TANZİMAT’TAN CUMHURİYET’E İSTANBUL’DA GÜVENLİK (1839-1918)

Tanzimat Dönemi’ne kadar İstanbul’un asayiş ve güvenliğinden sorumlu olan kurum ve görevlilerin başında Yeniçeri Ocağı ve Yeniçeri Ağası gelmekteydi. Bu nedenle Tanzimat öncesinde bu konuda yaşanan en önemli değişikliklerden birisi de hiç şüphesiz II. Mahmud tarafından Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması (17 Haziran 1826) ve yerine “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye” yeni bir askeri teşkilatın kurulması olmuştu. Bu yeni ordunun idaresi de serasker ismi verilen bir kumandana verilmiştir. Serasker, İstanbul’un en büyük emniyet amiri sıfat ve yetkisine sahiptir. Bu yeni düzenlemeye göre Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye başkentin İstanbul tarafının, Asâkir-i Hassa ise Üsküdar bölgesinin asayiş ve güvenliğinden sorumluydu. Kasımpaşa ve Eyüp tarafında ise daha önceden olduğu gibi denizciler görevlendirilip Asâkir-i Muntazama-i Bahriye’ye yetki verilmişti. Galata, Beyoğlu ve civarının asayişi de eskiden olduğu gibi Topçu Ocağı’na bırakılmıştı.1 Diğer taraftan ilk karakol binaları da yine II. Mahmud zamanında yapılmaya başlanmıştı. Önceleri kışlalardan uzak ve nüfusun yoğun olduğu bölgelerde ahşaptan yapılan bu karakollar, 1831 yılından itibaren kârgir olarak inşa edilmiştir. Bu karakollardan ilk yapılanları Bahçekapı, Hatapkapı ve Şehzadebaşı karakolları idi. Ayrıca Eyüp’teki Bostan İskelesi Karakolu, Aksaray Karakolu, Tevfikiye/Arnavutköy Karakolu, Eyüp Otakçılar Karakolu (1835), Fatih Karakolu (1838), Üsküdar’daki Şemsi Paşa/Adliye ve Paşalimanı karakolları da İstanbul’daki ilk kârgir karakol binaları arasındaydı. Bu süreçte bir taraftan Yedikule Hisarı Zindankapı’daki Baba Cafer Zindanı gibi uygun binalar karakol hâline getirilirken diğer taraftan da ihtiyaç duyuldukça yenileri yapılmaktaydı. Karakolların büyüklüğü ve buralarda görevlendirilecek polis miktarı ise semtin nüfusuna, bina sayısına ve ikamet eden yabancı sayısına göre değişmekteydi. II. Mahmud’un başlattığı karakol inşaatları Tanzimat Dönemi’nde de sürmüştür.2

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra ortaya çıkan asayiş ve güvenlik sorunlarını çözmek için yapılan düzenlemelerden biri de Ağustos-Eylül 1826’da çıkarılan bir nizamnameyle İhtisab Nezareti’nin kurulması olmuştur. İhtisab ağasının esnafı denetleme yanında, şehirde asayişi sağlama ve halka iaşe temin etme görevi de bulunuyordu. Nizamnameye göre muhtesip, çarşı pazarı kontrol ettiği esnada suçlu gördüğü bir esnafı diğerlerine ibret olması için falakaya yatırarak cezalandırabilir; ayrıca kendine verilmiş olan hapis veya sürgün etme yetkisini kullanabilirdi. Mayıs 1851’de yapılan bir düzenlemeyle bu nezaret kaldırılarak, vazifeleri Zabtiye Müşirliği’ne devredildi. Yaklaşık üç ay sonra da zahire, odun, kömür vb. maddelerin fiyatını tespit etmek; belirlenen bedelin üstünde satanlar ile ölçü veya tartılarını eksik tutanlar hakkında yapılacak işlemleri görüşmek ve bu konuda gereken önlemleri almak üzere Zabtiye Müşirliği’ne bağlı bir Es‘âr Meclisi kuruldu (13 Ağustos 1851). Bir süre sonra Zabtiye Müşirliği’nde köklü bir değişim yaşandı. Buna göre zabıta ile ilgili işler çoğaldığı için maliye ve tahsilat işleri zaptiyelerden alınarak, tamamen Maliye Nezareti’ne devredildi. Ayrıca meclis, gördüğü işler daha ziyade ticaretle ilgili olduğu gerekçesiyle Ticaret Nezareti’ne nakledildi. Bu suretle zaptiyede sadece güvenlik, sorgu vs. inzibati işler kalmış oldu. Bundan yaklaşık beş ay sonra İhtisab Nezareti yeniden kuruldu (4 Nisan 1852) ve Es‘âr Meclisi buraya bağlandıysa da birkaç ay sonra dağıtıldı. 25 Temmuz 1855 tarihinde de İhtisab Nezareti kaldırılarak, görevleri yeni kurulan Şehremaneti’ne (Belediye) devredildi.3

Asayiş ve güvenliğin sağlanması yolunda İhtisab Nezareti’ne yüklenen önemli bir görev de başıboş ve serseri takımından kimselerin taşradan gelerek İstanbul’a yerleşmesine engel olunmasıydı. Bunu sağlamak için de özellikle iskelelerde bulunan kayıkçı ve hamallarla hamamlarda çalışan tellaklar; ayrıca esnaf yanında çalışan çıraklar kayıt altına alınıyor ve gözetim altında tutuluyordu. Bunun yanında yurt içi seyahatlerinde bulundurulması gereken mürur tezkiresi olmayanların İstanbul’a girişine engel olunması gerekiyordu. Mürur tezkiresi olup da çalışmak için İstanbul’a gelenler de, başıboş kalmamaları için, iş buluncaya kadar nezaretin kontrolündeki bazı hanlarda ikamet ettiriliyordu. Ayrıca hamamcılar, hamallar, kayıkçılar, mavnacılar, sıvacılar, sebzeciler, bahçıvanlar, arabacılar, ev hizmetçileri ve rençperlerin kayıtlarını tutmak; ayda iki kez yoklamalarını yapmak ve silah taşımalarını önlemek; bekâr odaları, kahvehane, han ve otellerle esir pazarlarını kontrol ederek, sakıncalı kişileri bulmak ve hür sayılan insanların satılmasına mani olmak da bu nezaretin görevi sayılmaktaydı.4

Tanzimat Dönemi’nde zaptiye teşkilatına daha fazla önem verilmeye başlandı. Asayiş ve güvenlikten sorumlu birimlerin tek bir çatı altında toplanması yolunda çalışmalar yürütüldü. Bunların düzenli ve verimli bir hâle getirilmesi amacıyla çeşitli talimatname ve nizamnameler hazırlandı. Bu dönemdeki ilk önemli düzenlemeler 21 Mart 1845 tarihli bir nizamnameyle 31 Mart 1845 tarihli Müzekkere-i Umumiye’dir. Bir nüshası İstanbul’daki bütün sefaretlere gönderilmiş olan bu müzekkerede “polis” adı verilen bir zaptiye uygulamasına geçildiği, bunların Tophane-i Âmire Müşiri Mehmed Ali Paşa’nın emrine verildiği, ayrıca bu teşkilatı idare etmek için de bir “meclis” oluşturulduğu belirtilmişti.5

1- İlk Polis Nizamnamesi, 20 Mart 1845, (BOA, A.DVN.NMH.d, nr. 11489/361-362)

On yedi maddeden oluşan bu ilk Polis Nizamnâmesi’nde polis adını taşıyan bu yeni zaptiye örgütüyle meclisin görevleri açıklanmıştı. Buna göre polisin başlıca vazifesi yabancıların geliş gidişlerini takip ve pasaport veya mürur tezkirelerini kontrol etmekti. Nitekim yeni polis teşkilatı da, yabancıların İstanbul’a genellikle vapurla gelmesi ve Galata ile Tophane’ye çıkması nedeniyle, bu bölgenin zabıta işlerine bakan Tophane Müşirliği’nin emrine verilmişti. Şüphesiz ki sefaretlerin ve yabancı tüccarların çoğunlukla burada bulunması; ayrıca meyhane ve genelevlerin yoğun olması nedeniyle en fazla vukuatın bu bölgede meydana gelmesi de bu kararda etkili olmuştu. Nizamnamede; ateşli silah kullanacak avcılara ruhsatname vermek, devlet binalarının ve halka açık mahallerin korunmasını sağlamak, çalışabilecek durumda olduğu hâlde dilenerek halkı rahatsız edenlere engel olmak; fakir, işsiz ve hastalar ile hapishaneden tahliye edilenlerin memleketlerine dönmelerine yardımcı olmak; han, lokanta, otel ve bekâr odaları gibi yerleri denetlemek; kötü niyetli kimselerin toplandıkları yerlerle kumarhaneleri teftiş etmek ve bu tür yerlerin çoğalmasına engel olmak; amelelerin iş bırakmasına ve karışıklık çıkarmasına karşı önlemler almak; toplum ahlakını bozacak nitelikteki yazı ve kitapları denetlemek ve gerekirse toplattırmak; tiyatro ve diğer eğlence mahallerinde seyirciler için gerekli emniyet tedbirlerini almak; tüccarların iş gördükleri ve “borsa” diye adlandırılan yerlerin düzenini sağlamak, simsarlık yapmak isteyenlere izin belgesi vermek ve ruhsatsız çalışmalarına engel olmak; gerekli görülürse veya herhangi bir iddiada bulunulursa ölen veya hastalanan bir şahsın eceliyle ölüp ölmediğini ya da ne sebeple hastalandığını tespit etmek amacıyla kimyager, doktor veya cerrah tayin etmek gibi hususlar da polisin görevleri arasında sayılmıştı.6

2- Topkapı’daki Takkeci Karakolhanesi (Yıldız Albümleri)

Adı geçen meclisin hem asayişi temin etmeye hem de bu konuda gerekli kararları almaya yetkili kılındığı anlaşılmaktadır. Ayrıca meclise, nizamnamede belirtilmeyen ancak uygulamalarda açıkça görülen, şüpheli şahıslar hakkında gerekli tahkikatı yürütme, belirli dereceye kadar olan suçları muhakeme etme ve gerekli görüldüğünde tanıkları huzuruna çağırma gibi yetkiler de verilmişti. Ancak meclisin yapacağı bu çalışmalarda ceza tayin yetkisi bulunmuyordu. Bu nedenle meclis tarafından hazırlanan muhakeme mazbataları önce Tophane-i Âmire müşirine, oradan da hüküm ve ceza tayini için Meclis-i Vâlâ’ya havale edilecekti. İlk olarak 1845 Mayıs’ında 46 polis memurunu bölgede istihdam ederek işe başlayan meclisin Tophane-i Âmire Müşirliği’ne bağlılığı ise fazla uzun sürmedi. Ağustos 1847’de Galata-Beyoğlu bölgesinin asayiş ve güvenlik işlerinin kaptan paşaya havale edilmesiyle meclis buraya bağlandı.

Diğer taraftan her ne kadar polis adı verilen bir kolluk teşkilatı kurulduğu belirtilmekteyse de meclisin karakollarda bulunan nizamiye askerlerini celp ve istihdam etmekle yetkili kılınmasına bakılırsa uygulamada eski usulün büyük ölçüde devam ettirildiği anlaşılmaktadır. Nitekim 1847 yılı başında İstanbul’da taşradakilerden farklı olmak üzere zaptiye alaylarının kurulması yönünde çalışmalara başlandı.7 1850 yılına gelindiğinde İngiltere elçisi Lord Stratford Canning ve İngiliz tüccarlar başta olmak üzere, diğer yabancı elçi ve tüccarların bölgede hırsızlık ve cinayet gibi suçların artmakta olduğuna dair rapor ve şikâyetleri üzerine Dersaadet, Beşiktaş ve Üsküdar’ın güvenlik yapılanmasının yeniden düzenlenmesine ihtiyaç duyuldu. Buralarda ilk planda yedi bölük zaptiye askerinin teşkiline ve Galata ve Beyoğlu bölgesinin güvenlik işlerinin Zabtiye Müşiriyeti’ne bağlanmasına karar verildi (24 Nisan 1850). Ardından bölgede uygulanacak olan yeni sistemle ilgili ayrıntılı bir rapor hazırlaması isteği üzerine müşiriyetin Sadaret’e sunduğu 8 Mayıs 1850 tarihli raporda bu bölgedeki polislerin ve kavvasların görevlerini layıkıyla yapamadıkları ve bunların yerine ilk aşamada beş bölük zaptiye askerinin konulması öneriliyordu. Polis ve kavvaslardan istekli olanların kefil göstermek şartıyla bu zaptiye bölüklerine alınabileceği de belirtiliyordu. Ayrıca zaptiye birliklerini kumanda etmek üzere Beyoğlu bölgesine bir memur, Galata bölgesine de bir müdür atanması gerekliliği üzerinde duruluyordu. Raporda bölgede kurulması önerilen zaptiye birliklerinin hangi merkezlerde bulundurulacağı ve bunların görevleriyle ilgili bilgilere de yer verilmişti. Buna göre Beyoğlu’na yerleştirilecek iki bölüğün merkezleri Tatavla ve Macar mevkileriydi. Galata’da kurulacak bölüğün merkezi Yağkapanı, Kasımpaşa’daki bölüğün merkezi ise yine o civardaki bir mevki olacaktı. Buraya bağlı olan Kâğıthane ve Alibeyköy’e de birer süvari takımı yerleştirilecekti. Raporda belirtilen bu hususlar kabul görmüş ve yürürlüğe konmuştur. Yine raporda teklif edildiği üzere bir süre sonra polis meclisindeki personel de Bâb-ı Zabtiye’ye nakledildi (3 Temmuz 1850). Ancak bu meclis kaldırılmışsa da, bazı belgelerden anlaşıldığına göre, 1845’ten beri faaliyet gösteren ve Zabtiye Müşiriyeti bünyesinde yer alan “polis” adı verilen güvenlik güçleri varlığını sürdürmüştür.8

Yukarıda bahsedilen ve Osmanlı zaptiye teşkilatında önemli dönüm noktalarından birini oluşturan Zabtiye Müşiriyeti ise 15 Şubat 1846 tarihli bir resmî tebliğle kuruldu. Bahçekapı civarında bulunan Ticaret Konağı’nda faaliyete başlayan müşiriyete ilk atanan kişi ise Niş eski Valisi Çerkez Hafız Paşa oldu.9 Zabtiye Müşiriyeti’nin teşkil edilmesinin gerekçesi ise zabıta işlerinin Seraskerlik tarafından yürütülmesinin, askerlerin asıl vazifesinin aksamasına sebep olmasıydı. Ancak 1846’dan itibaren asayiş işleri her ne kadar Zabtiye Müşiriyeti’nce yürütülmeye başlanmışsa da, müşiriyet sonraki süreçte birkaç kez Seraskerliğe bağlanıp ayrıldı. Yine de Tanzimat Dönemi’ne kadar çeşitli birimler tarafından idare edilen zabıta işlerinin tek bir elde toplanmış olduğu söylenebilir.

3- II. Mahmud devrinde yaptırılan Fatih Karakolu

Asayiş ve güvenliği sağlamak için yapılan önemli düzenlemelerden biri de “Memurîn-i Teftişiye” adıyla yeni bir zabıta müessesesi teşkil edilmesiydi. 13 Nisan 1865 tarihli ve “Umûr-ı Zabıta-i Teftişiye Memurlarının Sûret-i Teşkili” başlıklı bir belgede, dört sınıf teftiş memurluğu oluşturulduğu ve yaşlarının yirmi beş ile kırk beş arasında olması gerektiği belirtilmişti. Ayrıca bunların maaş, kıyafet ve görevleri üzerinde durulmuştu.10 26 Temmuz 1867 tarihli bir talimatnamede de dört sınıftan oluşan bu memurların zaptiyelerden ayrı bir birim olduğu, sadece polislikle uğraşacağı belirtilmiş ve görevleri yeniden belirlenmişti. Bu görevler hükûmetin bilmesi gereken konuları araştırmak, şahit oldukları her türlü zabıta olayına el koymak, eğer buna muvaffak olamazlarsa gerekli uyarıları yapmak veya ihbar etmekti. Ayrıca bunlar ülkeye gelen veya ülkeden çıkanlarla içerdeki yolcuların hâl ve hareketlerini araştırmak, pasaport ve mürur tezkirelerini kontrol etmek, pasaportsuz olanlar veya sahte pasaport kullananlar varsa hükûmete bildirmekle mükellefti. Eşya ve erzakların belirlenmiş olan fiyatlardan satılması, eksik ölçü ve tartı kullanılmaması, iyi pişmemiş ve bozuk ekmek yapılmaması, hasta ve zayıf hayvanların kesilmemesi, ham ve bozuk meyve satılmaması ve sokakların temiz tutulması gibi hususların takibi de bunların görevleri arasındaydı. Teftiş memurları, görevli oldukları bölgeyle ilgili aylık suç istatistikleri tutar ve bunları Zabtiye Müşiriyeti’ne ulaştırırlardı.11

4- Taksim Karakolhanesi (Yıldız Albümleri)

Bu talimatın tahlilinden, her nedense yaygınlaşmamış olan 1845 tarihli polis teşkilatının yerine konmak üzere zaptiye askerlerinden ayrı bir zabıta kuvveti kurulmasına çalışıldığı; teftiş memurlarının da istihbarat başta olmak üzere, adli, idari ve siyasi zabıta konusunda görevlendirildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca belediye zabıta işleri de bu memurların esas vazifelerinden sayılmaktadır. Zaten, yukarıda 1845 tarihinde kurulduğu açıklanan polis teşkilatına da benzer vazifeler yüklenmişti. Ancak, sadece polislik işiyle uğraşacak ayrı bir zabıta kuvveti kurulması amacıyla başlatılan bu teşebbüs de uzun ömürlü olmamış ve görevleri zaptiye askerlerine devredilmişti. Nitekim 10 Ekim 1871 tarihli bir belgede teftiş memurluklarının yeniden teşkil edilmelerinden bahsedilmesi de muhtemelen aynı yılda kaldırıldıklarını göstermektedir.12

5- Beyoğlu’ndaki Feridiye Karakolhanesi (Yıldız Albümleri)

22 Şubat 1870 tarihinde Dersaadet ve Mülhakatı İdare-i Zabıta ve Mülkiye ve Mehâkim-i Nizamiyesi’ne dair nizamnameyle başkentin kolluk kuvvetlerinde yeni bir düzenlemeye gidildi. Buna göre başkentte ve buna bağlı civar kazalarda mülki zabıta görevlerinin yürütülmesi Zabtiye Müşiriyeti’ne verildi. Bu amaçla dört meclis ve daire kuruldu. Bunlardan “Meclis-i İdare” mülki ve mali meselelere; “Meclis-i Fırka-i Zabtiye” zaptiye subay ve askerlerinin seçimi ve idaresine; “Teftiş Dairesi” maiyetindeki teftiş memurları vasıtasıyla müşirlikten gönderilecek evrakı inceleme, yangın söndürmede gerekli tedbirleri alma, hükûmetçe aranılan şahısları buldurma ve memleketlerine gönderilen veya sürülen kişilerin işlemlerini yürütmeye; “Hapishane Dairesi” ise hapishanelerin idaresine bakmakla görevliydi.13 Diğer taraftan bu nizamname ile İstanbul’da dört mutasarrıflık, sekiz kaymakamlık ve beş müdürlük oluşturuldu. Bunlar Dersaadet, Beyoğlu, Üsküdar, Çekmece mutasarrıflıkları ile Galata, Adalar, Kartal, Fatih, Eyüp, Yeniköy, Beykoz, Çatalca kaymakamlıkları ve Küçükçekmece, Suyolu kurâsı (köyleri), Terkos, Gebze ve Şile müdürlükleriydi. Genel hatlarıyla yaklaşık on yıl devam eden bu idari yapılanma, aynı zamanda zabıta bölgelerini de yansıtmaktaydı. Bir başka kaynakta belirtildiğine göre de, İstanbul Zabtiye Müşiriyeti döneminde, Merkez, Fatih, Eyüp, Adalar, Galata, Beyoğlu, Yeniköy, Üsküdar ve Beykoz olmak üzere dokuz zabıta dairesinden oluşmaktaydı. Bu daireler merkezlere, merkezler de kendi içinde mevkilere (karakol) ayrılmıştı. Bu dairelerin merkezleri ve mevki sayıları şu şekildeydi: Merkez Zabıta Dairesi’ndeki merkezler Topkapı ve Kadırga olup bunlar 11’er mevkiye ayrılmıştı. Fatih Zabıta Dairesi’ndeki merkezlerden Samatya 13, Salmatomruk 11, Hasanpaşa 11 ve eski Ali Paşa 9; Eyüp Zabıta Dairesi tek merkez olup 12; merkezi bulunmayan Adalar 3; Galata Zabıta Dairesi’nin tek merkezi olan, Tophane 15 mevkiden oluşmaktaydı. Beyoğlu Zabıta Dairesi’ndeki merkezlerden Beşiktaş 6, Ortaköy 2, Arnavutköy 6, Macar 5, Dolapdere 8, Kasımpaşa 8, Hasköy 8; Yeniköy’deki merkezlerden Yeniköy 7, Büyükdere 10; Üsküdar’daki merkezlerden Nuh 9, Çengelköy 9, Kanlıca 8 mevkiye ayrılmıştı. Beykoz’da ise merkez olmayıp İskelebaşı ve Kavak olmak üzere iki mevki mevcuttu. Ayrıca Merkez Zabıta Dairesi emrinde 1, Fatih’te 2, Eyüp’te 4, Beyoğlu’nda 1, Yeniköy’de 2, Üsküdar’da 6 ve Beykoz Zabıta Dairesi’nde ise 1 süvari kıtası bulunurdu.14

Osmanlı Devleti’nde zaptiye teşkilatında dönüm noktası sayılabilecek bir diğer önemli düzenleme ise 4 Aralık 1879 tarihinde Zabtiye Müşiriyeti’nin kaldırılarak yerine Zabtiye Nezareti’nin kurulması olmuştu. Başlangıçta İstanbul ve bağlı bölgelerin güvenliğinden sorumlu tutulan bu nezarete daha sonra memleketin tamamındaki polis teşkilatının idaresi verildi. Zaptiye askerlerinin idaresi ise Seraskerliğe aitti. Böylece Zabtiye Müşiriyeti tekrar kurulmamak üzere yerini Jandarma Dairesi ve Zabtiye Nezareti’ne bıraktı. Nezaretin kurulmasının ardından polis teşkilatını daha modern bir hâle getirme ve polis kadrolarını genişletme çalışmalarına başlandı.15 Neticede 1881’de İstanbul’da asayiş ve güvenliği sağlamakla görevli olan zaptiye askerleri kaldırılarak, yerlerine polis teşkilatı oluşturuldu ve zaptiyelerin görevi bunlara devredildi. İstanbul’da sadece beş taburdan oluşan “Dersaadet Jandarma Alayı” adıyla bir jandarma birliği bırakıldı. Zabtiye Müşiriyeti dönemindeki mutasarrıflık yerini “polis müdürlüğü”ne bıraktı. Böylece İstanbul polis teşkilatı; İstanbul, Beyoğlu ve Üsküdar Polis müdürlükleri ile Beşiktaş Polis Memurluğu olmak üzere dört daireye; bu daireler de birer başkomiserin idaresinde merkezlere ayrıldı. Bu tarihte İstanbul Polis Müdürlüğü’ne bağlı polis merkezlerinin sayısı beş olup bunlar İstanbul merkezi, Fatih, Fener, Eyüp ve Samatya idi. Üsküdar Polis Müdürlüğü’ne bağlı merkezler; Üsküdar merkezi, Kadıköy ve İskele; Beyoğlu Polis Müdürlüğü’ne bağlı olanlar ise Beyoğlu merkezi, Galata, Hasköy, Beşiktaş ve Taksim’den ibaretti. 16 Daha önce mutasarrıfların idaresinde bulunan zabıta meclisleri de üye sayısı azaltılarak, polis meclislerine dönüştürüldü.17

6- Galata’daki Voyvoda Karakolhanesi (Yıldız Albümleri)

1886 yılından sonra bir bakıma eski uygulamaya dönülerek İstanbul Polis Müdürlüğü dışındaki müdürlükler tekrar mutasarrıflığa dönüştürüldü. Böylece İstanbul’un polis idaresi, Beyoğlu ve Üsküdar mutasarrıflıkları ile İstanbul Polis Müdürlüğü olmak üzere üç daireye ayrılmış oldu. Bunlar da eskiden olduğu gibi yine polis merkez ve mevkilerine ayrıldı. Her merkez bir polis bölüğü sayılarak, bir başkomiserin idaresine verildi. Bunların emrinde de ikinci ve üçüncü sınıf komiserlerle polis çavuşları vardı.18 1902 yılında ise İstanbul’da otuz dokuz bölük ile İstanbul, Beyoğlu ve Üsküdar’da birer polis süvari bölüğü teşkil edildi.19 Ayrıca nezarete bağlı ve İstanbul’un asayişiyle ilgilenen bir de jandarma alayı mevcuttu.20 23 Mayıs 1899 tarihinde de yabancı dil bilenlerden seçilen ve serserileri, şüphelileri ve pasaportu olmayanları takip etmekle görevlendirilen bir sivil polis teşkilatı oluşturuldu. Bunlar, ayrıca zararlı neşriyatın geldiği yerleri ve vasıtaları araştırmak; ayrıca İstanbul’da mevcut bulunan yüz civarındaki matbaayı teftiş etmekle de mükelleftiler.21 Zaptiye Nezareti devrinin sonlarına doğru hemen bütün vilayetlerde bir polis müdürü veya baş komiserin idaresinde bir polis teşkilatı kurulmuş bulunuyordu.

7- Kumkapı Karakolhanesi (Yıldız Albümleri)

İstanbul’un güvenliğini sağlayan polis, jandarma ve zaptiyelerden başka XVIII. yüzyıldan XX. yüzyıl başına kadar varlığını sürdüren ve “böcekler” denilen dar kadrolu bir teşkilat vardı. Gizli zabıta vazifesi gören ve böcekbaşı denilen bir amirin idaresinde bulunan bu teşkilattaki “salma” adı verilen sivil memurlar, faili bulunamayan olayları incelemekle görevlendirilirdi. Eski suçlulardan seçilen bu kimseler; hırsızlık, cinayet, yankesicilik ve soygun gibi suçların incelikleriyle suçluların saklanabilecekleri mekânları iyi bildikleri için failleri kolayca ortaya çıkarırlardı. Bunlar suçluları genelde ilgili birimlere teslim etmekle birlikte, kendi yöntemleriyle cezalandırdıkları da olurdu.

Doğrudan doğruya zabıta hizmeti gören veya zabıtaya yardımcı olan güvenlik güçlerinden biri de bekçiler idi. Bunlar Tanzimat’tan çok daha önceki dönemlerde var olup maaşları mahalleli tarafından karşılanmaktaydı. Bekçiler, mahalle halkını çok iyi tanıdığı için dışarıdan gelen şüpheli yabancıları göz hapsinde tutar, şehir dışına giden mahallelinin evlerine göz kulak olur, ayrıca geceleri bir yangın çıkması durumunda insanları uyandırırdı. Mahalle muhtarları ve imamlar gibi, iktidar ile halk arasındaki ilişkiyi düzenleyen görevlilerden olan bekçiler, insanların mal ve can güvenliğini korumanın yanında, kamu düzeninin sağlanması yolunda iktidarın halkı gözetlemesinde polisin de yardımcısıydı. Nitekim bekçilere verilen bu istihbarat görevi 2 Aralık 1896 tarihli bir talimatnamenin ikinci maddesiyle yazılı bir hâle de getirilmişti.22 Ayrıca hırsızlığa karşı esnafı korumakla görevli, çarşı bekçileri de vardı.

II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra çarşı ve mahalle bekçilerinin bir düzene sokulması için çalışmalara başlandı. 1909 yılında İstanbul’daki mahalle bekçilerinin yerine “mahalle çavuşları” görevlendirildi. Tayin ve istihdamı zabıtaya, idaresi ise belediyeye ait olan bu çavuşların tek tip kıyafet giymesi, eskiden taşıdıkları sopaların yerine birer düdük, teftiş defteri ve tabanca (rovelver) bulundurmaları kararlaştırıldı. Bunlara da tıpkı polisler gibi şüphelileri takip etme, han ve otellerde kalacakların nereden geldiğini araştırma, suç işleyene müdahale ve yakalama gibi görevler yüklendi. Diğer taraftan düzensiz de olsa mahalle bekçileri de varlığını sürdürmekteydi. Nihayet 14 Mayıs 1914 tarihli geçici bir kanunla çarşı ve mahalle bekçilerinin maaşlarıyla ilgili düzenleme yapılması ve göreve başlamadan önce İstanbul polis müdürünün onayının alınması gerektiği karara bağlandı. Ancak İstanbul valiliğinden bildirildiğine göre, ödemelerin eskiden olduğu gibi halka kalması nedeniyle bekçiler, ihtiyar heyeti ve muhtarların nüfuzu altına girmiş ve tarafsız bir şekilde görev yapamaz olmuştu.23 Ayrıca halkın verdiği ücret azaldıkça bekçilerin gündüzleri başka işlerde çalışmaya başlaması onların gece boyu uyanık bir şekilde vazife yapmalarını zorlaştırıyordu. Bu ise bekçilerden istenen verimin alınamamasının bir diğer nedeniydi.

Güvenlikle ilgili düzenlemelerde siyasi gelişmelerin yol açtığı sosyal ve ekonomik sorunların etkisi kaçınılmazdır. Nitekim XIX. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’nde ortaya çıkan ayrılıkçı ulusal hareketler Rusya, İngiltere ve Fransa’nın da desteğiyle giderek iç güvenliği tehdit eder bir hâle geldi. Bu nedenle çeşitli amaçlarla Osmanlı topraklarına gelen ve seyahat eden yabancılarla misyonerlerin takibi meselesi önem kazandı. Daha sonraki dönemde özellikle Kırım’da ve Balkanlar’da kaybedilen topraklardan göç etmek zorunda kalan Müslümanların ortaya çıkardığı toplumsal hareketlilik de hangi grupların nerelere yerleştiğini veya bireylerin hangi amaçlarla bir yerden bir yere seyahat ettiklerini takip etmeyi ve bilgi edinmeyi zorunlu kıldı. Bu nedenle yurt dışına gidip gelenler için pasaport, içeride seyahat edecekler için de mürur tezkeresi bulundurma uygulaması yaygınlaştırıldı. Bu suretle vatandaşları kontrol altına alarak, otoritesini güçlendirmek isteyen devletin dayandığı görevliler ise mahalle muhtarları, gümrük ve liman memurları ile polis ve jandarma gibi güvenlik güçleriydi. Mahalle halkına kefil olan ve başlıca görevi mahallenin güvenliğini sağlamak olan muhtarlar; mahalleye gelen yabancıların durumunu inceler, ellerinde mürur tezkeresinin olup olmadığına bakardı. Eğer bu izin belgesi mevcut ise niçin geldiği ve kaç gün kalacağı gibi soruları sorduktan sonra uygun olanların kalması yönünde; gerekli belgeleri olmayan veya durumları şüpheli görülenlerin de geldikleri yere geri gönderilmeleri yönünde ilgililere bilgi verirdi. Gerektiğinde polislerin de yardımcı olduğu gümrük ve liman memurları da suçluların, sakıncalı yayınların, silah ve patlayıcı maddelerin içeri sokulmasına engel olarak asayiş ve güvenliği sağlamaya çalışırdı.

Mürur tezkeresi uygulaması ile işsiz güçsüz yani potansiyel suçlu olan kimselerin taşradan İstanbul’a göçü engellenmek istenmiştir. Bu uygulama Müslüman veya gayrimüslim ayırt etmeden herkes için geçerliydi. Ticaret için gelmek isteyenlere ise engel olunmamıştı. Böylece vatandaşın takip edilmesi ve kayıt altına alınmasının yanında hem İstanbul’da asayişin korunması hem de bu insanların sefil ve perişan olmasının önüne geçilmesi amaçlanmıştı. Ancak vatandaşlar da bu denetimden kaçmak için ticaret yapma ve hava değişimine ihtiyaç duyma gibi gerekçelerle yetkilileri ikna etmeye çalışmakta veya sahte tezkere düzenleme gibi yollara başvurmaktaydı. İktidar ise yeni tedbirler almaktaydı. Bu uygulama Meşrutiyet’ten sonra yerini seyahat belgesine bırakmış, ayrıca medrese talebeleri, esnaflar, ameleler ve hademelere birer kimlik belgesi verilerek, zaman zaman bazı olaylara sebep olan bu sınıfların da denetimleri sağlanmıştı.

II. Abdülhamid zamanında Osmanlı toprakları üzerinde Avrupalı devletlerin artan rekabeti neticesinde güvenlik daha da önem kazanmıştı. Osmanlı Hükûmeti ise ister Müslüman isterse gayrimüslim olsun bütün tebaanın can, mal ve ırzının korunarak, herkesin huzur ve refahının amaçlandığı şeklindeki duyurularla iç karışıklıkları engellemeye çalışmakta, ayrıca herkesin işiyle gücüyle meşgul olup kanuna aykırı durumlardan ve yasak işlerden uzak durmasını istemekteydi.24 Bir taraftan da asayişi bozan durumlar karşısında yeni tedbirler almaktaydı. Özellikle de 1890’ların başından itibaren Hınçak ve Taşnak gibi Ermeni komiteleri asayiş ve güvenliği bozucu birçok olaya sebep olmuştu. Bu vesileyle Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’ne müdahalede bulunmasını ve kendilerine de bağımsızlığa giden yolun açılmasını amaçlıyorlardı. Taşradaki birçok eylemin yeterince ses getirmediğini düşünen komiteciler, sonradan eylemlerini İstanbul’a da taşıdı. Bu eylemlerin belli başlıları Kumkapı Ermeni Patrikhanesi ve Kilisesi’nin basılması (28 Temmuz 1890), 4.000-5.000 kişilik bir grupla Bâbıâli’ye yürünmesi (30 Eylül 1895), yabancı uyruklu çalışanların çok olduğu Osmanlı Bankası’nın işgali idi (26 Ağustos 1896). Güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanmaması ve yerinde tutumu sayesinde Avrupa kamuoyunda bekledikleri ilgiyi oluşturamayan komiteciler, bu kez Sultan II. Abdülhamid’e zaman ayarlı bir bomba ile suikast girişiminde bulundular (21 Temmuz 1905). Cuma namazını her zaman olduğu gibi Yıldız Camii’nde kılan sultan, Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ile yaptığı ayaküstü bir görüşme nedeniyle arabasına binmekte biraz gecikince suikasttan kurtulmuş, ancak kalabalıktan birçok ölen ve yaralanan olmuştu. Yapılan araştırmada suikast planının Sofya’da hazırlandığı anlaşıldı. İşte bu gibi gelişmeler II. Abdülhamid’i Bulgar ve Ermeni komiteleri başta olmak üzere, özgürlükleri ve meşruti yönetimi savunan Jöntürkler’in faaliyetlerini ve diğer birçok konuyu takip etmeye zorlamış ve bu nedenle modern anlamdaki polislerin haricinde geniş bir sivil istihbarat teşkilatı da kurmuştur. Bu istihbarat örgütünün varlığı kişi hak ve özgürlükleri açısından özellikle sonraki yönetimin başlıca eleştiri konusu olmuştur.

8- Kocamustafapaşa Karakolhanesi (Yıldız Albümleri)

II. Meşrutiyet’in ilanının (23 Temmuz 1908) ardından İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yönetime tam olarak hâkim olamaması, bu değişimin ortaya çıkardığı özgürlük ortamı ve birçok eski yönetici ve polisin hafiye oldukları gerekçesiyle tasfiye edilmesi asayişin bozulmasına yol açtı. Gösteri, miting ve işçi grevleri ile başlangıçta siyasi suçlular için çıkarılan ama sonradan tüm suçluları kapsayan siyasi af ve sansürün kaldırılması neticesinde birdenbire yüzlerce gazete ve derginin yayımlanmaya ve pek çok cemiyetin kurulup faaliyet göstermeye başlaması gibi etkenler de asayişsizliği artırdı. Şüphesiz bu durum, mal ve can güvenliğini tehdit etmeye ve halkın huzurunu kaçırmaya başladı. Nitekim suç istatistikleri de bazı suçlarda artış yaşandığını göstermektedir. Ayrıca basında da polislerin görevini yapmadığı ve bazı suçların arttığına dair haberler çoğaldı. Bu kargaşa ortamında başlangıçta çıkardığı genelgeler ile olayları yatıştırmaya çalışan İttihatçılar, bunda başarılı olamayınca kendi konumlarını güçlendirmek için polisin kontrolünü ele geçirme çabası içine girdiler. Bu amaçla Meşrutiyet’in ilanından sonra II. Abdülhamid’in Zabtiye Nazırlığı görevine getirdiği Beyoğlu Mutasarrıfı Hamdi Bey’e tepki gösterilmesini örgütlediler. Tepkiler üzerine Hamdi Bey üç gün sonra azledildi. Onun yerine atanan Edirne Valisi Ziver Bey de beş altı gün sonra istifa etmek zorunda kaldı ve yerine önce Ferik Sami Paşa, ardından da Ferik Ali Paşa (15 Nisan 1909) bu göreve atandı. Bütün bunlardan da anlaşılacağı gibi Zabtiye Nezareti yönetiminde de bir istikrarsızlık yaşanmaktaydı.

Gerek bu istikrarsızlık gerekse İttihatçıların yaptığı bazı uygulamalar bir süre sonra karşı tepkinin ortaya çıkmasına neden oldu. Nitekim 14 Eylül 1908’de kurulan Osmanlı Ahrar Fırkası ve İttihad-ı Muhammedî Fırkası gibi çeşitli muhaliflerin ortaya çıkması, bazı muhalif kişilerin faili meçhul cinayetlere kurban gitmesi İttihatçılara olan tepkiyi artırdı ve 31 Mart/13 Nisan 1909’da bir karşı devrim hareketi patlak verdi. Selânik’ten yola çıkan Hareket Ordusu İstanbul’a gelerek isyanı bastırdı. Ardından da II. Abdülhamid isyanda rolü olduğu gerekçesiyle tahttan indirildi. 31 Mart Vakası olarak bilinen bu olay İttihatçılara, Zabtiye Nezareti’ni kaldırma ve kendi denetimleri altında yeni bir polis örgütü oluşturma fırsatını verdi.

Bu doğrultudaki ilk düzenleme “Jandarma ve Polis Müfettiş-i Umumiliği” oluşturmak ve bu göreve Hareket Ordusu subaylarından Albay Galip Bey’i atamak oldu.25 Bu durum yeni yapılanmada aynı zamanda askerî bir etkinin görülmesine de neden olmuştur. Kısa bir süre sonra 4 Ağustos 1909 tarihinde çıkarılan İstanbul Vilayeti’nin ve Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nin Teşkilâtına Dair Kanun ile Zabtiye Nezareti kaldırılarak, yerine doğrudan Dâhiliye Nezareti’ne bağlı olmak üzere bir “Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti”nin kurulduğu ilan edildi. İstanbul’daki zabıta ve asayişle ilgili hususlar valiye bağlı olan İstanbul Polis Müdüriyeti’ne verildi. Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nin yeni bir Polis Nizamnâmesi hazırlanıncaya kadar mevcut nizamnameye göre faaliyet göstereceği belirtildi.26 Sadaret eski başyaveri Cemal Efendi’nin Beyazıt’ta Kâğıtçıların arka tarafında bulunan konağı kiralanarak müdüriyet binası yapıldı.27 Müdürlük görevine ise 12 Ağustos 1909 tarihinde Jandarma ve Polis Müfettiş-i Umumisi Galib Bey getirildi.28

9- Samatya Karakolhanesi (Yıldız Albümleri)

Diğer taraftan II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Beyoğlu ve Üsküdar mutasarrıflıkları polis müdürlüğüne dönüştürüldüyse de, asayişin temini noktasında bu değişiklikten beklenen fayda sağlanamayınca bunlar tekrar mutasarrıflık hâline getirildi.29 Ancak Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nin teşkili sırasında bu mutasarrıflıklar bir kez daha Beyoğlu ve Üsküdar Polis müdüriyetlerine dönüştürüldü ve müdürlüklerine de buralardaki kaldırılan polis meclislerinin reisleri atandı.30 Ayrıca bir de Deniz Merkez Memurluğu teşkil edildi. Bu müdüriyetler güvenlikle ilgili işlerin daha hızlı ve düzenli bir şekilde yürütülebilmesi için birer merkez memurunun idaresine verildi. Sayısı otuz bir olan bu merkezlerden her biri mevkilere, mevkiler de noktalara ayrıldı.31

İstanbul Vilayeti ve Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nin Teşkilâtına Dair Kanun’da hem Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’nin hem de valiye bağlı İstanbul Polis Müdüriyeti’nin asayişten sorumlu tutulmuş olmasının bu iki kurum arasında yetki karmaşası ve şikâyetlere sebep olması üzerine İstanbul’un genel güvenliğinin valilikten alınarak, doğrudan doğruya Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’ne verilmesine karar verilmiştir.32 Ancak bu tartışmalar bir süre daha devam etmiş ve Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti gibi yine doğrudan doğruya Dâhiliye Nezareti’ne bağlı bir genel müdürlük (İstanbul Polis Müdüriyet-i Umumiyesi) tesis edilmiştir.

10- Kıztaşı Karakolhanesi (Yıldız Albümleri)

Dâhiliye Nezareti’nin isteği üzerine hazırlanan kanun tasarısı ve Meclis-i Mebusan’da yapılan müzakereler neticesinde; İstanbul Vilayeti ve Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti Teşkilâtına Dair Kanun’un iki maddesi değiştirildi (4 Haziran 1911).33 Yeni düzenlemeyle Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti, Dâhiliye Nezareti’nin bir şubesi olacak ve İstanbul’un asayişiyle ilgilenmeyecekti. İstanbul’un asayiş ve güvenliği ise doğrudan doğruya Dâhiliye Nezareti’ne bağlı olmak üzere teşkil edilen İstanbul Polis Müdüriyet-i Umumiyesi’ne verildi. Üsküdar ve Beyoğlu Polis müdüriyetleri de buraya bağlı bulunacaktı.34 Polis Müdür-i Umumiliği görevine ise ilk olarak Priştine Sancağı Mutasarrıfı Mazhar Bey atandı.35 Ardından İstanbul’un asayişiyle ilgili hususlarda İstanbul’daki jandarmalar da İstanbul Polis Müdüriyet-i Umumiyesi’ne bağlandı.36

11- Fenerbahçe Karakolhanesi (Yıldız Albümleri)

İttihatçıların yönetimi ele geçirdikleri 23 Ocak 1913 Bâbıâli baskınından birkaç ay sonra yürürlüğe konan 15 Mayıs 1913 tarihli Polis Nizamnamesi ile birlikte polis teşkilatında önemli değişiklikler yapıldı. Bu dönemde İstanbul Polis Müdüriyet-i Umumiyesi’ne tâbi memurların seçimi yeniden Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’ne verildi. Böylece İstanbul Polis Müdüriyet-i Umumiyesi, kuruluşunda sahip olduğu tam bağımsızlığı bir bakıma kaybetmiş oldu. Çünkü bu nizamnameyle İstanbul’un güvenlik işlerinin idaresi İstanbul Polis Müdüriyet-i Umumiyesi uhdesinde kalmışsa da polislerin özlük işleriyle ilgili muameleler Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti’ne bırakılmıştı. İstanbul Polis Müdüriyet-i Umumiyesi, 24 Şubat 1923’te kaldırılıp yerine İstanbul Polis Müdürlüğü kuruluncaya kadar İstanbul’un polis hizmetlerini yürütmeye devam etti.

Gerek Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti gerekse İstanbul Polis Müdüriyet-i Umumiyesi ihtiyaç duydukça yeni şubeler açmak ve yeni kadrolar oluşturmak suretiyle İstanbul’un asayişini sağlamaya çalışmıştır. Bu dönemde güvenlik güçleri; savaşların yol açtığı grev, boykot, karaborsacılık gibi olumsuzlukların halka zarar vermesini önlemeye çalışmıştır. Polis vasıtasıyla özellikle gençlerin ahlakını bozacak ve onları suça itecek olan kumar, esrar ve fuhuş gibi kötü alışkanlıklardan korunması amaçlanmıştır. Ayrıca toplumda artan silahlanmanın yol açtığı öldürme ve yaralama vakalarındaki çoğalmanın önüne geçmek için silahların toplanması işini de polis yürütmüştür. Diğer taraftan insanların daha yoğun olarak bulunmaları nedeniyle dilencilik, hırsızlık, yankesicilik, hakaret, kavga ve yaralama gibi olayların daha sık yaşanabileceği vapur iskeleleri, tren istasyonları, Kapalıçarşı ve Galata Köprüsü gibi yerlerle vapur, tren, tiyatro ve sinema gibi mekânlarda asayiş ve güvenliğe daha çok önem verildiği görülmektedir. Nitekim halkın can ve mal güvenliği ve huzuru için buralarda polis bulundurulması uygulamasına geçilmişti. Ramazan ayı, padişahın Hırka-i Şerif ziyareti, Paskalya, Hıdırellez, Muharremin 10. günü, panayır günleri ve baharın gelmesiyle başlayan mesire sezonu gibi zamanlarda da fazladan gezici devriyeler de görevlendirilerek, güvenlik tedbirleri artırılmıştır. Ayrıca, bazen aksatılsa da, Boğaziçi ve Haliç başta olmak üzere kol sandalları devriyeye çıkarılarak İstanbul sahilleri geceleri de gözetim altında tutulmuştur.

12- Çengelköyü Karakolhanesi (Yıldız Albümleri)

Zikredilen bütün bu faaliyetler hem suçlu ve şüphelilerin takibi hem de halkın huzur ve güven içinde yaşamasını sağlamak adına yapılmıştır. Bunlar iktidar karşıtı bir durum veya algı oluşmadığı sürece genel itibarıyla etnik veya dinî bir ayrım gözetilmeden yürütülmüştür. Ancak devletin bu takip ve kayıt altına alma faaliyetleri siyasi gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan karışıklıklara göre artış da göstermiştir. Diğer taraftan ulaşım ve haberleşme olanaklarının artması, etnik bilincin gelişmesi, sosyal, ekonomik ve kültürel değişimler asayiş ve güvenlikle doğrudan ilgili olduğu için sürekli yeni düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Ayrıca her yeni düzenleme yeni sorunları ve belirsizlikleri de beraberinde getirdiği için yapılanlardan beklenen faydanın sağlanmasında da güçlük yaşanmıştır. Buna rağmen başarılı olunan konular da olmuştur. İttihat ve Terakki dönemi polis teşkilatının Cumhuriyet dönemindeki teşkilat ve uygulamaların temelini oluşturduğu da unutulmamalıdır.


DİPNOTLAR

1 Halim Alyot, Türkiye’de Zabıta: Tarihi Gelişimi ve Bugünkü Durum, Ankara 1947, s. 70.

2 Necla Arslan, “II. Mahmud Döneminde Modern Bir Polis Teşkilatının Kuruluş Girişimleri, İlk Karakol Binaları”, İstanbul, 1997, sy. 23, s. 37-41. 1840 yılında İstanbul’un Üsküdar bölgesindeki mevcut bazı karakolların isimleri ve tamir masrafları için bkz. BOA, C.ZB, nr. 3188 (21 L 1257/6 Aralık 1841).

3 Ziya Kazıcı, “Hisbe”, DİA, XVIII, 143-145; Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilâtında Reform (1836-1856), İstanbul 1993, s. 287-289.

4 Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, İstanbul 1995, c. 1, s. 317-347.

5 “Sefaretlere Yazılan Müzekkere-i Umûmiyye Sureti”, bkz. Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, c. 2, s. 878-880.

6 Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, c. 2, s. 875-878.

7 BOA, İ.MMS, nr. 134 (1 S 1263/18 Ocak 1847); BOA, C.ZB, nr. 2772 (5 L 1264/4 Eylül 1848); nr. 3642 (21 Za 1265/9 Ekim 1849).

8 Ali Sönmez, “Polis Meclisi’nin Kuruluşu ve Kaldırılışı (1845-1850)”, TAD, 2005, c. 24, sy. 37, s. 264-269.

9 Takvîm-i Vekâyi‘, 1262, sy. 297; Lutfî, Târih, İstanbul 1328, c. 8, s. 88.

10 BOA, YEE, 36/7 (17 Za 1281).

11 23 Ra 1284/26 Temmuz 1867 tarihli “Memurîn-i Teftişiyyenin Sûret-i İntihab ve Vaz‘ ve Hareketleri Hakkında Tarifatı Mutazammın Talimat”, Düstur, Birinci tertip, İstanbul 1289, c. 2, s. 748-753.

12 BOA, ZB, 4/20 (26 B 1288).

13 Düstur, Birinci tertip, İstanbul 1289, c. 1, s. 688-702; Alyot, Türkiye’de Zabıta, s. 90-91. Zabtiye Müşiriyeti’nin bu teşkilâtı, personeli ve maaşları için bkz. BOA, ZB, 4/20.

14 Alyot, Türkiye’de Zabıta, s. 106-108.

15 BOA, Y.PRK.SRN, 1/26 (20 C 1297/29 Mayıs 1880); BOA, A.DVN.MKL, 71/42.

16 Alyot, Türkiye’de Zabıta, s. 183; Hikmet Tongur, Türkiye’de Genel Kolluk, Teşkil ve Görevlerinin Gelişimi, Ankara 1946, s. 165-166.

17 BOA, ŞD, 1285/21 (24 Za 1299/5 Ekim 1882).

18 Alyot, Türkiye’de Zabıta, s. 184-185, 194; “18 Nisan 1907/5 RA 1325 Tarihli Polis Nizamnamesi”, Düstur Birinci tertip, İstanbul 1943, c. 8, s. 667. 1891 yılında ise İstanbul’da 8 merkez 62 mevki, Beyoğlu’nda 6 merkez 49 mevki, Üsküdar’da ise 3 merkez ve 37 mevki mevcuttu (BOA, ZB, 44/18 (28 Eylül 1307/10 Ekim 1891).

19 BOA, Y.PRK.ZB, 32/51 (2 Mayıs 1318/15 Mayıs 1902).

20 Zabtiye Nazırı Şefik Paşa’nın ifadesine göre, 5 Nisan 1900 tarihi itibariyle Dersaadet Jandarma Alayı’nda 120 zabit ve 2058 nefer olmak üzere toplam 2.178 kişi kayıtlı görünmekteyse de mevcut sayı 1678 idi. Bu tarihte 300 karakol ve 21 daire mevcuttu (BOA, DH.TMİK.S, 32/4 [23 Mart 1316]).

21 23 Mayıs 1899, BOA, İ.ZB, nr. 1 (12 M 1317).

22 “Dersaadet ve Bilâd-ı Selâsede Asayiş Vazifesiyle Mükellef Olan Nizamiye ve Jandarma Asâkir-i Şâhanesiyle Polis Memurlarının Sûret-i Hareketlerine Dair Talimat”, BOA, Y.EE, 6/19 (20 Teşrînisâni 1312).

23 BOA, DH.EUM 6. Şb, 5/18 (31 Kanunuevvel 1331/13 Ocak 1916).

24 BOA, Y.PRK.BŞK, 57/41 (23 Ağustos 1898).

25 BOA, DH.MKT, 2902/53 (16 Ağustos 1909/3 Ağustos 1325); BOA, DH.EUM.MH, 2/134 (13 Ekim 1909/30 Eylül 1325).

26 BOA, DH.MUİ, 4-1/39, lef 5; Takvîm-i Vekâyi‘, 1325/1909, sy. 338, s. 7.

27 Tanin, 17 Ağustos 1909, sy. 344, s. 3; BOA, ML.MKT.d, nr. 468, s. 171.

28 BOA, BEO, nr. 271301; BOA, DH.MKT, 2898/31 (30 Temmuz 1325/12 Ağustos 1909); Tanin, 13 Ağustos 1909, sy. 340, s. 3; Takvîm-i Vekâyi‘, 1325/1909, sy. 302, s. 1.

29 BOA, ZB, 326/126 (30 Eylül 1908/17 Eylül 1324).

30 BOA, DH.MKT, 2902/8 (16 Ağustos 1909); 2908/49 (17 Ağustos 1909/4 Ağustos 1325).

31 İstanbul Polis Müdüriyeti Merkez, Ayasofya, Cisr-i Cedid, Kapan-ı Dakik (Unkapanı), Fener, Eyüp, Kumkapı, Aksaray, Fatih, Karagümrük, Şehremini, Samatya, İstasyon, Deniz, Büyükada ve Makriköy’den oluşuyordu. Beyoğlu Polis Müdüriyeti Merkez, Galata, Hasköy, Kasımpaşa, Pangaltı, Arnavutköy, Büyükdere, Dolapdere, Beşiktaş ve Taksim; Üsküdar Polis Müdüriyeti ise Paşakapısı, Çinili, Kadıköy, İskele ve Haydarpaşa merkezlerinden ibaretti (Takvîm-i Vekâyi‘, 1325/1909, sy. 344, s. 5-6).

32 BOA, DH.MUİ, 69-1/71 (23 Şubat 1910/10 Şubat 1325); BOA, MV, 137/86 (8 Mart 1910/23 Şubat 1325); BOA, BEO, sy. 278706 (9 Mart 1910/24 Şubat 1325).

33 “İstanbul Vilayeti ve Emniyet-i Umûmiyye Müdüriyeti Teşkilatına Mütedâir 17 Receb 1327 tarihli Kanun’un 4. ve 5. Maddelerini Muaddil Kanun”, Düstur, İkinci tertip, İstanbul 1330, c. 3, s. 433-434; BOA, DH.İD, 27/21, lef 2, 4 (4 Haziran 1911/22 Mayıs 1327); Takvîm-i Vekâyi‘, 1327/1911, sy. 846.

34 Tanin/Senin, 30 Mayıs 1911, sy. 985-9, s. 2.

35 16 Haziran 1911. BOA, İ.DH, nr. 14 (18 C 1329).

36 BOA, MV, 155/23 (6 Ağustos 1911/25 Temmuz 1327); BOA, DH.İD, 27/21, lef 11, 12, 13.


Bu makale Antik Çağ’dan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi adlı eser içerisinde 2015 yılında yayımlanmıştır.

Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.

ALT BAŞLIKLAR