İslam’ın VII. yüzyıl başında doğuşundan İstanbul’un 1453 yılında fethine kadar geçen yaklaşık dokuz asır boyunca Müslümanlarla Bizans arasında gerçekleşen siyasi, askerî, dinî, ekonomik ve sosyo-kültürel ilişkiler neticesinde İstanbul’da belirli oranda Müslüman varlığından bahsetmek mümkündür. Bütün bu süreçte çeşitli sebeplerle İstanbul’a gelen elçiler, tacirler, seyyahlar, esirler ve köleler şehirdeki Müslüman varlığının önemli unsurunu teşkil etmiştir.
Bizans Devleti ile savaş öncesi ve sonrası görüşmeler yapmak, esir değişimi ve fidye konularını müzakere etmek, Bizanslıları İslam’a davet etmek, onlarla çeşitli hususlarda işbirliği yapmak gibi sebeplerle çok sayıda elçi İstanbul’a gelmiştir. Hz. Ebu Bekir’in İmparator Herakleios’u İslam’a davet amacıyla bir elçilik heyetini İstanbul’a gönderdiği nakledilir. Velid b. Abdülmelik, İmparator II. Iustinianos’a elçi göndererek yapacağı imar faaliyetlerinde kullanılmak üzere mozaik, usta ve para temin etmiştir. Ömer b. Abdülaziz’in, İmparator III. Leon’u İslam’a davet için bir mektupla birlikte elçi gönderdiği, elçilerle imparator arasında temel bazı dinî konular etrafında tartışma yaşandığı ve imparatorun halifenin mektubuna cevap verdiği kaydedilir.
Abbasî Halifesi Ebu Ca‘fer el-Mansûr (754-775) tarafından İstanbul’a elçi olarak gönderilen Umâre b. Hamza arslanlı, kılıçlı ve dumanlı üç engeli aştıktan sonra imparatorun huzuruna kabul edilmiş ve kendisine bunun Bizans sarayına gelen yabancı elçilerin kalplerine korku salmak için yapıldığı söylenmiştir. Abbasî Halifesi Mütevekkil-Alellah’ın elçisi olarak 860’ta İstanbul’a giden Nasr b. Ezher resmî kıyafeti, sarığı, kılıcı ve hançeriyle Bizans sarayına vardığında bu şekilde saraya girmesine müsaade edilmeyince geri döner. Ancak yolda ikna edilerek saraya dönmesi sağlanır ve imparator tarafından kabul edilir.
Endülüs Emevî Hükümdarı II. Abdurrahman (822-852) tarafından Bizans sarayına, muhtemelen İmparator Theofilos’a elçi olarak gönderilen Yahya b. Hakem el-Gazal, kişiliği, davranışları ve diplomatik becerisiyle imparatorun yakın dostluğunu kazanmıştır. Halife III. Abdurrahman’ın 949 yılından sonra Endülüs’ten gönderdiği elçilik heyeti İmparator VII. Konstantinos tarafından görkemli bir törenle karşılanmış ve iki yıl İstanbul’da kaldıktan sonra Kurtuba’ya dönmüştür.
Büveyhî Hükümdarı Adudüddevle (978-983) tarafından esir değişimi ve çeşitli konuları görüşmek üzere bir heyetin başında İstanbul’a gönderilen ünlü Eşarî kelamcısı ve Malikî fakihi Kadı Ebu Bekir el-Bakıllanî (ö. 1013) saraya giriş için sarık ve ayakkabıların çıkarılması istenince geri dönmek istemiş, durumdan haberdar edilen imparatorun izin vermesiyle görüşme gerçekleşmiştir. Rivayete göre Bakıllanî imparatorun huzuruna çıkmak üzere ilerlerken ancak eğilerek geçilebilecek yükseklikte bir kapı önüne çıkınca eğilmemek için arkasını dönerek içeri girmek suretiyle bu tuzağı aşmış olur. Elçilerin onuruna verilen yemekte Bakıllanî, domuz eti gibi Müslümanlar açısından sakıncalı yiyeceklerin bulunmasından endişe ettiğini belirtince kendisine sofrada Müslümanlar açısından sakıncalı olabilecek hiçbir yiyeceğin bulunmadığı kesin bir dille ifade edilir. Bakıllanî, İmparator II. Basileios’un huzurunda İstanbul Patriği II. Nikolas dâhil ileri gelen din adamlarıyla seviyeli ve başarılı tartışmalar yaparak Bizanslıların takdirini kazanır ve imparatorun ikramına mazhar olarak ülkesine döner.
Emevî Hükümdarı Süleyman b. Abdilmelik (715-717) döneminde Mesleme b. Abdilmelik kumandasında gerçekleşen üçüncü İstanbul kuşatmasında Mesleme’nin burada bir cami yaptırdığı kaydedilir. Birçok İslam kaynağında bu camiden bahsedildiği gibi İmparator VII. Konstantinos Porfirogennetos’a ait (913-959) De Administrando Imperio adlı eserde de Mesleme’nin isteği üzerine İstanbul’da bir cami yaptırıldığı hususu teyit edilmektedir. Mesleme’nin yaptırdığı bu caminin Abbasî, Fatımî, Eyyubî ve Memlükler ile Bizans arasında yapılan anlaşmalarda özellikle hutbenin hangi halife adına okunacağı hususunda gündeme geldiği görülmektedir: Fatımî Halifesi Hâkim-Biemrillah (996-1021) devrinde İstanbul’daki camide hutbe bu halife adına okundu. Zâhir el-Fatımî (Zâhir-Lii‘zâzîdînillâh, 1021-1036) devrinde yapılan antlaşma gereği imparator camiyi tamir ettirip bir müezzin atadı ve 1027’de hutbe Zâhir adına okundu. Bizans imparatoru IX. Konstantinos Monomakhos (1042-1055) Abhazya melikini fidye almadan serbest bırakan Tuğrul Bey’e minnet ve şükran ifadesi olarak çeşitli hediyeler gönderdi, ayrıca bu camiyi tamir ettirip namaz kılınmasına müsaade etti ve 1049’da hutbe Tuğrul Bey ile Abbasî halifesi adına okundu. Fatımî Halifesi Müstansır-Billah 1055 yılında İstanbul’a bir elçi göndermiş ve bu elçi orada Sultan Tuğrul Bey’in elçisiyle karşılaşmıştır. Tuğrul Bey’in elçisinin getirdiği mektupta Bizans yönetiminden elçinin İstanbul’daki camide namaz kılmasına müsaade edilmesi istenmiştir. Bu izin verilmiş ve Cuma namazında hutbe Abbasî Halifesi Kâim-Biemrillah adına okunmuştur. Bizans İmparatoru II. Isaakios Angelos 1188 yılında Selahaddîn Eyyûbî’ye bir elçi göndererek Kudüs’teki eski Ortodoks kiliselerinin Bizans’ın emrine verilmesine karşılık İstanbul’daki camide sultan ve Abbasî halifesi adına hutbe okutmayı teklif etti. Selahaddîn Eyyûbî imparatorun teklifini memnuniyetle karşıladı. İmparatorun elçisiyle beraber bir elçi, cami için bir minber ile hatip, müezzin ve hafızlar gönderdi. Deniz yoluyla İstanbul’a ulaşan heyet burada imparator, Müslüman cemaati ve İslam ülkelerine mensup tacirler tarafından törenle karşılandı. Müslüman tüccarların ve İstanbul’da ikamet eden Müslüman cemaatinin hazır bulunduğu Cuma namazında hutbe Abbasî halifesi ve sultan adına okundu. Bu cami, III. Aleksios Angelos (1195-1203) devrinde çıkan bir isyanda tahrip olmuş ve yeniden yapılmıştır. Ancak 1204 yılındaki IV. Haçlı Seferi sırasında tekrar tahrip edilmiş, içinde bulunan Müslümanların ve onlara yardım eden Rumların karşı koymalarına rağmen yağma edilip yakılmıştır. İmparator VIII. Mikhail Palaiologos camiyi yeniden yaptırmış, Memlük Sultanı Baybars bu camiye hasırlar, altın şamdanlar, perdeler, halılar ve diğer bazı eşyalar göndermiştir. Bu caminin daha sonra kiliseye çevrildiği nakledilir.
Semavi Eyice bu caminin İstanbul Galata’da kiliseden çevrilme en büyük cami olan Arap Camii olmadığı görüşündedir. Burada bulunan kilise fetihten sonra, fethedilen şehirlerde en büyük kilisenin camiye çevrilmesi usulüne uyularak bizzat Fatih Sultan Mehmed vakfı olarak 1475’e doğru camiye çevrilmiştir. İspanya’daki Gırnata Benî Ahmer İslam Devleti’nin 1492’de sona ermesi üzerine, oradan göç eden Müslümanların bu cami çevresine iskân edilmeleri üzerine burası Arap Camii adını almış ve esasının Müslüman Araplar tarafından fetihten evvel kurulduğu efsanesi buradan doğmuştur. Kilisenin Türk mimarisine tamamen yabancı bir biçimde olan kare planlı çan kulesinin Suriye ve bilhassa Şam’daki Emeviye Camii minarelerine çok benzemesi de bu efsaneyi destekleyen bir unsur olmuştur.
Bizans başkenti İstanbul’da Müslüman esir ve köleler de bulunmaktaydı. X. yüzyıl İslam coğrafyacılarından Makdisî, Emevîler döneminde üçüncü İstanbul kuşatmasını gerçekleştiren Mesleme b. Abdilmelik’in isteği üzerine imparatorun, kendi sarayının karşısında Hipodrom’un arka tarafında önemli Müslüman esirler için “Dârü’l-balât” diye bilinen bir konak yaptırdığını, Müslümanların bu konakta toplandıklarını ve açıkça ibadet ettiklerini kaydeder. Müslüman esirlerin ileri gelenleri bu konakta kalırken diğerleri çeşitli işlerde çalıştırılmakta, domuz eti yemeye zorlanmamakta ve kendilerine kötü davranılmamaktadır. Ömer b. Abdülaziz Bizans’ın elinde bulunan Müslüman esirleri kurtarmak için yoğun bir çaba göstermiş ve bu amaçla İmparator III. Leon’a elçiler göndermiştir. Ömer b. Abdülaziz’in imparatora gönderdiği elçi incelemeleri sırasında Kur’an okuyan ve el değirmeniyle buğday öğüten Müslüman bir esirle karşılaşır. Esir kendisinin din değiştirmeye zorlandığını, ancak Hristiyanlığı kabul etmediği için gözlerine mil çekildiğini ve çeşitli işkencelere maruz kaldığını belirterek hayatını buğday öğütüp pişirmek suretiyle sürdürdüğünü ifade eder. Ömer b. Abdülaziz durumdan haberdar edilince gözleri yaşarır ve imparatora tehditkâr bir mektup yazarak esirin serbest bırakılmasını ister. İmparator olumlu cevap verir. Ancak bu sırada esirin öldüğü haber verilir. İmparator elçinin isteği üzerine esirin cesedini onunla birlikte gönderir. Bizans’a esir düşmüş Müslümanların salıverilmesini sağlamak için Ömer b. Abdülaziz diğer bir defasında Muhammed b. Ma‘bed başkanlığında bir heyeti III. Leon’a gönderir. Anlaşmayı kabul ettiği takdirde elindeki Bizanslı esirleri serbest bırakacağını imparatora bildirir. Ancak görüşmeler devam ederken halifenin ölüm haberi İstanbul’a ulaşır. III. Leon’un oldukça üzüldüğü ve Ömer b. Abdülaziz hakkında takdirkâr sözler söylediği kaydedilmektedir.
İstanbul’daki meşhur esirlerden biri Harun b. Yahya’dır. Muhtemelen IX. yüzyılın sonu veya X. yüzyılın başında Filistin’de esir alınarak İstanbul’a getirilen ve bir süre burada kalan Harun b. Yahya’nın İstanbul’la ilgili anlatımları içerisinde Müslüman esirlere dair hususlar da yer almaktadır. Şehrin ortasında yer alan Büyük Saray’ın girişlerinde dört zindan bulunduğunu ve bunlardan birinin Müslümanlara tahsis edildiğini ifade eden Harun büyük bir şeref avlusundan geçilerek girilen görkemli bir şölen salonunda özellikle Noel’den itibaren 12 günlük bayram süresince imparatorun da katılımıyla Müslüman esirlere ziyafet verildiğini, yemeklerin Müslümanlar için dinî bakımdan sakıncalı olmamasına dikkat edildiğini, mesela yemeklerde domuz eti bulundurulmadığını belirtir.
Hamdanî Hanedanı’na mensup Arap şairi ve kumandanı Ebu Firas el-Hamdanî de İstanbul’da esaret altında yaşamış meşhurlardan biridir. 962’de Bizanslılara esir düşen Ebu Firas İstanbul’a götürülmüş ve 966’da yılında yapılan esir mübadelesine kadar burada kalmıştır. Ebu Firas’ın Bizans’taki esareti sırasında kaleme aldığı ve onun âdeta günlüğü mahiyetindeki şiirlerinin önemli bir kısmını teşkil eden Rûmiyyât’ı esirin vatanına, ailesine, dostlarına ve hürriyete duyduğu özlemi dile getirir.
Seyyah İbn Battuta 1332’de Özbek Han’ın hanımı ve Bizans İmparatoru III. Andronikos Palaiologos’un kızı Beylûn Hatun’un 500 kişiden oluştuğu belirtilen kafilesine katılarak İstanbul’a gelmiş ve bir aydan fazla bir süre kaldığı şehri seyahatnamesinde anlatmıştır. Görkemli bir törenle karşılandıklarını belirten İbn Battuta ikamet için kendilerine Beylûn Hatun’un kaldığı köşke yakın bir köşk tahsis edildiğini, şehirde diledikleri gibi gezmelerine izin verildiğini, köşkte kaldıkları üç gün boyunca tavuk, koyun eti, ekmek, balık ve meyve gibi yiyeceklerin ikram edildiğini belirtir. İbn Battuta, imparatorun huzuruna da kabul edilip bir süre onunla görüştü. İmparator kendisine bir hil’at giydirdi; koşu takımları mükemmel bir at ve hükümdarların başında taşınan, aynı zamanda eman alameti olan bir şemsiye (mizalle=çetr) verilmesini emretti. Ayrıca İbn Battuta’nın isteği üzerine şehir gezisinde bir rehber tayin edildi. Bu hususlar, âdet olduğu üzere davul, zurna ve borazanlarla halka duyuruldu.
Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde yaşanan taht mücadeleleri sırasında birçok hanedan mensubunun Bizans’a sığınmak veya yardım istemek üzere İstanbul’a geldiği görülmektedir. Selçuklu Sultanı Alparslan’ın eniştesi olup Malazgirt Savaşı öncesinde araları açıldığı için yanındaki kuvvetlerle birlikte İstanbul’a gidip İmparator IV. Romanos Diogenes’e iltica ederek onun hizmetine giren Erbasan (Erbasgan), Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleyman Şah ile hâkimiyet mücadelesinde mağlup olduktan sonra İstanbul’a sığınan ağabeyi Kutalmış oğlu Mansur bunlar arasındadır.
Süleyman Şah’ın İznik’ten ayrılırken yerine bıraktığı Selçuklu Beyi Ebü’l-Kâsım bağımsız hareket etmeye başlayınca Sultan Melikşah tarafından takip edildiğinden İmparator Aleksios’un davetini kabul ederek İstanbul’a geldi. Ebü’l-Kâsım İstanbul’da gayet iyi karşılandı. Hemen her gün kendisine ziyafetler veriliyor, hipodromda şerefine at ve araba yarışları tertip ediliyor, İstanbul’daki ikamet süresi birçok sebep ile uzatılmaya çalışılıyordu.
Anadolu Selçuklu Hükümdarı I. Mesud (1116-1155) ve kardeşi Melik Arab da taht mücadelesinde İstanbul’a giderek İmparator II. Ioannes Komnenos’tan yardım istemişlerdir.
Sultan II. Kılıcarslan (1155-1192) Zengîler ve Danişmendlilerin de aralarında bulunduğu düşman ittifakını destekleyen İmparator I. Manuel Komnenos’la görüşmek üzere İstanbul’a gitti ve burada Bizanslılar tarafından izzet ve ikramla karşılandı. İstanbul’da sultan için ziyafetler verildi. At yarışları ve eğlenceler tertip edildi. Sultana her gün gümüş ve altın tabaklar içinde yemekler gönderiliyor ve tabaklar sultana hediye ediliyordu. Sultan İstanbul’da 80 gün kaldıktan sonra imparator ile bir masada oturdu. Bu masanın süslemeleri ile bütün tabaklar sultana hediye edildi. Ayrıca sultanın maiyetindeki 1.000 atlıya da çeşitli hediyeler verildi. İmparatorla sultan arasında bir antlaşma imzalandı. İmparator ayrıca para yardımı da yaptı. Bu antlaşmadan sonra II. Kılıcarslan İstanbul’dan ayrıldı. II. Kılıcarslan karşısında mağlup olan kardeşi Şehinşah ve Danişmendli Zünnûn da İstanbul’a gidip Bizans imparatorundan destek istediler.
1196’da tahttan indirilen Anadolu Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhusrev maiyetiyle birlikte İstanbul’a gitti ve III. Aleksios Angelos’a sığındı. İmparatorla yakın bir dostluk kuran Keyhusrev İstanbul’daki ikameti sırasında Bizans’ın ileri gelen devlet adamlarından Manuel Mavrozomes’in kızı ile evlendirildi. 1204 yılında İstanbul’un Haçlılar tarafından işgal edilmesi üzerine buradan ayrılarak kayınpederinin bulunduğu adadaki kaleye gitti. Bu sırada çocukları İzzeddin Keykavus ve Alaeddin Keykubad da onunla beraberdi.
1262’de tahtını kaybeden Sultan II. İzzeddin Keykavus, beraberinde annesi, eşi, çocukları (Gıyaseddin Mesud ve Rükneddin Geyumers), yakın adamları, taşıyabileceği kadar kıymetli eşya ve mücevherat bulunduğu hâlde Antalya’dan gemiye binip İstanbul’a gitti. Burada İstanbul’u Haçlılardan geri almış olan İmparator VIII. Mikhail Palaiologos tarafından çok iyi karşılandı. Sultanın çocuklarına ve yakınlarına gerekli hürmeti gösteren imparator onun İstanbul’da dilediği gibi yaşamasına ve muhafızlarla dolaşmasına izin verdi. Onların her birine layık oldukları şekilde yaşayabilmeleri için İstanbul’da meskenler hazırladı. Sultanın askerleri ve taraftarları da Bizans topraklarına girerek İstanbul’a sultanın yanına geldiler. Daha sonra bu kalabalık Türk topluluğu Dobruca’ya yerleştirildi. Ancak daha sonra imparator İlhanlılardan korkup Keykavus'u, annesi, iki oğlu ve kız kardeşiyle birlikte Meriç Irmağı ağzındaki Enos (Enez) Kalesi’ne hapsettirdi. Sultanın İstanbul’da alıkonulan küçük bir oğlu Hristiyan yapıldı ve kendisine Melik Konstantin adı verildi. Keykavus’un kumandanları ve adamları Ayasofya’ya götürülerek Hristiyan olmaya mecbur tutuldular. Hristiyanlığı kabul etmeyenler öldürüldü. İzzeddin Keykavus ve oğulları Altın Orda Hükümdarı Berke Han tarafından kurtarıldı.
Osmanlılar döneminde Orhan Bey kayınpederi VI. Ioannes Kantakuzenos’a destek vererek Bizans tahtına çıkmasını sağladı. Ardından eşi Theodora ile birlikte Üsküdar’a gitti. Burada görüşmeler yapıldı ve barış antlaşması imzalandı. Sultan I. Murad ile Bizans İmparatoru IV. Andronikos Palaiologos arasında 1376 yılında imzalanan antlaşmaya göre imparator, İstanbul’da yaşayan Müslümanların haklarının korunmasını ve onların davalarına bakmak üzere bir kadı tayin edilmesini kabul etmekteydi. Yıldırım Bayezid’in (1389-1402) isteği üzerine İstanbul’da içinde cami bulunan bir Türk mahallesi kurulmuştur. İmparator II. Manuel, Yıldırım Bayezid’in 1391 yılında yedi ay süren birinci İstanbul kuşatmasından sonra zor durumda kalınca barış teklif etti. İki taraf arasında yapılan antlaşmaya göre İstanbul’da Sirkeci’de Müslümanlara 700 ev tahsis edilerek bir Müslüman mahallesi kurulması; bu mahallede bir cami inşa edilmesi, Osmanlılar tarafından bu mahallede yaşayan Müslümanların kendi aralarında veya Bizanslılarla olan anlaşmazlık davalarına bakmak üzere bir kadı tayin edilmesi kabul edildi. O devirde Müslüman nüfusun çoğunu ticaret maksadı ile orada ikamet edenler oluşturmaktaydı. İmparator Manuel antlaşma şartlarını başlangıçta uygulamadıysa da Sultan Bayezid’in 1397 yılındaki üçüncü İstanbul kuşatmasından sonra yerine getirmek zorunda kaldı. Buna göre Sirkeci semtinde Türkler için 700 ev tahsis ederek burada bir mescit yaptırdı. Bayezid, Taraklı Yenicesi, Göynük ve Karadeniz kıyılarından aileler getirterek bu mahalleye yerleştirdi. Ayrıca onlara imam ve kadı tayin etti.
Yıldırım Bayezid’in Timur’a karşı Ankara Savaşı’nda yenilmesinden sonra II. Manuel Palaiologos, Osmanlı şehzadeleri arasında çıkan taht mücadelelerini fırsat bilerek İstanbul’da bulunan Türk mahkemesi ile camiyi kapattı ve Müslümanlara verilmiş olan ticari imtiyazları kaldırdı. Yıldırım Bayezid’in oğullarından Süleyman Çelebi (Emir Süleyman) İstanbul’a giderek İmparator II. Manuel’den destek aldı. Süleyman Çelebi küçük kardeşi Kasım Çelebi ile kız kardeşi Fatma Sultan’ı İstanbul’da rehine bırakarak Edirne’ye gitti ve orada hükümdarlığını ilan etti. Yıldırım Bayezid’in diğer oğulları Mehmed Çelebi, İsa Çelebi ve Mustafa Çelebi (Düzmece Mustafa) ile I. Mehmed’in oğlu Şehzade Mustafa (Küçük Mustafa) taht mücadelesinde İstanbul’a gidip İmparator II. Manuel Palaiologos’a sığınmış ve bir süre burada kalarak askerî destek almıştır. 1411 yılında Musa Çelebi, 1422’de ise II. Murad İstanbul’u kuşattılarsa da başarılı olamadılar. Son Bizans imparatorları VIII. Ioannes Palaiologos ve XI. Konstantinos Palaiologos uzun süre İstanbul’da kalan şehzade Orhan Çelebi’yi Sultan II. Murad ve ardından oğlu Fatih Sultan Mehmed’e karşı taht mücadelesi için kışkırtıp destek verdiler. 1453 yılında İstanbul’u kuşatan Fatih Sultan Mehmed şehri teslim etmesi için Mahmud Paşa’yı İmparator XI. Konstantinos’a elçi olarak gönderdi ise de ret cevabını aldı. Kuşatma sonunda 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un fethiyle şehir Müslümanların hâkimiyetine girdiği gibi Bizans İmparatorluğu da tarihe karışmış oldu.
KAYNAKLAR
Âşıkpaşazâde, Tevârîh-i Âl-i Osmân, nşr. Âlî Bey, İstanbul 1332.
Avcı, Casim, İslâm-Bizans İlişkileri, İstanbul 2003.
“Müslüman Arap Kaynaklarında Bizans Başşehri İstanbul (Konstantinopolis)”, Akademik Araştırmalar Dergisi, 12/47-48 (2010-11), s. 73-98.
Başar, Fahameddin, Osmanlı Kaynaklarına Göre Osmanlı-Bizans Münasebetleri (1299-1451) (doktora tezi, 1991), İÜ SBE.
Canard, Marius, “Tarih ve Efsaneye Göre Araplar’ın İstanbul Seferleri” (çev. İsmail Hami Danişmend), İstanbul Enstitüsü Dergisi, 2 (1956), s. 213-259.
Durak, Koray, “Doğu’ya Açılan bir Pencere: Erken Ortaçağ İslâm Kaynaklarında Konstantinopolis ve Konstantinopolis’te Müslümanlar”, Bizantion’dan İstanbul’a Bir Başkentin 8000 Yılı, İstanbul 2010, s. 102-111.
Konstantinos Porphyrogenitus, De Administrando Imperio (ed. Gy. Moravcsik, çev. R. J. H. Jenkins), Washington 1967.
Makdisî, Ahsenü’t-tekāsîm (nşr. M. J. de Goeje), Leiden 1877, s. 147-148.
Merçil, Erdoğan, “Bizans’ta Selçuklu Hanedan Mensupları”, TTK Bildiriler, 11 (1994), II, 709-721.
Necipoğlu, Nevra, “15. Yüzyılın İlk Yarısında Konstantinopolis’te Osmanlı Tacirleri”, Cogito, Bizans özel sayısı: 17 (1999), s. 235-246.
Yılmaz, Necdet ve Coşkun Yılmaz, İstanbullu Sahâbeler, İstanbul 2003.