Konstantinopolis’teki saraylar ve idarî merkezler için ana kaynaklar çağdaş metinlerdir. Bizans saraylarının maddi kalıntıları çağdaş İstanbul’da ancak çok sınırlı alanlarda bulunabilmektedir. Metinlerin sarayların maddi özelliklerini tasvir sadedinde söyledikleri şeyler arkeolojinin çıkardığı küçük kalıntılara kolay kolay uymaz. Bizans’ta sarayların idarî işlevlerini tasvir eden yazılı belgeleri bir araya getirmek bunların doğruluğunu sorgulamayı veya tartışmayı da aşan bir iştir.
330’da I. Konstantinos yarımadanın burnunun güney tarafında, ilk Byzantium’un hemen dışına inşa ettirdiği yeni şehir merkezine yakın, “saray” adıyla anılan en azından bir imparatorluk konutuna sahipti. Bu, Hipodrom ile aynı düzlükteydi ve ana girişi Khalke denilen abidevi bir binaydı. Bu hüviyetiyle söz konusu bina dört başlı yönetim [tetrarchia] sarayının gelişim çizgisini takip ediyordu.
Dört başlı saray Diocletianus’un 295’ten sonra merkezî idare reformunu takiben, İzmit (Nikomedia), Selânik (Thessalonica), Trier (Augusta Treverorum) ve Milano (Mediolanum) şehirleri gibi imparatorluğun dört yöneticisinin her biri için bir ikametgâhtı. Metinler, Antakya’daki sarayı, hem imparatorun şahsı ve ailesi için özel alanları hem de imparator muhafızlarına ait kulübeler ile idarî ve bürokratik işlevlere ayrılmış çok amaçlı salonları ve devlet dairelerini de içine alan bir binalar bütünü olarak tasvir eder. Bu bütün, başkentin şehir alanından Hipodrom’un büyük bölümü ve Zeuksippos hamamları ile koparılmıştı. Yazılı belgeler Dafni adı verilen bir toplantı binasından söz ederler ve anlaşıldığı kadarıyla bu bina saraydaki ana merasim salonuydu. Bunun müstakil bir bina ya da başka binalardan birinin bir çıkıntısı yahut ek binası olabileceği de düşünülebilir. Kuvvetle muhtemel ki binanın Hipodrom’un doğu tarafında Kathisma denilen imparator locasına doğrudan bir çıkışı vardı. Bugün Konstantinos Sarayı’nın büyük bölümünün maddi kalıntıları Sultanahmet Camii’nin altında kalmıştır. Büyük Saray’a ait parçalar sadece Sultanahmet Camii’nin kenarlarında ortaya çıkarılmıştır. Fakat metinler her şeyi aynı teferruat ölçeğinde zikretmedikleri için ister istemez yorumla ilgili meseleler ortaya çıkmaktadır. Mesela ünlü in-situ1 mozaik levhalarla kaplı sütunlu yapı için tam bir tarihlendirme yapılamamış ve gördüğü işlev ve sarayın geri kalanıyla ilişkisi hakkında bir fikir birliğine varılamamıştır. Büyük Saray, imparatorluk ailesine ait hususi daireler ile idarî birimleri ihtiva eden bir binalar bütünü olarak tarif edilebilir. İdari kısımlar büyük ihtimalle içinde doğrudan imparatoru ilgilendiren işlerin yürütülmesi için gerekli devlet dairelerini barındırmış olmalıdır. Roma İmparatorluğu IV. yüzyılın başlarında çağdaş merkezi idare kavramının kapsamı içinde karşılığı bulunabilecek merkezden idare edilen bir devlet yapısına sahip değildi. Provincialar [vilayet] diocesisler,2 diocesisler de praefecturalar3 hâlinde hiyerarşik bir yapı içinde kümelenmişti. İmparatorluk yönetimi muhtelif eyalet merkezlerinde hiyerarşinin her seviyesinde temsil ediliyordu. Başşehrin içinde eyalet gelirleri ve idaresiyle ilgili devlet dairelerini barındıran binalar ve daireler vardı. Bugün bunların tam olarak nerede olduğunu bilmiyoruz. Konstantinos döneminden sonra başşehrin ağırlığı ve görevi giderek arttı. Bu sebepten ötürü Theodosios sülalesi döneminde Büyük Saray, yüksek mahkeme görevlilerine ve arşivlerine ev sahipliği yapmaya başladı. 409’a gelindiğinde saraya ait arazilere çok yakın bulunan özel yerleşim birimlerinin kaldırılmasını zorunlu hâle getiren bir kanun yürürlükteydi. Mamafih yazılı kaynaklar lüzumundan fazla doğru kabul edilmektedir; gerçek binaların şeklini çizmek ve işlevleri ile birbirlerinden farklılıklarını tespit etmek gayet güçtür.
Bundan başka Konstantinopolis’te bu dönemde birçok özel sarayın bulunduğunu da belirtmek gerekir; bunlar ya imparatorluk sülalesinin mensuplarına ya da başka soylu ailelerin üyelerine aitti. Bu soyluların bazıları aynı zamanda devlet görevlileriydi ve bunların özel konakları kamu hizmeti gören birimler ihtiva ediyordu. Theodosios sülalesi döneminde başşehrin Haliç boyunca kuzeye doğru genişlemesinin en uç noktasında Blakhernai denilen bir imparatorluk sarayı yaptırıldı. Bu bölge eşzamanlı olarak, Theodosios sülalesinin prensesleri tarafından büyük bir dinî merkeze dönüştürüldü.
Şehrin diğer idarî kesimleri Konstantinos Forumu’ndaki yeni senato binası, Mese diye anılan anacaddenin güney ucuna yakın hukuk mahkemeleriydi. Görünüşe göre iki darphane vardı. Biri dökümhane gibi ihtiyaç duyulan tesis ve tesisatlarıyla birlikte Büyük Saray’da, diğeri V. yüzyıl ortasından kalma Notitia Urbis Constantinopolitanae’de tasvir edildiği ve Merasimler Kitabı’nda (IX. yüzyıl) da doğrulandığı üzere XII. Bölge’de (Aziz Mokios Kilisesi ile ilk Konstantinos surlarındaki Altınkapı’nın yakınında) idi. Sultanahmet’in güneyinde mozaik süslemeli sütunlu binada bazı sikke atıkları da ele geçtiğine göre bu, onun daha sonraki yüzyıllarda da darphane olarak kullanılmaya devam ettiğine bir işaret olarak yorumlanabilir.
VI. yüzyıl başında kaynaklar Büyük Saray’a ilave olarak konak veya konut türünde başka yerleri de işaret etmektedir. Mesela Iustinianos ve Theodora, Iustinianos imparator olmazdan önce Büyük Saray’ın güneyinde deniz kıyısındaki kendi saraylarında yaşadılar. VI. yüzyılda yazılı malzeme gayet zengin olduğu ve saray ve idarî binalar hakkında daha sağlıklı bilgiler sunduğu için şanslı olduğumuz söylenebilir. Nika Ayaklanması’yla (532) çıkan yangından sonra Iustinianos, yeni bir Khalke inşa ettirdi. Prokopios, bu sarayı bütün teferruatıyla tasvir eder. Efesoslu Ioannes, saraydaki merasime dair emsalsiz tanıklıkta bulunur. Efesoslu Ioannes ve Skythopolisli Kyrillos’un anlattıklarından; Theodora’nın kendi hizmetinde çalışanları ile birlikte kendine ait konutlarının olduğu anlaşılmaktadır. Kadınlara tahsis edilen konutlar Büyük Saray’ın geri kalanından o kadar bağımsız bir yapıya sahipti ki birçok kaynak Khalkedon Konsili kararlarına muhalif bir çift piskoposun burada saklandığını anlatır ki, bu piskoposlar tutuklanmak üzere aranmaktaydılar.
VI. yüzyılda Büyük Saray, içinde bir çift şapel de barındırır ve bu, sarayın aynı zamanda gayet dinî bir mekân olduğunu gösterir. Güneyde Faros diye anılan kule, içinde Mesih’in çarmıha gerilmesinin kalıntılarını barındıran bir şapele dönüştürülmüştü.
Aynı yazılı kaynaklar başşehirdeki bazı kamu binalarının imparatorluk görevlileri tarafından farklı amaçlar için kullanıldığını zikreder. Mesela sarayın Hipodrom’a bakan kemerleri zaman zaman yazılı belgelerin muhafaza edildiği mahzenler olarak kullanılıyordu. Şehirde inşa edilmiş metruk bir hamam, geçici olarak mahkeme salonu olarak kullanılmıştı. Başpiskopos sarayı da dâhil birçok kamu binasında tevkif edilip nezaret altında tutulabilecek kimselerin konulduğu yerler bulunuyordu. Görünen o ki Aya İrini’nin kuzeydoğusunda, bugün Topkapı Sarayı avlusunun içerisinde, Leon Forumu’nda Doğu praefectusünün sorumluluk sahasına ait işlerin görüldüğü bir bina vardı ve bu eyaletlerin Müslüman Arap orduları tarafından işgal edilmesi sebebiyle bu binanın ana işlevini yitirdiği kaydedilmektedir. VII. yüzyıldan sonra imparatorluk ailesinin yer tercihinde esaslı bir değişiklik baş gösterdi ve IX. yüzyılda imparatorluk sarayı; sahilde Bukeleon Sarayı diye bilinen binalar bütününün etrafındaki alanla, Hipodrom’un güneyi ve eski Büyük Saray ile sınırlı hâle geldi. Burası Marmara Denizi’ne yukarıdan bakan bir mıntıka idi ve en azından Iustinianos döneminden itibaren kendine ait bir iskelesi vardı. Burada Bukeleon Sarayı’na ilave olarak Hrisotriklinos adıyla maruf büyük bir merasim binası mevcuttu. Nikeforos Fokas (ö. 969) döneminde bütün bu bölümlerin etrafı bir duvarla çevriliydi. Tepenin üzerinde Büyük Saray’a ait ilk bölümler belli ki terk edilmişti. Yine IX. yüzyıldan kalma olan Merasimler Kitabı bu yeni saray külliyesinin dışında kalan (Dafni gibi) bazı eski mekânlardan söz eder fakat bunların sürekli olarak mı kullanıldığı yoksa zaman zaman yapılan büyük merasimlere mi tahsis edildiği açık değildir.
Yeni sarayın bu bölümü XII. yüzyıl ortalarında içinde Moukhroutas diye anılan kayda değer bir tören binası barındırıyordu; bina bir Fars-Selçuklu mimar tarafından Selçuklu üslubunda tasarlanmıştı. Bu arada Selçuklu Sultanı II. Kılıcarslan’ın (1155-1192) I. Manuel Komnenos’u (1143-1180) 1161’de ziyaret ettiği kaydedilmelidir.
1204-1261 arasında cereyan eden Latin istilasını müteakiben Palaiologos sülalesi imparatorluk konutunu şehrin kuzeyine Blakhernai’nin saygın muhitinin yakınlarına taşıdı. İmparatora izafeten isimlendirilmiş olan bugünkü Tekfur Sarayı (Ermenice “taç taşıyan” anlamına gelen tagavordan; Türkçe tekfur) Palaiologos tarafından yeniden tefriş edilip düzenlenmiş Porfirogennetos (“Erguvani [Oda] İçine Doğan”) Konağı olarak doğrulandı. Belli ki bu, kendi başına tek bir bina değildi, aşağıda yer alan ve bugün üzerini modern şehrin örttüğü Blakhernai mıntıkası ve onun kilise ve konutları ile yapısal bağları olmalıdır. Tahkim edilmiş muhtelif kaleler ve “Anemas Zindanları” diye bilinen kısım dâhil, bu bölgede kara surları karmaşık bir yapı arz ediyordu ve bu yapı Bizans’ın son demlerine kadar bu bölgede imparatorluk saray kompleksinin parçalarını oluşturmuş olabilir.
Bu son yüzyıllarda başşehrin büyük bölümü (eyaletlerde de olduğu gibi) belli ölçüde kilise otoriteleri tarafından idare ediliyordu. Dolayısıyla imparatorun yönetim yükünün bir bölümü kilise tarafından paylaşılıyordu. Komnenos ve Palaiologos, Konstantinopolis’te bu neviden birçok aile arasında soylu ailelerdi. Bizans’ın son yüzyıllarında bu soylu aileler tarafından inşa ettirilmiş “saray gibi görkemli” birçok konut vardı. Bu tür konutlardan söz edildiğinde anlaşılması gereken; bunların bir binalar bütünü olduğudur. Bunlar geniş ailelerin, onların konak hizmetkârlarının kullanımı için konutları, eyaletlerdeki emlaklerinden getirilmiş ticari emtia ve zirai mahsuller için saklama tesislerini, hem orta ölçekli tahkimat vasıtalarını hem de kendi muhafızları için kulübeleri ihtiva ediyordu. Bu soylu konakları yazılı belgelerde “şehir içerisinde şehir” diye tavsif ediliyordu. “Saray” görünüşü bu bütün içerisinde yer alan yarı halka açık bir merasim binasından kaynaklanıyordu. Tahtın bir sülaleden diğerine her geçişinde aile konağının, tıpkı imparatorun şehirle ilgili işlerinin birçoğunu üstlenmiş olan kilise gibi, devlet hizmetlerinden bazılarına ev sahipliği yapmada pay sahibi olacağı yolunda bir beklenti pekâlâ olabiliyordu.
1261’den sonra Tekfur Sarayı yüksek ihtimalle Palaiologos’un yeni sarayının tahkim edilmiş konutu ve merasim binası bölümüydü ve eldeki bulgular bunun Blakhernai’ye kadar uzatılmış olması gerektiğini göstermektedir. Bu kompleksin bunların dışında kalan parçalarının tam yerlerini tespit etmek, arkeolojik araştırmanın yokluğu sebebiyle kolay olmayacaktır.
KAYNAKLAR
Bardill, Jonathan, “The Great Palace of the Byzantine Emperor and the Walker Trust Excavations”, Journal of Roman Archaeology, 1999, sy. 12, s. 216-230.
Featherstone, J. Michael, “The Great Palace as Reflected in the De Cerimoniis”, Byzans, 2006, sy. 5, s. 47-61.
Jones, A. H. M., The Later Roman Empire, 284-602: A Social, Economic, and Administrative Survey, Baltimore 1986.
Kelly, Christopher, Ruling the Later Roman Empire, Cambridge 2006.
Magdalino, Paul, “The Byzantine Aristocratic Oikos”, The Byzantine Aristocracy IX to XIII Centuries, ed. Michael Angold, Oxford 1984, s. 92-111.
Magdalino, Paul, “Manuel Komnenos and the Great Palace”, Byzantine and Modern Greek Studies, 1978, sy. 4, s. 101-114.
DİPNOTLAR
1 L. asıl yerinde.
2 Gr. dioikesis: idarî birim. dioikein, (ev) idare etmek.
3 L. Roma İmparatorluğu’nda valiye karşılık gelen praefectuslerin sorumluluk alanı.