A PHP Error was encountered

Severity: Notice

Message: Undefined index: HTTP_ACCEPT_LANGUAGE

Filename: core/Public_Controller.php

Line Number: 89

Backtrace:

File: /var/www/html/application/core/Public_Controller.php
Line: 89
Function: _error_handler

File: /var/www/html/application/core/Public_Controller.php
Line: 51
Function: language_control

File: /var/www/html/index.php
Line: 282
Function: require_once

BÂBIÂLİ’NİN İSTANBUL’UN İDARESİNDEKİ YERİ (TANZİMAT DÖNEMİ’NE KADAR) | Büyük İstanbul Tarihi

BÂBIÂLİ’NİN İSTANBUL’UN İDARESİNDEKİ YERİ (TANZİMAT DÖNEMİ’NE KADAR)

İstanbul’un farklı yönetim biçiminden vazgeçilerek, ülkenin diğer vilayetleri standartlarında teşkilatlandırılıp idare edilmesi gerektiği prensibi, XX. yüzyılın başlarında alınmış bir devlet kararıdır. Daha önceki dönemlerde İstanbul’un yönetimi, sadece şehir görevlileri ile yapılmadı. Bunun sebebi ise İstanbul’un ortalama bir şehre göre fiziki ve nüfus büyüklüğü açısından farklı özellikler taşımasıydı. Her şeyden önce İstanbul, Osmanlılar için yalnızca bir şehir değildi, saltanatın merkeziydi, hanedanın ikamet yeriydi. Hükûmet ve organları, bürokrasi bu şehirde toplanmıştı. Devletin başındaki padişahın ve onun mensup olduğu hanedanın meşruiyet kaynaklarının önemli bölümünü de içerisinde barındırıyordu. İstanbul’un fethinden itibaren buraya yerleştirilen nüfusun özellikli insanlardan oluştuğunu biliyoruz. Bu anlamda ulemanın en üst rütbelileri burada ikamet ediyor, şair ve edebiyatçıların büyük bölümü de yine bu kentte yaşıyordu. Kent, esnaf ve sanatkârın en iyilerini ve sayıca en büyük oranını barındırıyordu. Sarrafıyla, tüccarıyla ve zenginleriyle imparatorluğun finans merkeziydi. İmparatorluk azınlıklarının en yoğun bulunduğu yerleşim merkezi olmakla birlikte millet sisteminin yürütücüleri olan dinî liderler de cemaatlerini buradan yönetiyordu. İaşesinin temini için kullandığı havzalara canlılık getiren ve etkin bir geçim imkânı sağlayan çok önemli bir liman kentiydi. İstanbul, içerisinde barındırdığı elçilik veya diğer temsilciliklerle, yabancı tüccar sınıfıyla, uluslararası haberleşmenin, etkileşimin, ticaretin çok dinamik cereyan ettiği bir şehirdi. Dolayısıyla Osmanlıların İstanbul’u ülke içinde ülke gibi ele almalarının ve Bâbıâli’ye ilave sorumluluklar yüklemelerinin birçok anlamlı gerekçesi vardı.

İstanbul’da şehre mahsus işler ve bu işleri yürüten birimler belli idi. Bâbıâli’nin sorumluluğu ise bu görevlilerin yetki sınırlarını ve değişen şartlara göre uygulayacakları yeni kuralları belirlemek, uygulamalarını teftiş ve denetlemek, uygulamalardan kaynaklanan problemleri bertaraf etmekti. Tabii ki bütün bu konuların gerektirdiği ferman ve emirleri hazırlayıp yayınlamak da en önemli görevlerindendi. Bâbıâli’nin İstanbul’la ilgili sorumluluk alanlarını genel anlamda 3 ana başlıkta ele alabiliriz: a) Güvenlik b) İaşe ve esnaf c) Adalet.

Güvenlik

Şehrin iç ve dış güvenliği olmak üzere iki şekilde ele alınarak, yapılanma buna göre oluşturulmuştu. Şehrin iç güvenliği kadılar ve askerî unsurlarla sağlanmaktaydı. Klasik anlamda şehirlerin alelade iç güvenliği kadılarla alakalı bir husustu. Kadılar kendilerine bağlı çalışan subaşı ve aseslerle sıradan güvenlik işlerini yürütmekteydi. Ancak İstanbul’un payitaht oluşu ve barındırdığı nüfus miktarının sıradan bir şehrin çok üzerinde olması, farklı güvenlik birimlerinin yoğun şekilde kullanılmasını gerektiriyordu. Kaldı ki normal bir şehirde de önemli güvenlik görevleri kadı dışında orada bulunan askerî nitelikli kişiler ve birlikleri marifetiyle yerine getiriliyordu. Dolayısıyla İstanbul’da da askerî birimlerin güvenlikle alakalı önemli sorumlulukları vardı. Kapıkulu bölüklerinin güvenlikle alakalı görevleri yürütmesinden yeniçeri ağasının riyasetinde Ağa Kapısı sorumluydu. Ancak genel anlamdaki direktifleri ve fermanları Bâbıâli kaleme alır ve Ağa Kapısı’nı bunları uygulamakla sorumlu tutardı. Bâbıâli ile yeniçeri ağası arasındaki bağlantıyı kurmakla görevli olan ve Bâbıâli’de ikamet eden müstakil bir görevli vardı. “Muhzır ağa” ismi verilen bu görevli emri altındaki bölükle sadrazamı koruma vazifesiyle birlikte divan zamanlarında yeniçeri ağası ve ocağının işlerini de takip ediyordu. Yeniçeri ağasına gidecek emirleri muhzır ağa götürür, ocak hakkında Bâbıâli’de alınan kararları da Ağa Kapısı’na ulaştırırdı. Dolayısıyla Bâbıâli’nin İstanbul’un güvenliği ve huzurunun sağlanması hakkında yeniçeri ağasına hitaben göndermiş olduğu ferman ve buyuruldular onun marifetiyle ulaştırılırdı. Bostancıbaşının da bostancılar odabaşısı ismiyle Bâbıâli’de sürekli bir temsilcisi vardı. İstanbul’un güvenliğinde kullanılan sipahi, cebeci, silahtar gibi bölüklerin, sipahi kethüdası, cebeciler kapı çavuşu, silahtar kethüdası isimleriyle birer vekilleri Bâbıâli’de bulunmaktaydı. Bütün bu görevliler Bâbıâli’de sadaret kethüdasına bağlı olarak faaliyet yürütüyorlardı. Güvenlikle ilgili bir kararın yürürlüğe konulması gerektiğinde Bâbıâli’deki bu vekiller aracılığıyla ilgili ocaklar veya bölükler harekete geçirilmiş oluyordu. Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra bu anlamdaki yetki ve sorumluluklar yeniçeri ağalarından serasker paşa olanlara geçti. İstanbul’da güvenliği sağlamak adına ve farklı amaçlarla yapılan esnaf ve nüfus sayımlarında kaçakların kontrolü, geri gönderilmeleri, suçluların yakalanması, hapse atılmaları vs. hususlarda oluşturulan yeni düzenlemelerin bir muhatabı da XIX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren serasker paşalar oldu.

1- Yeniçeri (Castellan)

2- İstanbul’un güvenliğinden sorumlu bostancı (Brindesi)

3- Ayasofya ve İstanbul. Galata ve Haliç’in iki yakası. Surların bitiminde Alay Köşkü ve onun devamında Bâbıâli. Ayasofya Camii’nin minaresinin hizasına gelen yapı topluluğu (Fossati)

Şehirdeki kaçak göçmenlerin ve kaçak işçilerin oluşturduğu güvenlik problemlerini halletmek üzere Bâbıâli’nin kullandığı birimlerden birisi de bostancıbaşılıktı. Esnafla ilgili olanları ise İstanbul kadısı ve İhtisab ağası kanalıyla hallediyordu. Göçle alakalı olarak şehrin içinde yaşanan problemler aslında çoğu zaman işin sonuç kısmını oluşturduğundan, problemi daha şehre sirayet etmeden çözmenin yollarını da Bâbıâli bulmaya çalışıyordu. Şehrin Avrupa ve Anadolu yakalarından kaçak girişleri önlemenin ve kontrol etmenin sorumluluğu birçok görevliyi ilgilendiriyordu. Bostancıbaşıya bağlı güvenlik görevlileri Anadolu yakasında Bostancı Köprüsü olarak anılan mevkide karakol oluşturarak mürur tezkeresi kontrolü yapıyorlardı. Avrupa yakasında ise aynı görevi yerine getiren karakol birimi Küçükçekmece’de kurulmuştu. Ellerinde mürur tezkeresiyle gelenlerden şehre giriş akçeleri bu görevliler marifetiyle toplanıyordu. Tezkereleri olmayanlar ise buralardan geri çevriliyordu. Ancak şehre kaçak girmek isteyenlerin takip ettikleri yol, her zaman kontrolün düzenli yapıldığı güzergâh olmuyordu. Anadolu yakasında Kadıköy, Üsküdar bostanlarına ucuz iş gücü olarak sığınan kaçaklar bir yolunu bulup daha sonra şehre giriyorlardı. Bunun dışında Boğaz’a ulaşan bütün noktalar güvenlik açığı anlamına gelebiliyordu. Özellikle merkeze uzaklığı itibarıyla Şile üzerinden karşıya geçerek yine zayıf kontrol bölgelerinden şehre girenlerin sayısı az değildi. Avrupa yakasında ise Çekmece’den Karadeniz kıyılarına kadar uzanan çizgide açık noktalar bulmak mümkündü. Bu açıdan geniş bölgelerin kontrolü, bazı dönemlerde her iki yakaya da ayrı, sorumlu tutulan muhafız paşalar marifetiyle yürütülüyordu.

Göç üzerinde Bâbıâli’nin hassasiyetle durmasının sebebi, şehrin nüfus yapısı ve üretim-tüketim dengelerinin bozulmasını istememesinden kaynaklanıyordu. Özellikle azınlık nüfusunda oynamalar tedirginlik yaratıyordu. Bâbıâli kaçak aile ve işçilerden oluşan göçmenler hakkında zaman zaman çeşitli tedbirlere başvurdu. Bunlar uzun dönem daha çok İstanbul’a girişin önlenmesine dair güvenlik tedbirlerinden ibaretti. Ancak XIX. yüzyıl ortalarına doğru biraz da göçün önlenmesine dair alınan tedbirlerin bir işe yaramamasından olsa gerek yeni uygulamalar gündeme getirildi. Göçün esnaf ve üretim birimlerine doğrudan etkisinden dolayı İstanbul’daki kaçak işçilerin kontrolü hakkında İhtisab nezaretine görevler yüklendi. Yeniçeri Ocağı’nın ilgasından sonra devlet İstanbul’a izinsiz giriş yapmış grupları, önceki dönemlere göre daha başarılı şekilde geriye gönderebildi. Bu tarihlerden itibaren İstanbul’a giriş yapmış kaçak gençlerin ve işçilerin suriçine çevre teşkil eden Eyüp, Galata, Üsküdar kazaları ve çevrelerinde yapılmış ya da yaptırılacak hanlarda ikamet ettirilerek birer meslek öğrenene kadar gözetim altında bulundurulmaları uygulamasına geçildi. Bu sınıfa girenler kontrollü biçimde şehre kazandırılmaya çalışıldı.

4- İstinye Limanı’ndan Karadeniz’e kadar İstanbul Boğazı haritası (İÜ, Nadir Eserler Ktp., Haritalar Bölümü)

Düzeni ve huzuru sağlama endişesiyle XIX. yüzyılın ilk yarısında Galata için yapılan düzenlemeler, Bâbıâli’nin İstanbul’un güvenliği konusundaki rollerini açıkça ortaya koyduğu için burada özel bir örneklendirme olarak ele alınacaktır. Galata’daki yabancı devlet tabiiyetine mensup nüfusun artması üzerine buradaki düzenin bozulmaması için Bâbıâli, bölgedeki tersane eminliği, Galata voyvodalığı, gümrük eminliği vesair kurumların yetkilerinden oluşan çoklu idare ve kontrol şeklini değiştirerek bütün sorumlulukları uhdesinde barındıran Galata Nazırlığı’nı kurdu. Liman Odası’nın kontrolünü buraya verdi. Nazırın Galata meseleleriyle ilgili her gelişmeyi Bâbıâli’ye bildirmesi şartı getirildi. Galata Nazırlığı’nın düzene uymayan kimseleri sadece tutuklama yetkisi vardı. Nazır, şüpheli ve zanlıları, cezaları belirlenmek üzere Bâbıâli’ye teslim etmekle görevliydi. Ayrıca 1831 senesinde yabancılar için geçici bulunma ve yerleşime dair izin düzenlemesinde Liman Odası memurunun ve İhtisab nazırının yabancı girişleri ile ilgili kayıtları ve elçiliklerin tutmakla yükümlü oldukları yabancılar listelerini Bâbıâli’ye bildirme zorunlulukları getirilmesi, İstanbul’un güvenlik işlerinin düzenlenmesinde buranın baskın rolünü göstermektedir.

5- Alemdar Mustafa Paşa olayında yanan Bâbıâli’nin Yusuf Ağa Konağı'na nakledilmesi hususunda hatt-ı hümayun (1808) (BOA, HH, nr. 735/34860)

Şehrin dış güvenliği ise herhangi bir yabancı devlet saldırısı veya büyük bir iç savaş tehdidi hesaba katılarak planlanmaktaydı. Bu anlamda İstanbul’un deniz tarafından güvenliği Çanakkale Boğazı’ndan itibaren başlamaktaydı. Karadeniz tarafında ise Boğaz’ın bitiş noktası olan Karadeniz Boğazı’na kadar uzanmaktaydı. Özellikle Karadeniz’e yakın bölgelerde oluşturulan hisar ve tabyalar İstanbul’a ani bir donanma saldırısını önceden önlemeye yönelik yerleştirilmişti. Diğer taraftan 1807 senesinde İngiliz donanmasına bağlı gemilerin Çanakkale Boğazı’nı geçtikten sonra hiçbir müşkilatla karşılaşmadan İstanbul önlerine kadar gelip şehri denizden kuşatma teşebbüsünde bulunmaları, Çanakkale Boğazı’nın İstanbul için ne anlama geldiğini en iyi açıklayan örnektir. İstanbul’un denize dayalı güvenliğinden kaptan paşalar sorumluydu. Boğazlarda güvenliğe dair alınacak tedbirler, yabancı gemilerin geçiş kontrollerinin sağlanması, savaş hâlinde bulunulan devletlerin tüccar gemilerinin kontrol edilmesi gibi konularda Bâbıâli, kaptan paşayı muhatap alıyordu. Galata’dan başlamak üzere Haliç ve Boğaziçi’nin her iki yakasının güvenliğiyle ilgili bir karar alındığında bu ilk olarak kaptan paşaya tebliğ ediliyordu. Kaptan paşanın nezareti altında olmak üzere donanmanın önemli komutanlarından patrona ve riyale beylere ayrıca Boğazların güvenliği ile alakalı görevler verilmişti. Kara tarafından ise göç bahsinde ifade edildiği gibi iki taraf muhafızlık sistemiyle korunmaktaydı.

İaşe ve Esnaf

Bâbıâli’nin bu konudaki temel rolü; İstanbul’un ihtiyaçlarının belirlenmesi ve bunların temin edileceği kaynakların hazırlanması, nakliyenin sağlanması, dağıtıcı olarak da esnaf düzeninin korunması üzerineydi. İstanbul’un iaşesi meselesi devletin en önemli işlerinden biri olduğu için klasik bir organizasyon zaten yüzyıllardır uygulanmaktaydı. İstanbul’un et ihtiyacının nerelerden ve kimlerden sağlanacağı, odun ihtiyacının hangi bölgelerden hangi araç ve güzergâh ile giderileceği oturmuş bir sistemin içerisinde gerçekleşiyordu. Peynir ve çeşitleri için bile hangi köylerin ne gibi muafiyetlerle ve ne miktar fiyatlarla İstanbul’un yıllık, mevsimlik ihtiyacını karşılayacağı kayıtlı tutulan bilgiler olarak kullanılıyordu. Bâbıâli rutin ihtiyaçlar için iaşe temini yapılan bölgelerin başta kadıları olmak üzere, sancakbeylerine, beylerbeyilerine ve işin yürütülmesine nezaret eden emin, mübaşir, mübayaacı gibi görevlilere sık sık ferman, buyuruldu ve kaime türünde emir yazıları çıkartıyordu. İaşe temini konusunda işlerin gidişatına dair bilgiler umumiyetle kadı ilamları ile merkeze bildiriliyordu. Bir problemle karşılaşıldığında -ki bu sık sık yaşanan bir durumdu- kadılar yaşanan zorlukları merkeze bildirerek yeni talimatları bekliyorlardı. Özellikle fiyatlar konusunda, piyasa fiyatları ile devletin belirlediği fiyatlar arasındaki makas açıldığında iaşe maddeleri yerli veya yabancı tüccar eline doğru kayıyordu. Nakliye problemleri yine nakil araçları yetersizliği ve fiyatları yüzünden yaşanabiliyordu. Kuraklık ve diğer doğal afetler neticesinde iaşe kaynaklarında kıtlık görülebiliyordu. Böyle durumlarda yeni kararlar alarak, yeni kaynakları ve çözüm yollarını devreye sokmak Bâbıâli’nin göreviydi. Yerli kaynakların yetmediği durumlarda uluslararası ticaret kaynaklarını ve araçlarını devreye sokmak, savaş hâlindeki bir ülkeyle geçici ticari ilişki kararları almak zaten devletin temel yönetim merkezi olarak yetkisi dâhilindeydi. Özellikle hayatiyet arz eden maddelerden zahirenin temini, devletleri bu konuda yeni arayışlara zorlayabiliyordu. İstanbul’un iaşesi ve bulunduğu coğrafi konum, yabancı devlet tüccarlarını cezbettiğinden bazen savaş hâlindeki devletlerin tüccarlarına ve gemilerine Karadeniz ve Akdeniz suları yasaklanmak suretiyle yaptırımlara gidilebiliyordu. Neticede bütün bu politikaların belirleyicisi Bâbıâli idi.

Bir de rutin dışında İstanbul’un olağanüstü durumları için tedbirler almak, çözümler üretmek yine Bâbıâli’nin görevi idi. Mesela yangınlar İstanbul’un sıradan ihtiyaçlarını oldukça artıran sık sık karşılaşılan felaketlerdendi. Yangın sonrası yeni iskân problemleri inşaat ve tamir sektörünü hareketlendiriyordu. Kereste ihtiyaçlarının belirlenmesi, İstanbul’a gelecek kerestenin nitelikleri, fiyatı, hangi iskelelerden geleceği, hangi esnaf grubuyla gerçekleştirileceği gibi hususlar Bâbıâli’nin kararıyla belirleniyordu. İstanbul’daki üretime hammadde sağlayan bölgelerdeki gelişmeler de bu bahis altında toplanabilir. Mesela deri işlenmesinde önemli bir madde olan meşe palamutu toplandığı yerlerden tüccar tarafından düşük fiyatla elde edilip kaçak ihracatı yapıldığında, bundan sadece derici esnafı zarar görmüyordu. Aynı zamanda cebehane ve tersane gibi devletin önemli kurumları da etkilenmiş oluyordu. Yani Bâbıâli’nin bu hassas durumlara müdahale edici, düzenleyici ve korumacı tavrının altında çok hayati sebepler bulunmaktaydı.

Esnafın geleneksel teşkilat ve davranışlarının bozulmasına yol açacak bütün gelişmelerin önüne geçilmesi çoğu zaman kendi teşkilatını ve kadılıkları aşan bir konu olmaktaydı. Özellikle yabancı tüccar eliyle getirilmiş metanın hangi şekilde piyasaya sürüleceği ve bunların hangi esnaf grupları vasıtasıyla tüketiciye ulaştırılacağı belli kurallar çerçevesinde gerçekleştirildiğinden bu sisteme zarar verecek türedi esnaf ve tüccarın önüne geçilmesi konusunda gereken tedbirlerin alınması önemliydi. Bu manada gümrüklerin gerekeni yapması için gümrük eminine hitaben çıkartılan emir ve buyuruldular piyasanın düzeni için son derece ehemmiyet arz ediyordu. Bu emir ve buyurulduların içeriğine baktığımızda esnaf düzeninin korunmasındaki ana gayenin sadece piyasa fiyatlarını düzenlemek olmadığını devlet hazinesine giren vergi gelirlerinin azalmasını önlemenin de önemle dikkate alındığını görmekteyiz. Sistemin dışındaki ticari unsurların fiyatları belirlemesi, yüksek fiyatlarla tüketicinin zarara uğratılması, sistem içindeki esnafın zarara uğraması anlamına geliyordu ve dolayısıyla vergi kayıpları hemen kendisini gösteriyordu. Bâbıâli bu tür acil müdahale gereken durumlarda ilgili görevlilere neler yapılması gerektiği konusunda acil olarak emir ve direktifler verdiği gibi sistemin içerisine kendi bünyesinden geçici görevliler atayarak problemlere çözüm bulma yoluna gidebiliyordu.

6- Topkapı Sarayı ve Divân-ı Hümayun (<em>Hünernâme</em>)

İstanbul’un zahire ihtiyacı ister tüccar tarafından, ister devlet tarafından temin edilsin, Bâbıâli’nin önem ve derece itibarıyla sadrazamdan sonra gelen yetkilisi olan sadaret kethüdasının kontrolü altında giderilmekteydi. Devlet zaman içerisinde İstanbul’un zahire işlerinin görülmesini barış zamanlarında sadaret kethüdalarının, savaş zamanlarında ise kethüda vekillerinin en önde gelen işleri arasına koymuştu. Zahire alımı için gönderilen memurlar bütün işlemlerini sadaret kethüdasına bildirirlerdi. Karşılaşılan problemlerin çözümü ondan beklenirdi. Tüccar İstanbul’a zahire getirdiğinde önce Bâbıâli’ye uğrayıp kethüda beye bilgi verirdi. Zahire İstanbul’a geldikten sonra bunun esnafa satışı, nizamı ve fırınlarda sıhhatli biçimde ekmek hâline getirilmesi gibi işlerin denetimini ve yürütmesini yapan memurların çalışma şekilleri sadaret kethüdasının bürosunda belirlenirdi. Ayrıca devletin zahire yatağı olan bölgelerden özellikle gemi ile yapılacak taşımalarda, kiralanacak gemilerin reisleri veya sahibi olan tüccar, Bâbıâli’ye çağırılarak kethüda beyin odasında kira ve bedel şartları belirlenir ve bu şartlar dâhilinde taşıma yapılırdı. Ayrıca sarayın tükettiği zahirenin ayrıntılı defteri Bâbıâli’ye gönderilirdi. Bâbıâli’de İstanbul kadısı, defterdar, reisülküttab, gümrük eminleri ve narhla ilgili bilgisi olan tüccardan birkaç kişi kethüda beyin odasında toplanarak eksik ve fazla miktarların kontrolünü yaparlardı. Bu kontrolden sonra defter Başmuhasebe kayıtlarına işlenirdi.

7- Topkapı Sarayı Bâbüssaâde (ikinci kapı) ve Bâbüsselâm (üçüncü kapı) (<em>Hünernâme<em>)

Bâbıâli, esnafla ilgili düzenlemeleri ve talimatları en önemli ilgilisi olarak İstanbul kadısına ve diğer bağlı çevre kadılıklara bildiriyordu. Mali muamelat ve sorumluluklarla ilgili bir düzenleme ise defterdar efendiyi de muhatap alıyordu. Düzenlemelerin sosyal hayatla ilgili kısımlarından dolayı yine kadılar bu görevi karşılamış oluyorlardı. Ancak gayrimüslimler için dinî liderlerine emir ve talimatlar kaleme alınıyordu. Mesela göç olgusunun iktisadi, sosyal, bazen siyasi sonuçları gözlemlenmişti. Göç ve kaçak işçi yığılması olduğunda esnafın düzeni bozuluyordu, yerleşim ve iskân problemleri dolayısıyla mahalle hayatını, şehir düzenini etkilemekteydi. Göç ve kaçak işçi hareketleriyle ilgili olarak Bâbıâli güvenlik açısından askerî bürokrasiyi, şehrin yapısı ve esnafla alakalı olarak İstanbul kadısını, azınlıklarla ilgisinden dolayı Ermeni, Rum ve Yahudi cemaatlerinin dinî liderlerini muhatap alan emirler yayınlıyordu. Tabii ki suriçi için düşünülen birçok tedbirin başlangıç noktası İstanbul’un dış bölgeleri olduğundan Eyüp, Galata ve Üsküdar kadılıkları bu talimatların muhatapları arasına alınıyordu.

Adalet

Bâbıâli, temel olarak devletin her bölgesinden gelen küçük büyük bütün davalar ve şikâyetler için yüksek mahkeme olma niteliği taşıyan bir merkezdi. Bu anlamda elbette İstanbul ve civarı için de büyük ve küçük bütün taleplerin merkezi olabilmekteydi. Esasen İstanbul çevresi için Eyüp, Galata ve Üsküdar mahkemeleri kendi bölgeleri için ilk müracaat yerleri hüviyetine sahipti. Ancak bu mahkemelere müracaat edip haksızlığa uğradığını düşünenler temyizi Bâbıâli’de yaptırma hakkına her zaman sahipti. Ayrıca haklarını en iyi şekilde Bâbıâli’de alabileceklerini düşünenlerin direkt buraya başvurdukları da görülüyordu. Hukuka dair müracaatların bu şekilde yüzyıllar ilerledikçe artmasının getirdiği iş hacmindeki yoğunlaşmaya Bâbıâli çeşitli tedbirler alarak karşılık vermeye çalışmıştı. Bunlardan birisi Bâbıâli’ye yapılmış bazı dava müracaatlarının kazasker mahkemelerine veya İstanbul mahkemesine havalesi olmuştur. Kazaskerler Bâbıâli’deki divan toplantılarının doğal üyeleriydi. Ancak Bâbıâli’de divan kurulmadığı günlerde kendi mahkemelerinde dava görmeye devam ediyorlardı. Suriçi merkezli İstanbul kadısının mahkemesine de bazı davaların yönlendirildiği İstanbul’a ait ahkâm içerikli sicil defterlerinden anlaşılmaktadır. Yine bu yoğunluğun önlenmesi için Bâbıâli, sadece İstanbul için değil ülkenin bütün bölgelerinden yapılan bazı nitelikli müracaatları bir ön incelemeye tâbi tutma uygulamasını da XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren başlatmış ve kademeli olarak yaygınlaştırmıştı. Dava sahiplerinin, haklarına dair ferman çıkartılması talepleri olduğunda, bazı görevliler bu tür arzuhâlleri şekil ve usule uygunlukları açısından inceledikten sonra Bâbıâli’den muamelatının yapılıp yapılmayacağına karar veriyorlardı.

8- XIX. yüzyılın sonlarında Bâbıâli (İBB, Atatürk Kitaplığı)

Bâbıâli’nin bütün ülke davalarının görülmesi, yeniden görülmesi vs. hususlarda Divan-ı hümayundan devraldığı bir fonksiyonu zaten vardı. Fakat İstanbul ve çevre mahkemeler için çok daha farklı ve sıkı bir kontrol mekanizması mevcuttu. Bu kontrol, mahkeme kararlarının denetlenmesi gibi gözükse de aslında mahkemelerin denetlenmesinden ibaret bir uygulama idi. Buna göre özellikle İstanbul kadılığı mahkemesi ve ona bağlı suriçi kenar mahkemelerinde hukuka dair görülen davalar için Bâbıâli’den izin anlamına gelen fermanların yazılması gerekiyordu.

Bu tür işlemlerde daha çok Bâbıâli sorumlusu olarak çavuşbaşı devreye giriyordu. Çavuşbaşı Divan-ı hümayun sonrası Bâbıâli’nin üç önemli memurundan birisi hâline gelmişti. Sadrazam huzurunda görülecek davaların özetlerini tezkireciler vasıtasıyla hazırlatıp sadrazama takdim ederek mahkemenin hızlı cereyanını sağlıyordu. Çavuşbaşı her türlü dava, soruşturma, suçlar ve ticari ihtilaflar hakkında kendisine verilen arzuhâlleri uygun olan mahkemelere havale etme yetkisine sahipti. Arzuhâllerin üzerine çavuşbaşının çektiği sahh işareti arzuhâle ferman niteliği kazandırdığından, hangi mahkemeye havale edilirse edilsin dava görülmek zorunda olunurdu ve dava sonunda ilam verilmesi gerekirdi. İlamla birlikte arzuhâl Bâbıâli’ye döndüğünde yine çavuşbaşıya teslim edilir ve üzerine tezkireci efendi tarafından “mucebince amel” yazılırdı. Bütün bu işlemler tamamlandıktan sonra sadrazamın kararı beklenir, ondan sonra infaza geçilebilirdi. İcra ve infazın yürürlüğe konulmasından da çavuşbaşı sorumluydu. Bu konuda çoğunlukla emri altındaki divan çavuşları zümresini kullanırdı.

9- I. Abdülhamid’e hitaben Rus savaşının kötü gidişinden bahisle idarecilerin
    görevlerini yapmadıklarına dair şehrin belirli yerlerine bırakılan şikâyet varakası
    (BOA, HH, nr. 1384/54819)

Dava sonunda kadılardan gördükleri dava ile ilgili ilamı Bâbıâli’ye göndermeleri ısrarla isteniyordu. Havalesi Bâbıâli’den yapıldığı için davanın takibi açısından geri dönüşün sağlanması adına ilam göndermek önemliydi. Diğer taraftan bu uygulamanın gevşek tutulduğu dönemlerde yaşanan olumsuzluklar Bâbıâli’nin böyle bir uygulamaya gitmesindeki diğer sebepleri de açıklamaktadır. Bazı davalardan sonra haklarında hüküm verilenler, özellikle kalebentlik, kürek gibi uzun süreli ve sürgün niteliğinde cezalara çarptırılan mahkûmlar, mahkeme tarafından haksızlığa uğratıldıklarına dair şikâyette bulunuyorlardı. Araştırıldığında, bazı şahısların hususi düşmanlıkları neticesinde mahkemeyi etkileyerek kasıtlı yanlış kararlar aldırdıkları görülebiliyordu. Bâbıâli’nin bu uygulamasıyla davanın gerçekliği ve bir kasta matuf olup olmadığı anlaşıldığından kadılar zaman zaman hassas davranmaları konusunda uyarılıyordu. Böylece İstanbul mahkemeleri bir bakıma usul açısından denetim altında tutulmuş oluyordu.

10- İstanbul kadısı (Mehmed Arif)

Bâbıâli’nin adalet konusunda ilgili olduğu bir diğer husus, mahkemenin işlemesi ve infazlardır. Bazı özel nitelikli davalarda tarafların mahkemeye getirilmeleri çavuşbaşının emri altındaki divan çavuşlarınca sağlanmaktaydı. Bunların temel görevleri Bâbıâli’deki davalarda divanın güvenliğini sağlamak ve burada verilen hükümlerin infazını gerçekleştirmekti. Ancak devlet tarafından bu fonksiyonları sadece Bâbıâli ile sınırlı tutulmuyor, İstanbul ve havalisi için de kendilerinden faydalanılıyordu. Bazı özel durumlarda dava mübaşiri olarak görevlendirildikleri oluyordu. Muhtemelen mahkemelerin kendi kolluk ve güvenlik elemanlarının yetersiz kaldığı durumlarda veya önem itibarıyla üst seviyede olan davalarda da kullanılıyorlardı. Zaten bu tür mahkemelerde görülen davalardan alınan harçlarda, yaptıkları işlerden dolayı onların da muayyen payı bulunuyordu.

Mahkemelerin güvenliği ve karşılaştıkları problemlerden, haklarında Bâbıâli’nin düşünceleri ve direktiflerini iletmeye kadar konuların görüşüldüğü İstanbul kadılıklarına mahsus haftalık divanları da bu başlık altında ele almak gerekir. Bâbıâli’de sadrazam başkanlığında sadece İstanbul kadısı, “Bilad-ı Selase” adı verilen Eyüp, Galata, Üsküdar kadılarının katıldığı Çarşamba Divanı vardı. Her hafta bir gün, Bâbıâli Divanı bunlara mahsus icra ediliyordu. Divanda İstanbul ve bu üç kazaya ait işler, problemler, teklifler görüşüldüğü gibi, buralara ait olup da divana intikal etmiş davalara da bakılmaktaydı. Dolayısıyla Bâbıâli bütün ülkenin en üst mahkemesi olmakla birlikte daha özel biçimde İstanbul ve çevre kazalarının da üst mahkemesi konumundaydı. Kadıların kaza yönetiminde beledî işlerin önemli bölümünü uhdelerinde bulundurduklarını da göz önüne aldığımızda aslında Çarşamba divanlarıyla İstanbul ve çevresinin altyapı, esnaf, sosyal düzen, şehircilikle ilgili önemli meselelerinin Bâbıâli’ye taşınmakta olduğunu anlıyoruz.

İstanbul’un ticaret, şehir, nüfus vesair açılardan sahip olduğu hacim, Tanzimat’tan sonra da merkezî hükûmetlerin şehrin bazı işlerini üzerlerine almasında etkili oldu. Şehrin imarıyla ilgili meseleler, altyapı değişimi ve gelişimi ile ilgili yatırımlar, iskânla bağlantılı olarak alınan kararlar İstanbul için ayrı düzenlemeler ve şehir planları yapmayı gerektirdi. İstanbul’u muazzam bir mal tedarikçisi ve tüketicisi şehir olmaktan çıkartıp kendi ihtiyaçlarının bir bölümünü içinde barındırdığı yeni sanayi kurumlarıyla karşılayan bir şehire dönüştürmek için yapılan sanayi yatırımlarının büyük bölümünü Nafıa Nezareti üstlendi. Şehir yönetimi için oluşturulan Şehremaneti’nin birçok meselede nezaretlerle işbirliği hâlinde uygulamalar yaptığını, bazı durumlarda ise işin yürütülmesini devlet kurumlarına bıraktığını biliyoruz. XIX. yüzyılın başlarında diğer vilayetler için ayrı, İstanbul için ayrı vilayet ve belediye kanunları yapmanın lüzumsuz olduğu ve bu tarihten itibaren bütün ülkenin tek kanunla teşkilatlandırılıp yönetilmesi gereğine işaret edildi. Bu kararla sadece İstanbul için düşünülmüş ayrıcalıkların, bütün vilayetlere teşmil kılınması ve standartlarının buraya göre yükseltilmesi hedeflenmiş oldu.


KAYNAKLAR

Ahıshalı, Recep, Osmanlı Devlet Teşkilatında Reisülküttâblık (XVIII. Yüzyıl), İstanbul 2001.

Aydın, Bilgin, “İstanbul Kadılığı Tarihçesi ve İstanbul Kadı Sicillerine Dair Tetkikler”, İstanbul Araştırmaları, 1998, sy. 6, s. 71-87.

BOA, Buyuruldu Defterleri, I, II, III.

Doğan, Muzaffer, Sadâret Kethüdalığı (1730-1836), doktora tezi, MÜSBE, 1995.

Genç, Mehmet, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, İstanbul 2000.

Güçer, Lütfi, “XVIII. Yüzyıl Ortalarında İstanbul’un İaşesi İçin Lüzumlu Hububatın Temini Meselesi”, İFM, 1949-50, c. 11, sy. 1-4, s. 397-416.

Güran, Tevfik, “İstanbul’un İâşesinde Devletin Rolü (1793-1839)”, İFM, 1988, c. 44, sy. 1-4, s. 245-275.

İpşirli, Mehmet, “Osmanlı Devlet Teşkilâtına Dair Bir Eser: Kavânîn-i Osmânî ve Râbıta-i Âsitâne”, TED, 1994, sy. 14, s. 8-35.

Uluskan, Murat, “Divân-ı Hümâyûn Çavuşları”, doktora tezi, MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2004.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, Ankara 1988.


Bu makale Antik Çağ’dan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi adlı eser içerisinde 2015 yılında yayımlanmıştır.

Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.

ALT BAŞLIKLAR