 1860’a kadar taşraya sevk edilen Nogayların mevcudu 17.000’i buluyordu. Kışı İstanbul’da geçirecek olan göçmenler için 1860 yılında Yenibahçe semtinde baraka inşası planlanmıştı. Bu sevkiyata rağmen Mart 1860 tarihi itibarıyla İstanbul’da 14.000 Çerkez ve Nogay göçmeni mevcuttu. Aralık 1863 tarihli bir vesikaya göre İstanbul’a 1.000 kadar göçmen geldi. Bu tarihten sonra göçmen sayısı hızla artınca, göçmenler en kısa yoldan iskân mahalline sevk edilmek üzere Karadeniz limanlarına gönderildiler. Bununla birlikte, Akdeniz sahiline gidecek olanlar İstanbul’a çıkarılıyordu. Gelenler arasında salgın hastalık vuku bulması hâlinde göçmenler İbrahim Ağa Çayırı gibi boş alanlara çıkarılmaktaydılar. Kumkapı sahilinde göçmenlerin miktarını ve hastalarını tespit edip deftere kaydetmek vesair işlerini görmek üzere altı kişi görevlendirildi.7

Göçmenler, iskân edilecekleri vilayetler tespit edilinceye kadar İstanbul’da misafir ediliyorlardı. Şehirde öncelikle kamu binaları, atıl durumdaki binalar, askerî kışlalar ve hanlar göçmenlere tahsis edildi. Buraları yeterli gelmediği zaman ahalinin ihtiyaç fazlası meskenleri kiralanıyor veya göçmenler onların yanına birer ikişer misafir olarak veriliyorlardı. Hatta zaman zaman göçmenler için çadır kampları kuruluyordu.

İstanbul’daki göçmenlerin han ve mesken kiraları, elbise ihtiyaçları, ekmek, kömür ve nakliyat gibi sair masrafları devlet tarafından karşılanmaktaydı. Göçmenlerin sağlık sorunlarıyla da yakından ilgileniliyordu. Hasta erkek göçmenler Gureba, kadınlar ise Yenibahçe Hastanesi’nde tedavi ediliyorlardı. Bu önlemlere rağmen, özellikle İstanbul’da göçmenlerin yoğun olarak bulundukları dönemlerde temizlik kurallarına riayet edilmemesinden dolayı salgın hastalıklar ortaya çıkıp yayılabiliyordu. Örneğin, 1860 yılında tifo göçmenler arasında oldukça yaygındı.8 Bu gibi hâllerde göçmenler süratle taşraya sevk edilmek suretiyle İstanbul’un nüfus yoğunluğu azaltılmaya çalışılıyordu. Zaman zaman da Kafkas göçmenleri İstanbul’a karaya çıkarılmadan doğrudan iskân mahalline sevk edilebilmiştir. Doğrudan sevkiyat kararının alınmasında esir tüccarlarının Çerkez göçmenleri rahatsız edebileceği endişesi vardı.9 93 Harbi sonrası da İstanbul Kafkasya’dan göç almaya devam etmiştir.10 93 Harbi sonrası Kırım ve Kafkasya’dan gelenler şehirde Humbarahane ve medrese gibi yerlerde geçici olarak istihdam edileceklerdir.11 Kırım göçmenlerinin bir kısmı İstanbul civarındaki köy ve çiftliklere yerleştirilmiştir.12

93 Harbi Göçü

Rusya 1877-1878 Savaşı esnasında işgal ettiği Tuna vilayeti topraklarında Bulgar idaresini kurmak ve Bulgar toplumunu teşkilatlandırmak amacıyla Prens Cerkasky’yi görevlendirmişti. Cerkasky Türk nüfusu yok etme yöntemini uygulamaya koydu: İlk aşamada Türklerden toplanan silahlar Bulgarlara dağıtıldı. İkinci aşamada Bulgar, Rus ve Kozaklar müştereken kitle imha harekâtı başlattılar. Bu politikaların sonucunda Müslümanların yüz binlercesi yok olurken hayatta kalabilenlerin çoğu göçmen konumuna düştü. Türkler göç yollarında da Rus askerlerinin, Bulgar çetelerinin ve Kozak süvarilerinin saldırılarına maruz kaldılar. Bu saldırılardan kurtulabilen 1.200.000 kişi Varna, Selânik, Üsküp ve İstanbul’a sığındı.

İstanbul’a ilk göçmen kafilesi Temmuz 1877 tarihinde ulaştı. Kara, deniz ve demiryolu vasıtaları ile gelen göçmenlerin kahir ekseriyetini kadın, çocuk ve yaşlılar oluşturuyordu. Savaş ortamında gelenler varını yoğunu terk ederek beş parasız kaldıklarından aç, çıplak ve yardıma muhtaçtılar. İmkânlar ölçüsünde gelenlerin ilk etapta iaşeleri Hamidiye İmareti ve yardım komisyonları vasıtasıyla temin edilirken Şehremaneti bunları Sirkeci İskelesi’ne en yakın olanlardan başlamak üzere camilere yerleştirmeye çalıştı. Şehre yönelik göçmen hareketi Ocak 1878’den itibaren kitlesel bir boyut kazandı. O kadar ki bu tarihten itibaren şehre günde 10.000 göçmen giriş yapıyordu. Şubat 1878’de şehirdeki göçmen sayısı toplam 150.000’i bulmuştu. Netice itibarıyla Temmuz 1877-Eylül 1879 tarihleri arasında şehre ulaşan göçmen sayısı 387.000’i buldu. Şehirdeki göçmen sayısı ancak 1880’den sonra tedricî olarak düşmeye başladı. İstanbul’a gelen göçmenler arasında Boşnaklar da vardı. 1889-1908 yılları arasında İstanbul’a 878 Boşnak göçmen gelmiştir. Boşnakların bir kısmı Bayrampaşa, Yeni Bosna ve Hamidiye köyünde iskân edilmiştir.13

Tablo 2- Göçmenlerin semtlere dağılımı (1882)

Semt

Erkek

Kadın

Semt

Erkek

Kadın

Beşiktaş

1.310

1.131

Fatih

2.394

2.337

Beyazıt

3.700

3.577

Kadıköy

259

279

Beyoğlu

1.067

922

Kanlıca

614

551

Büyükdere

212

194

Üsküdar

1.674

1.903

Cerrahpaşa

4.129

3.902

Yeniköy

186

195

Toplam

15.545

14.991

Kaynak: Kemal H. Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914): Demografik ve Sosyal Özellikleri, çev. Bahar Tırnakçı, İstanbul 2003, s. 239.

Göçmenler ilk üç gün Sirkeci ve çevresindeki camilerde barındırılmaya çalışıldıktan sonra İstanbul ve Bilad-ı Selase dâhilindeki cami, mescit, medrese, mektep gibi mevcut kamu binalarına dağıtılıyorlardı. Buna rağmen göçmenlerin çoğu açıkta kaldı. Çözüm göçmenleri iki gruba ayırmakta bulundu. Birinci grubu sürekli olarak Anadolu’da yerleşmek isteyenler oluşturuyordu. Bunlar Anadolu’ya sevk edildiler. İkinci grup savaş sonrası ocaklarına geri dönmek isteyenlerden oluşmaktaydı. Bunların uzunca süre söz konusu kamu binalarında barındırılması hemen hemen imkânsızdı. Bu nedenle göçmenleri uzunca süreceği düşünülen geçici iskân döneminde barındırmaya elverişli yalı, köşk, konak, kulübe ve bağ evi gibi hususi binaların tespit edilmesi yoluna gidildi. Tüm çabalara rağmen hususi binalara yaklaşık 15.000 kadar göçmen yerleştirilebilmişti. Açıkta kalanlar için barakalar inşa edildi. Arta kalanları yerleştirmek için Çivizade, Mevlevîhane Kapısı ve Mimar Acem mahallelerinde bulunan arsalar ve çiftlik arazileri iskâna açıldı. 10.000 kadar göçmen İzmit’e kadar uzayan sahada yer alan hazinenin idaresindeki Korugalı, Hekimbaşı, Alemdağ, Kurbağalıdere, Mihaliç, Bosnaköyü çiftliklerine sevk edilip çapacılık, amelelik gibi zirai faaliyetlerde istihdam edilmeye başlandı.

Göçmenlerin İstanbul’da bulundukları sürece barınma, yakacak ve yiyecek ihtiyaçlarının karşılanması gerekmekteydi. Söz konusu masrafları karşılamak amacıyla bütçeden ayrılan tahsisatın yanı sıra kamunun da desteği alınmaya çalışıldı. Bunun için resmî ve gayriresmî şahısların öncülüğünde Muhacirîne Muavenet Cemiyeti, Muhacirîn İane Komisyonu, Milletlerarası Muhacirlere Yardım Komitesi isimleri altında komisyonlar kuruldu. Bu komisyonlar vasıtasıyla toplanan nakdî ve ayni yardımlar Muhacirîn İdaresi vasıtasıyla göçmenlere dağıtılmaktaydı. Söz konusu yardımlarla göçmenlerin ihtiyaçları tamamen karşılanamayınca bu sefer memur maaşlarından kesintiye gidildiği gibi, göçmenler yararına tiyatro ve konserler tertip edilmiş, Karaköy Köprüsü geliri, toplanan kurban derilerinden elde edilen hâsılat, Evkaf Hazinesi’nin yapacağı tasarruflar ile İane-i Şehriye Komisyonu’nun gelirlerinin göçmen masraflarını karşılamak üzere Muhacirîn İdaresi’ne aktarılması kararlaştırıldı. Şüphesiz bu tedbirler geçiciydi. Yetkililerin daha kalıcı gelir kaynakları oluşturması gerekmekteydi. Bunun üzerine Karaköy Köprüsü ücretlerine yapılan zamdan elde edilen gelir göçmen masraflarına tahsis edilirken zorunlu tasarruf fonu ismiyle İstanbul halkından kişi başına bir ile beş kuruş arasında değişen miktarlarda bir paranın toplanması ve göçmen masraflarına tahsis edilmek üzere şehremanetine teslimi kararlaştırıldı. Öte yandan yine göçmen masraflarına tahsis edilmek üzere gümrük vergisine %25 oranında zam planlandı. Fakat bunu kapitülasyonların ilgası olarak algılayan yabancı elçilikler buna itiraz ettiler. Bu nedenle söz konusu düşünce teşebbüs aşamasında kaldı.

Gerek hazine tahsisatı ve gerekse toplanan yardımlardan karşılanmak üzere muhtaç göçmenlere savaş sona erinceye kadar kişi başına günlük ikişer kuruş tayinat bedeli verilmeye çalışılmıştır. Yevmiye ücreti savaş sonrası 40 paraya indirildi. Savaş sonrası iaşe masrafı yükünü hafifletmek adına 15-45 yaş grubuna mensup göçmenler herhangi bir işte istihdam edilmeye çalışılmıştır. Bu arada iaşe sıkıntısını önlemek adına İstanbul’a yeni zahire kaynakları bulunmaya çalışılırken asker erzakının bir kısmının da İstanbul’a aktarılması kararlaştırıldı. Ayrıca İstanbul dışına hububat nakli yasaklandı.

İstanbul’da müstakil yerlere yerleştirilen göçmen ailelerinin yakacak ihtiyaçları da karşılanmaya çalışılmıştır. 1879’a kadar göçmen ailelerine ayni olarak kömür dağıtılmıştır. Yardımın ayni olarak yapılması kamunun planlanandan daha fazla masrafa sebebiyet vermesi üzerine muhtaç göçmenlere hane başına ikişer kuruş yakacak bedeli verilmesi kararlaştırılmıştır. Bu karara rağmen 1879 yılında Evkaf Hazinesi’nce Ayasofya, Beyazıt, Fatih, Cerrahpaşa, Eyüp, Üsküdar, Kılıçalipaşa, Dolmabahçe ve Kasımpaşa’da yardıma muhtaç 4.500 göçmene kömür dağıtılmıştır.

Göçmenlerin düzenli bir şekilde eritilememesi, temizlik kurallarına riayet edilmemesi şehirde tifo, çiçek ve tifüs gibi hastalıkların yaygınlaşmasına sebebiyet verdi. Hastalığın da etkisiyle her gün şehirde 300-500 ölüm vakasına tesadüf edilir oldu. Kısa sürede ölüm oranı %3’e tırmandı. Hasta göçmenleri tedavi etmek üzere semt tabipleri görevlendirilirken şehrin çeşitli mevkilerinde 24 adet hastane hizmete sunuldu.

Şehirde 80.000 kadar asker ve 150.000-200.000 civarında göçmen vardı. Bu durum şehrin asayişini tehdit etmekteydi. Kamu sağlığını korumak, asayişi temin etmek amacıyla göçmenlerin bir kısmının İzmir, Selânik ve Bursa’ya gönderilmesi kararlaştırıldı. Mart 1878 başlarında şehirde mevcut 200.000 göçmenden 50.000’i Anadolu’ya sevk edildi. Eylül 1879 tarihine kadar Rumeli’den sadece İstanbul’a 387.804 göçmen gelmiştir. Bunlardan 274.875’i Konya, Suriye, Ankara, Bursa, Halep, Kastamonu, Aydın, Adana, Selânik, Sivas, İzmit, Canik ve Biga’ya sevk edilmiştir.

93 Harbi sonrası Osmanlı hâkimiyetinden çıkan yerlerden İstanbul’a yönelik göçler kitlesel boyutta olmamakla birlikte grup ve ferdî boyutta devam etmiştir. 1881-1907 aralığında 58.950 kişi İstanbul’a göç etmiş ve yetkili makamlar bu göçmenleri aynı tarihler arasında Balkanlar ve İstanbul’a yerleştirmiştir. Bu süreçte Balkanlar’dan ve Kırım’dan Yahudi nüfus da göç furyasına katılmıştı. 1891’de Rus tabiiyetindeki Yahudilerin Türk topraklarına göç etmesi yasaklandı. Bu tarihten sonra Osmanlı tabiiyetindeki Yahudilerin göç etmesine ve Türk topraklarında yerleşmelerine Bâbıâli izin vermekteydi. Bu göçler neticesinde Balkanlar’daki Yahudi varlığı 1860-1878 arası toplam sayısı değişti. Bir başka ifadeyle 93 Harbi öncesi Balkanlar’daki Osmanlı topraklarında yaklaşık 180.000 Yahudi nüfus bulunmaktaydı. Savaş sonrası bunun en azından yarısı göç etti. Yahudi nüfusun göç ettiği yerlerden birisi de İstanbul’du. 1865’te İstanbul’daki Yahudi nüfusu yaklaşık 25.000 kadardı. Yahudi nüfus 1906-1907’de 57.000’i aştı. Eisenberg Bâbıâli’ye İstanbul ve Anadolu’da Yahudi göçmen kolonileri kurmayı teklif etti. Bu koloniler, Filistin’e yerleşmek maksadıyla yola çıkmış olan Yahudi göçmenler için birer üs olacaktı.14

Tablo 3- İstanbul’dan sevk edilen göçmen sayısı

Sevkiyat Yeri

Göçmen Sayısı

Sevkiyat Yeri

Göçmen Sayısı

Adana

17.549

İzmit

9.081

Ankara

25.563

Kastamonu

34.875

Aydın

45.981

Konya

13.040

Biga

7.000

Selânik

13.358

Canik

1.363

Sivas

9.745

Halep

15.709

Suriye

26.713

Hüdavendigâr

54.898

Cem’an

274.875

Kaynak: Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri (1877- 1890), Ankara 1999, s. 109.

Trablusgarp ve Bingazi Göçmenleri

1870’lerde sömürgecilik siyaseti izleyen İtalya’nın göz diktiği yerlerden birisi de Trablusgarp ve Bingazi idi. İtalyan işgali üzerine, halk içeri doğru çekildi ve işgal kuvvetlerine karşı direndi. Direniş kırılınca işgal kuvvetleri bölgedeki nüfusun bir kısmını sürgün etti. Trablusgarp ve Bingazi mültecileri, genellikle İtalyanlar tarafından Fiume ve Marsilya gibi şehirlere sevk ediliyorlardı. Buradan Avrupa vapur kumpanyaları tarafından İstanbul, İzmir, İskenderiye ve Beyrut limanlarına taşınmaktaydılar. Trablusgarp mültecilerinin takip ettiği bir diğer yol, İskenderiye-Beyrut-İstanbul hattı idi. İstanbul’a gelenler daha ziyade zabit ve memur aileleriydi.

İstanbul’a gelen mültecilerden akrabası olanlar, bunların yanına gönderiliyorlardı. Dullar ve malul çocuklar Darülaceze’ye, kimsesiz kızlar ise, güvenilir ve hâli vakti yerinde olan ailelerin yanına yerleştiriliyorlardı. Şehirde yakını ve tanıdığı bulunmayanlar, otellere veya iskâna elverişli meskenlere yerleştirilmeye çalışıldı. İçlerinde muhtaç olanlar ilgili komisyonca iaşe edildiler. Muhtelif han, otel ve meskenlere kendi çabaları ile yerleşmiş olan Trablusgarp mültecileri de bulunmaktaydı. İstanbul’un iklimine uyum sağlayamayanlar tespit edilebildiği kadarıyla Sivas, Adana, Halep ve Suriye’ye sevk edildiler.

Balkan Savaşları ve Göç

Avrupa devletlerinin diplomatik desteğine sahip olan Balkan devletleri Trablusgarp Savaşı’ndan da faydalanarak 30 Eylül 1912’de seferberlik ilan ettiler. Bir hafta sonra da Karadağ Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan, Karadağ’ın müttefiki olarak 17-18 Ekim 1912’de savaşa dâhil oldular. Osmanlı, 2.300.000’i aşkın nüfusu barındıran sahayı savaşta kaybetti. Savaş sonrası söz konusu nüfusun %62’si ya katledildi ya da göç etmek zorunda kaldı. İşgal sahasının yanı sıra Balkan devletlerinin vatandaşı olan Müslümanlar da göç kervanına katılır. Balkan mültecilerinin toplam sayısı 413.922’dir.15

Savaş esnasında Marmara sahillerinden ve özellikle Tekirdağ’dan karayolu ile İstanbul’a çok sayıda göçmen gelmişti. Sadece Lüleburgaz-Çatalca, Tekirdağ, Ahtapolu ve Midye’den İstanbul’a gelen göçmen sayısı 100.000’i bulmaktaydı. Ayrıca 20.000 göçmen de yola çıkmıştı. Göç kervanına en nihayet Küçükçekmece ahalisi katıldı.16 Deniz yolu ile gelen göçmenler sağlık kontrolünden geçirilip gerekli aşıları yapıldıktan sonra şehre sevk ediliyorlardı.

İstanbul Şehremini Cemil Topuzlu Balkan göçmenlerinin şehre girişini şu şekilde tasvir etmektedir:

Muharebenin ilanından birkaç gün sonra şehrimize göçmenler gelmeye başlamıştı. Ama ne geliş… Hepsi sefil ve perişan bir hâlde… Yelken gemilerine, şimendiferlere üst üste yığılan bu bedbahtlar, aç ve çıplak Sirkeci’ye çıkarılıyorlardı. Köylerinden, kasabalarından öküz arabalarına binenler, bu suretle yola çıkanlar da ayrı… Vakıa İstanbul Muhacirîn Müdüriyeti Balkan Harbi göçmenlerinin bir kısmını ceste ceste Anadolu’ya gönderiyordu. Fakat buna rağmen şehrimizde daimi surette 40, 50 bin hasta ve bakımsız muhacirin bulunmasının önü alınamıyordu.17

İstanbul’a gelen göçmenler hususi komisyonlar marifetiyle Zincirlikuyu, Atikalipaşa, Fetvaemini, Edirnekapı ve Hekimoğlu Ali Paşa gibi mahalle ve mekânlarda mevcut han, otel, medrese, mektep, tekke, cami, dergâh, tuğla harmanı, hamam, karakol, muhacir kulübü ve kiralık meskenlere veya atıl durumdaki mahzenlere yerleştirilmeye çalışıldılar. Açıkta kalanlar Sultanahmet ve Yedikule civarında inşa edilen barakalarda barındırılmaya çalışılıyordu. İstanbul’daki kimsesiz göçmen kızları imkânlar ölçüsünde Darüşşafaka’ya yerleştirildi. İlk etapta söz konusu yerlerde 3.709 hanede 14.856 kişi iskân işlemi görmüştü. Bu göçmenler daimî iskân yerlerine gönderildikten sonra bunların yerini yenileri dolduruyordu. Başta Hilal-i Ahmer Cemiyeti olmak üzere yardım kuruluşları, Muhacirîn İdaresi ve yerli ahali göçmenlerin iaşe ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmaktaydı.18

Şehirde göçmenler arasında kolera ve çiçek vakalarına tesadüf edilebilmekteydi. Hasta göçmenlerin tedavisi maksadıyla 90 bina hastaneye dönüştürülmüştü.19 Kamu sağlığını korumak ve şehirdeki izdihamı önlemek adına Anadolu’ya yönelik göçmen sevkiyatı hızlandırıldı.

Savaş sonrası da İstanbul’a göçmen akını devam etmiştir. Balkan Savaşı sonrası elden çıkan yerlerde görevli memur ve asker ailelerine mensup 9.296 kişi İstanbul’a gelmişti. Bunun dışında sivillerden de 3.609 kişi göçmen kimliği ile savaş sonrası İstanbul’da iskân işlemi görmüştür.20 İstanbul dâhilinde iskân işlemi gören göçmenlerin sayısı 1920’de 6.609’a yükseldi.

I. Dünya Savaşı ve Göç

I. Dünya Savaşı ve ertesinde İstanbul çok yönlü bir göçe şahit oldu. Savaş esnasında Rusların işgal ettiği Doğu Anadolu ve Karadeniz topraklarında yaşayan Türk nüfusun 800.000’i açlık ve saldırı sonucu kırılırken 800.000’i aynı akıbete düçar olmamak umuduyla Orta ve Batı Anadolu’ya doğru çekilmeye çalıştı. Osmanlı bürokratlarının Şark mültecisi olarak tanımladığı bu göçmenlerin 2.000 kadarı İstanbul’a sığınmıştı. Aynı tarihte henüz daimî iskân sırasını bekleyen 4.000 kadar Rumeli göçmeni vardı.

1918-1923 Yunan işgali döneminde Trakya’dan ayrılan Türklerin yaklaşık 30.000’i İstanbul’a sığındı. Türklerin tahliye ettiği yerleri Rumlar doldurdu. 15 Mayıs 1919’da Yunan işgalini müteakip sürekli kuzeye çekilerek Marmara sahillerinde biriken Müslüman mülteciler Gemlik’ten deniz yolu ile İstanbul’a göç ettiler. İstanbul’da bulunan Türk göçmen ve mültecilerin sayısı 1920’de 40.000’i, 1921’de 50.000’i aştı.21 Şehirdeki göçmenlere yardım yapılabilmek için memur maaşlarından %1 kesinti yapılması hususunda hükûmet genelgesi yayımlandı. Bazı tüccarlar da belirli günlerde elde ettikleri hâsılatı İzmirli göçmenlere hibe ediyorlardı. Öte yandan üniversite öğrencileri de göçmenler yararına yardım kampanyaları tertip ettiler.22

Şehirde gayrimüslim mülteciler de bulunmaktaydı. Savaş esnasında Anadolu’dan kaçarak İstanbul’daki akraba ve tanıdıklarının yakınlarında saklanan Ermeni nüfusunun 15.000 civarında olduğu tahmin edilmekteydi. 1920’de ise şehir dâhilinde barındırılmaya çalışılan Ermenilerin sayısı 2.800 civarındaydı. Bunların iaşe vesair ihtiyaçları kendileri veya İstanbul’daki Ermeni cemaati tarafından temin edilmekteydi. 716 Rum mülteci Beşiktaş’ta; 10.000 civarındaki Yahudi mülteci ise Ortaköy, Balat ve Üsküdar’da barındırılıyordu.23

I. Dünya Savaşı ertesinde Beyaz Ruslar İstanbul’a sığınmıştı. 1919-1920 yılları arası İstanbul’a gelen Rus mültecilerin toplam sayısının 250.000 ila 300.000 arasında değiştiği tahmin edilmektedir. 1919’da ilk dalgada gelenlerin çoğunluğunu zengin Ruslar oluşturuyordu. Rus mültecilerden asker olanlar Limni, Çatalca, Tuzla ve Gelibolu’daki kamplara yerleştirilirken sivil mülteciler Beyoğlu ve Marmara adalarında oluşturulan kamplarda veya iskâna elverişli mesken, menzilhane, pansiyon, otel, çadır ve barakalarda barındırılmaya çalışıldı. Ticaret maksadıyla Rusya’da bulunan Belçika ve İsviçre vatandaşları da İstanbul’a sığınmışlardı. Bunlar Cağaloğlu havalisindeki otel ve pansiyon gibi yerlere yerleştirildiler. Rus mültecilerin bir kısmı ilerleyen günlerde geri dönerken bir kısmı da Avrupa ve Amerika’ya gitti. Neticede 1922’de İstanbul’daki mülteci sayısı 30.000’in altına düştü.

Türk yetkililer başlangıçta ilticalara sıcak bakmamıştı. Bu, İstanbul’un altyapısının çok sayıdaki mülteciyi kaldıramayacağı endişesinden kaynaklanmaktaydı. Sivil Rus mültecilerin belediye sınırları dâhilinde yerleştirilmesi kiraların yükselmesine sebebiyet vermiştir. Oysa aynı dönemde Yunan baskısından kurtulmak için İstanbul’a sığınan mülteciler ile tehcirden dönen Rum ve Ermeniler de barınacak yer bulmakta zorlanıyorlardı. Bu da Müslüman göçmenlerin ve kiralık ev arayanların Rus mültecilere tepki duymalarına sebebiyet veriyordu. Öte yandan, Rus mültecilere gerek yerli ve gerekse uluslararası kuruluşlar yardım etmekteydi. Mülteciler bir süre sonra geçimlerini temin etmek adına iş bulma ve hayatlarını idame ettirme kaygısı içine düştüler. Rus mülteciler İstanbul’u siyasi açıdan ziyade kültürel açıdan etkilemişlerdir. Rus mültecileri 1921’den itibaren İstanbul’dan ayrılmaya başladılar. Rus mültecilerden Türk vatandaşlığına geçmek için müracaat edenler de olmuştur. Müracaatların çoğu kabul edilmiştir.24

I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul’daki göçmen sayısı sürekli değişiklik arz etmiştir. Bir veriye göre şehirde 1921 yılında 3.200’ü Ermeni, 5.000’i Rum, 27.000’i Türk ve 65.000’i Rus olmak üzere 100.000’i aşkın mülteci ve göçmen bulunmaktaydı.25

Mübadele

Türkiye ve Yunanistan arasında, 30 Ocak 1923 tarihinde İstanbul ve Batı Trakya hariç, Türkiye’deki Ortodokslar ile Yunanistan’daki Müslümanları zorunlu göçe tâbi tutan sözleşme ve protokol imzalandı. Sözleşme çerçevesinde Türkiye 10 iskân bölgesine ayrıldı. Altıncı mıntıka İstanbul, Çatalca ve Zonguldak vilayetleri olarak belirlenmiştir. 1923-1927 yılları arasında 36.487 mübadil İstanbul vilayeti dâhilinde iskân işlemi gördü. Çatalca, Silivri, Sarıyer, Kartal, Pendik, Tuzla, Mahmutbey, Bağcılar, Esenler ve köylerine mübadil ve göçmen iskân edilmiştir. Diğer şehirlerden de serbest iskân şeklinde İstanbul’a gelen mübadiller vardı. Bu da mübadil sayısını arttırdı. 1933’e kadar İstanbul vilayeti dâhilinde 33.328 mübadil iskân işlemi gördü. Belirtmek gerekirse 1960’a kadar İstanbul vilayetine yerleştirilen göçmen sayısı 80.000’i aşmıştır.26

GÖÇÜN İSTANBUL’A ETKİSİ

Göç İstanbul’un kent nüfusunun oluşumu ve şekillenmesinde etkili olmuştur. 1453’te terk edilmiş bir şehir görüntüsü arz eden İstanbul, fethi müteakip 20-25 yıllık bir sürede büyük ölçüde imar ve inşa edildi. Fatih’in büyük azmi ve kararlılığı şehrin ekonomisinin gelişmesinin yanında nüfusunun artmasını da hızlandırdı. Fatih döneminde şehir nüfusunun 2/3’ünü Müslüman, 1/2’sini Hristiyan ve Yahudiler oluşturmaktaydı. XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar güvenlik ve iş bulma umudu İstanbul’a gurbetçi ve ev göçü akınına sebebiyet vermekteydi. Bunu XIX. yüzyıldan itibaren Osmanlı hâkimiyeti veya nüfuzundan çıkan yerlerdeki nüfusun göçü takip edecektir. Bâbıâli, 93 Harbi’ne kadar şehir ve mücavir sahasını göçmen iskânına kapalı tutmuştu. Ancak göç hareketlerinin kitlesel bir boyut kazanması üzerine göçmenlerden esnaf, zanaatkâr ve tüccar olanların şehirlere yerleştirilmesi zarureti ortaya çıktı. Bunun üzerine bu gibi göçmenler şehirlerin mücavir alanlarında üretilen arsalara yerleştirilmeye çalışıldı. Öte yandan Kafkas kabilelerinin liderleri ve Balkan göçmenlerinin elit taifesi İstanbul’da ikamete yönlendirilirken, kendilerine maaş bağlandı ve nişanlarla taltif edildiler.27 Bâbıâli İstanbul’a gelen göçmenleri en kısa sürede taşrada iskâna elverişli yerlere gönderiyordu. Gönderilenlerin yerini yeni gelenler dolduruyordu. Bu nedenle 1820-1920 aralığındaki yüzyıllık süreçte İstanbul’da her zaman binlerle ifade edilebilen bir göçmen kitlesi vardı. Şehrin nüfusu 1844’te 391.000 iken Balkan Savaşları sonrası 900.000’i aşmıştır. 70 yıllık süreçte nüfus %230 artarak 900.000’i geçmiştir. Bu artışta hiç şüphesiz göçmen iskânı da etkilidir. Zira daha 1885’te şehir nüfusunun %60’ını İstanbul dışında doğmuş olanlar oluşturmaktaydı. Şehrin nüfusu 1914 sonrası azalmaya başlamış ve 1927 itibarıyla 690.000 kadar gerilemiştir.28 Bunun 350.000’i erkek ve 340.000’i kadındır. İstanbul dâhilindeki ecnebi tabiiyetine mensup olanların toplam nüfusu 65.335 idi. Türkiye vatandaşlarının %76,37’sini Türk (477.763), %10,28’ini Rum (64.338), %7,13’ünü Ermeni (44.531) ve %6,22’sini Yahudi (38.890) unsur oluşturmaktaydı.

Şehre yerleşenlerin bir kısmı varlıklı ailelerdi. Bunlardan savaş ortamında gelenler memleketlerindeki mal varlıklarını tasfiye edemedikleri için ellerindeki nakit parayı göç yollarında ve geçici iskân bölgelerinde harcayıp yardıma muhtaç bir konuma düşebilmişlerdir. Barış döneminde mal varlıklarını tasfiye edip gelenler ise beraberlerinde sermayelerini getirmişlerdi. Bunlar çeşitli yatırımlarda bulundular. Orta hâlli ve fakir göçmenler ise seyyar satıcılık, arabacılık, faytonculuk, hamallık, yalı ve köşklerde hizmetçilik, dikimevinde işçilik, çiftliklerde ve yol inşaatlarında amelelik gibi iş kollarında istihdam edilmeye çalışıldılar. Kunduracılık ve marangozluk gibi zanaatla geçimlerini temin edenler de vardı. Göçmenlerden şartları ve evsafları uygun olanlar da gardiyanlık ve hademelik gibi kurumlarda istihdam edildiler. 1820-1920 sürecinde Balkanlar, Kafkaslar ve hatta Anadolu ile olan bağlantısı kopan İstanbul’un iş hacmi ve ekonomisi küçüldü. Bu da mevcut iş sahasının daralmasına sebebiyet verdi.

Göçle nüfusu artan şehrin beledi sınırları da sık sık genişletilmiştir. Nüfus artışı ve kitlesel göç şehrin asayişinin temininde güçlüklerle ve sorunlarla karşılaşılmasına neden olmuştur. Özellikle Balkan Savaşları esnasında İstanbul’daki gayrimüslim kamuoyunun tutumu Müslüman ahaliyi olumsuz etkileyecektir. “Bulgar Ordusu Çatalca’ya yürürken İstanbul’da aileler arasında bozgun yapmıştı. Bulgarlar Hadımköy hattını yarmışlar, İstanbul’a geliyorlarmış. Mağlup Osmanlı ordusu da İstanbul’a çekiliyormuş.”29 tarzında Bulgar ordusunun İstanbul’a girmesi gibi korkunç bir ihtimal ağızdan ağıza dolaşıyordu. Erkekler askerde olduğu için Müslüman Türk toplumu çocuk, kadın ve yaşlılardan müteşekkildi. Onların da kendilerini koruyacak bir durumları yoktu.30 Bazı aileler “Bulgarlar İstanbul’a gelirse bizleri keserler, haydi Anadolu’ya geçelim.” diye çözüm olarak Anadolu’ya kaçışı öneriyorlardı.31 Özellikle 1878-1923 sürecinde yaşanan bu sıkıntılar İstanbul’un yerlilerinde Anadolu’ya çekilmek gibi bir zihniyetin oluşmasına zemin hazırlamış ise de kitlesel boyutta Müslim, gayrimüslim çatışmasına sebebiyet vermemiştir.

Göçmenlerin ve mültecilerin yaşadığı yörelere ait musiki ve eğlence kültürü İstanbul’a aktarılmıştır. 1848’de Osmanlı topraklarına sığınan Macar, Leh mültecileri ile 1919-1920’de sığınan Beyaz Ruslardan bir kısmı Türk tabiiyetine geçti. Bunlar İstanbul’un günlük yaşamında, kadınlı erkekli Boğaz ve kır gezileri, tiyatro ve musiki eğlencelerin tertip edilmesi ve salon kültürünün ortaya çıkıp gelişmesine vesile oldular. Ayrıca Mahmud Celaleddin Paşa, Ahmed Vefik Paşa, Şemseddin Sami, Yusuf Akçura, Ahmed Ağaoğlu, Mehmed Emin Resulzade gibi mülteci ve göçmenlerden bir kısmı Türk milliyetçiliğinin başlaması ve gelişimini etkiledi.


DİPNOTLAR

1 Bkz. Kemal H. Karpat, Osmanlı’dan Günümüze Etnik Yapılanma ve Göçler, İstanbul 2010, s. 71-118.

2 Türk hâkimiyeti döneminde şehrin imarı için bkz. Karoly Kos, İstanbul Şehir Tarihi ve Mimarisi, çev. Naciye Güngörmüş, Ankara 1995.

3 Cengiz Şeker, “İstanbul Ahkâm ve Atik Şikayet Defterlerine Göre XVIII. Yüzyılda İstanbul’a Yönelik Göçlerin Tasvir ve Tahlili”, doktora tezi, Marmara Üniversitesi, 2007; XVIII. yüzyıl iç göçü ile ilgili ayrıca bkz. Yücel Özkaya, “Osmanlı İmparatorluğunda XVIII. Yüzyılda Göç Sorunu”, TAD, 1981, c. 14, sy. 25, s. 171-203.

4 Nedim İpek, İmparatorluktan Ulus-Devlete Göçler, Trabzon 2006, s. 79-94; Ali Fuat Örenç, Mora Türkleri ve Eyaletten Bağımsızlığa Yunanistan, İstanbul 2009.

5 Yeorgios Kiutuçkas, “1878’e Kadar İstanbul’daki Bulgar Cemaati”, 19. Yüzyıl İstanbul’unda Gayrimüslimler, ed. Pinelopi Stathis, çev. Foti Benlisoy ve Stefo Benlisoy, İstanbul 1999, s. 36-37.

6 Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri: 1856-1876, Ankara 1997.

7 İpek, İmparatorluktan Ulus Devlete Göçler, s. 42-43.

8 İpek, İmparatorluktan Ulus Devlete Göçler, s. 42-43.

9 Kemal Gurulkan v.dğr. (haz.), Osmanlı Belgelerinde Kafkas Göçleri, II c., İstanbul 2012.

10 Gurulkan v.dğr. (haz.), Kafkas Göçleri, c. 1, s. 376, 378.

11 Gurulkan v.dğr. (haz.), Kafkas Göçleri, c. 1, s. 378.

12 Kırım göçmenleri İstanbul çevresinde Ahmediye, Bahçayiş, İmrahor, İzzettin, Sazlıbosna ve Şamlar köylerine yerleşmişlerdir (Hakan Kırımlı, Türkiye’deki Kırım Tatar ve Nogay Yerleşmeleri, İstanbul 2011, s. 400-413).

13 Fahriye Emgili, Yeniden Kurulan Hayatlar: Boşnakların Türkiye’ye Göçleri (1878-1934), İstanbul 2012, s. 301.

14 Kemal H. Karpat, Osmanlıdan Günümüze Etnik Yapılanma ve Göçler, çev. Bahar Tırnakçı, İstanbul 2010, s. 275-277, 299-301.

15 Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı, çev. Fatma Sarıkaya, Ankara 2012, s. 182.

16 Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912-1913), Ankara 1994, s. 47-65.

17 Halaçoğlu, Rumeli’den Türk Göçleri, s. 94.

18 H. Yıldırım Ağanoğlu, Osmanlıdan Cumhuriyete Balkanların Makus Talihi Göç, İstanbul 2001, s. 187.

19 Ağanoğlu, Balkanların Makus Talihi Göç, s. 249-250.

20 McCarthy, Ölüm ve Sürgün, s. 181.

21 İpek, İmparatorluktan Ulus Devlete Göçler.

22 İpek, İmparatorluktan Ulus Devlete Göçler.

23 C. Claflin Davis, “İstanbul’da Mültecilerin Durumu”, İstanbul 1920, ed. C. R. Johnson, çev. Sönmez Taner, İstanbul 1995, s. 175-196.

24 Bülent Bakar, Esir Şehrin Misafirleri: Beyaz Ruslar, İstanbul 2012.

25 Davis, “İstanbul’da Mültecilerin Durumu”, s. 175-196.

26 Cevat Geray, Türkiye’den ve Türkiye’ye Göçler ve Göçmenlerin İskânı (1923-1961), Ankara 1962, s. 30.

27 Kemal H. Karpat, İslâm’ın Siyasallaşması: Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Kimlik, Devlet, İnanç ve Cemaatin Yeniden Yapılandırılması, çev. Şiar Yalçın, İstanbul 2013, s. 300.

28 Stanford J. Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, çev. Mehmet Harmancı, İstanbul 1983, c. 2, s. 296.

29 Georges Remond, Bir Fransız Gazetecinin Balkan Harbi İzlenimleri: Mağluplarla Beraber, çev. Hasan Cevdet, İstanbul 2007, s. 16, 33.

30 Halide Edip Adıvar, Mor Salkımlı Ev, İstanbul 2008.

31 Kâzım Karabekir, Hayatım, İstanbul 2009.


Bu makale Antik Çağ’dan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi adlı eser içerisinde 2015 yılında yayımlanmıştır.

Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.

ALT BAŞLIKLAR